Cuma, Haziran 22

Özcan Deniz: Bana gay mi


Bana gay mi diyorsun sensin gay

Gelişti demek bana hakarettir
Benim için sürekli “Çok değişti, kendini geliştirdi” diyorlar. Artık “değişti, gelişti” sözlerini bana karşı yapılan bir hakaret olarak algılamaya başladım. Sanki beni alıp yonttular da adam ettiler. Oysa hiçbir zaman değişeyim, gelişeyim çırpınışlarım olmadı. Ben hep buydum. Sadece bende olanı servis yapmam için biraz zamana ihtiyacım vardı. O dönemi yaşadım ve kendimde olanı servis etmeye başladım.

İt gibi vücut çalışıyorum
Durduk yere bana “Kadınsı görünüme sahip oldu” demeye başladılar. Bu ne demek? Bana direkt gay mi demek istiyorsun? O zaman sensin gay... Yürekli ol, açık açık yaz ya da aç bana sor. Beni küçük düşürmeye ne hakkın var? Geçen sene beni yerden yere vurdular. Göz torbalarımı, yağlarımı aldırmışım. Ben it gibi spor salonlarında çalışıyorum. Bu kadar ağır yazıları hak etmiyorum ya!

ARWA BENİM İÇİN ÖZELDİ

En son Mısırlı güzel Arwa (Gouda) ile bir aşk yaşadınız. Ondan sonra sizi kimseyle görmedik...
- Arwa ile ilişkim, ikimizin de olmasını istediği bir ilişkiydi ama maalesef aramızda mesafe var. Arwa gerçekten benim için özel birisiydi.
“Saçmalıyorum” şarkınızda da ona olan özleminizi dile getirmişsiniz. En sevdiği çorbadan söz ediyorsunuz...
- Ne yalan söyleyeyim, doğru. Arwa, mercimek çorbasını çok seviyordu. Her mercimek çorbası gördüğümde aklıma o geliyor.

HEDİYE YENİ BİR DÖNEM BAŞLATACAK

“Hediye”nin kartonetinde küresel ısınmayla ilgili bir yazınız var ama bu yazınızın hemen arkasında da deri ceketle çekilmiş bir resminiz bulunuyor. Çevreciler bu yüzden sizi eleştirdiler...
- O deri ceket, nesli tükenmiş hayvanlardan değil, yememiz için kesilen hayvanın derisinden yapılmış. Bana bu saldırıyı yapanlar akşam evlerine gidip et yiyorsa, susup otursunlar. Bu firmayla anlaştığım gün, hangi hayvanların kesildiğine bakmak için fabrikalarına gittim. Ben de onlar kadar duyarlı ve hassasım.

Yeni albümünüzü dinleyenler, “Özcan kendini tekrar etmiş” diyorlar. Bu eleştiri hakkında ne düşünüyorsunuz?
- “Hediye”, öyle kolay kolay harcanacak, çöpe atılacak, hakaretlere maruz kalacak bir albüm değil. Bu albüm, kendi tarzında çok güçlü ve birçok yeniliği bünyesinde barındırıyor, hatta yeni bir dönemi bile başlatacak özelliklere sahip.

Hangi açıdan yeni bir dönemi başlatacak?
- Sound olarak. Bir önceki albümümden sonra insanların sound’larını nasıl değiştirdiklerini mutlaka fark etmişsinizdir. Düne kadar başka türlü klipler çeken, başka sound’lar kullanan arkadaşlar, bizim son yaptığımız albümden cesaret alarak soundlar’ını değiştirdiler. Artık daha cesaretliler. Alanları genişledi çünkü. Tıpkı benim, dizi sektöründe yaptığım gibi. Artık çekinmeden dizilerde oynayabiliyorlar.

ARTIK AĞA, KONAK GÖRMEK İSTEMİYORUM

Bir süre dizi yapmayacak gibi konuşuyorsunuz...
- Bundan böyle asla tamamlanmamış bir proje ve işi bilmeyen bir ekiple çalışmam. Ve artık asla haftada 90 dakikalık bir dizi çekmem. Bir de işadamı, konak, ağa, havuzlu ev, dominant anne görmek istemiyorum. Bazen kusacak gibi oluyorum. Artık seyirci de bu temalardan bıktı. Yeni bir şey anlatmak isteyen bir kanal, bir yapımcı, bir yönetmen ve bir senarist karşıma gelirse, ancak onlarla bir şey yapabilirim. Ama şimdi önümde bir sinema filmi var. Ona hazırlanıyorum.

Biraz bu filmden söz eder misiniz?
- Ocak ayında çekilecek olan “Sarıkamış Beyaz Hüzün” diye bir film var. Enver Paşa’nın emriyle, Faik Çavuş komutasında 90 binden fazla askerin Sarıkamış’a gidip, hiçbir çatışmaya girmeden donarak ölmelerini anlatan bir hikaye. Senaryosunu okuduğumda dakikalarca ağladım. Ben bu filmde Faik Çavuş’u canlandıracağım. Faik Çavuş’la ilgili araştırma yapıyorum. Eylül ayında Sarıkamış’a gidip askeri eğitim alacağız. Beni filmde fizik olarak da tanıyamayacaksınız. Konserlerim dışında hiçbir şey yapmayacağım.

Bu albümde sözü ve müziği size ait olan iki şarkıdan biri, “Zorun Ne Benle Aşk”. Her aşk sizden çok büyük parçalar mı koparıp gitti?
- Evet, aşk bizden ayrılırken büyük parçalar kopararak ayrılıyor. Sonra kopan bu parçalar büyük bir kara deliğe düşüyor. Onu doldurmak gücüne sahip kişi yanımızda kalabiliyor, olmayanla da zaten yürümüyor. Şu an içimde büyük bir kara delik var. Bunu doldurabilecek birini aramıyor değilim. Ama ne yazık ki, arayarak bulunmuyor. Beklemeden, beklemek gerekiyor.

Çekinmeden derken...
- Yani artık şarkıcı diye aşağılanmıyorlar. Açtığım alan bu. Bana da zamanında bir sürü büyüğüm alanlar açtı. Ben de onların açtıkları alanlarda dans ettim. Şimdi bu anlamda ben sınırları genişletiyorum. Ve şu an birçok müzisyen, bu işi yapan insan, benim genişlettiğim alanlarda dans ediyor.

Amacınız kahraman olmak mı?
- Hayır. Kendi işimi yapıyorum. Ben kendimden beslenmenin ötesinde hiçbir şey yapmıyorum. Benim bildiğim bu. Bildiğimi de ortaya koyuyorum. Bunun adını, sanını, ne olduğunu zaman kendisi koyar. Ayrıca da benim yaptığım müziğin kendi içinde çok sağlam tutarlılığı var, dünyada adı var, dünyada bu müziğin temsilcileri var.

BANA 20 YAŞINDA POPÇU MUAMELESİ YAPMAYIN

Son yıllarda sizin için ‘popçu’ oldu deniliyor. Sanki bu değerlendirmeye kızıyor gibisiniz.
- “Popçu oldu” demek, içi boş bir söylem. Zarar vermek için söylüyorlar ama ağızlarından çıkan cümlenin ne anlama geldiğini bilmiyorlar. Hepimiz popçuyuz, çünkü popüler kültüre hitap ediyoruz. İbrahim Tatlıses, Sezen Aksu, ben, yani hepimiz popçuyuz. Daha önce Fazıl Say’la birlikte mi sahneye çıkıyordum ki, şimdi popçu olayım. Yaptığım müziğin Batılı’nın tanımıyla tek bir adı var: Etnik pop müzik.

Biliyorsunuz bu konuda sizi eleştirenlerin başında da Yavuz Bingöl geldi.
- Yavuz da bıyığını kesip, küpe takıp, senfoni orkestrası kullanmıyor mu? Bunu nasıl söyleyebilir. Bana bunu söyleyebilmesi için bu değişime, gelişime kapalı olması gerekiyor. Oysa Yavuz, değişime ve gelişime açık bir zekaya sahip.

Galiba kıskanılıyorsunuz.
- Bir tarafım, “Oğlum seni kıskanıyorlar, başını dik tut” diğer tarafım da “Sana ne, niye dizilere senaryo yazıyorsun, müzik besteliyorsun” diyor. Halbuki benim de bir kebap salonu açmam lazım! Bunlarla niye uğraşıyorum ki. Artık bana 20 yaşında, yeni çıkmış şarkıcı muamelesi yapmayın ya! Ben artık ayakları yere sağlam basan biriyim. İşe yaramaz bir adam olmadığımı ispatladığımı düşünüyorum. Çünkü bu kadar üst üste güzel işler yapmam tesadüf olamaz.

Doğru, kendinizi çok geliştirdiniz...
- Benim için sürekli “Çok değişti, kendini geliştirdi” diyorlar. Bunu söyleyenler de genelde beni “Asmalı Konak”tan sonra tanıyan insanlar. Benim “Asmalı Konak”tan önceki hayatımı bilmeyen birisi, benim değiştiğimi nasıl iddia edebilir? Artık “Değişti, gelişti” sözlerini bana karşı yapılan bir hakaret olarak algılamaya başladım. Hiçbir zaman değişeyim, gelişeyim çırpınışlarım olmadı. Ben hep buydum. Sadece bende olanı, servis yapmam için biraz zamana ihtiyacım vardı. O zamanı, o dönemi yaşadım ve kendimde olanı servis etmeye başladım.

Çok gelişti diyenlerle beraber, gelişiminizin ilkokul çağında donduğunu söyleyen de var; Perihan Mağden gibi... Sizin için yazdıklarını okudunuz mu?
- Okudum. Perihan Mağden’le olan diyaloğumu anlatayım size. Biz hem “Kader” dizisi, hem de onun öncesinde başka bir dizi için çalışmalara başladığımızda yapımcımız, bu senaryoları Perihan Mağden’in yazmasını istedi. Ben de bunun asla olmayacağını söyledim. Çünkü Perihan Hanım’la ilgili kafamda snop, asla pazara yönelik işe bulaşmaz bir imaj vardı. Fakat yapımcım Perihan Hanım’ın bu projelere atladığını söyleyince açıkçası hem çok şaşırdım hem de çok mutlu oldum. Neyse, bir toplantıda Perihan Hanım’la bir araya geldik. Ona hikâyemi anlattım ve beni şaşkınlıkla dinledi. Sonrasında ise bana bir tretman yolladı ki, kabustu! Beğenmedim! Beğenmediğim için de yazmadı. Sonra da benim için, “Başkalarının yarattıklarını kendi hayali zanneden” şeklinde bir yazı kaleme aldı. Bir kere ben, çok orijinal bir şey buldum düşüncesiyle gelmedim ki! Ben, televizyon dünyasının klişeleriyle oluşmuş bir proje sundum. Sen şu an çekilen bütün dizilerin orijinal olduğunu mu zannediyorsun? Ya da senin bana yazıp gönderdiğin senaryonun orijinal olduğunu mu düşünüyorsun? Tabii ki klişeleri kullanacaksın. Çünkü televizyon seyircisi orijinal bir şeyi hazmedecek dönemde değil.

“Kader”, 13. bölümde bitti. Uzun soluklu “Asmalı Konak” ve “Haziran Gecesi”nden sonra bu durum sizin için bir hayal kırıklığı olsa gerek...
- Evet. Ben bu işin hayata geçebilmesi için uzun süre emek verdim. Tabii ki benimle birlikte herkes emek verdi. Yapımcım, Gold Film, başka hiçbir dizide olmayacak kadar bütçe harcadı. Ama bu, iki bölüm devam etti. Sonrasında senaryoya haddinden fazla müdahale edildi. Yazdığım her şeyin cevabını kanala, yapımcıya, diğer mecralara vermek zorunda kaldım. Bu beni çok yordu. Yorunca da öyküyü yazmak istemedim ve bir senaryo yazarı bulundu. O da daha kafadan dizinin ana karakterlerini öldürünce, “Eyvah uçuruma gidiyoruz” dedim. Nitekim öyle de oldu. Aslında benim niyetim altıncı bölümde diziyi bitirmekti. Ama dışarıdan öyle görülmeyeceği için maç bitmeden sahadan çekilmek istemedim. Özcan Deniz olarak ben 8 reytingimi aldım. Ama insanlar her hafta beni izlemez. Bir öyküye ihtiyaç vardı ama olmadı. Projeyle seyirci buluşamadı. Maya tutmadı.

İlker İnanoğlu: Onlarla aynı karede


Onlarla aynı karede olmak istemiyorum

Yeşim Salkım’la, Güzide Duran’a nispet olsun diye mi evlendiniz?

- Asla! Ben Yeşim Salkım’la severek evlendim. Bildiğim kadarıyla Yeşim de beni sevdi. Neden evlendim, çünkü ben düzgün aile hayatını seven birisiyim. Yeşim de kızı olduğu için birlikte yaşamak istemediğini söyleyince, etkilendim ve hemen evlenmeye karar verdim.

Peki evliliğiniz neden bitti?

- Dış etkenler var.

Yeşim Salkım, "Ayrılmamızda başka sebepler var, söylersem ortalık karışır" demiş. Güzide Duran’ın dışında başka ne sebep olabilir ki?

- İnşallah bir gün açıklar da biz de öğreniriz. Çünkü herkesin evinde gizlisi, saklısı vardır. Bunlar ortalığa dökülecekse, ben de bildiklerimi dökerim o zaman. Bunlar çok ayıp şeyler.

Evlenirken Güzide Hanım’ı gerçekten unutmuş muydunuz?

- Ben unutmuştum. Ama başkası unutmamış olabilir, onu bilmiyorum.

Başkası Yeşim Salkım mı?

- Bilmiyorum... Belki de onu rahatsız eden dış etkenler olmuştur.

Mesela Deniz Akkaya ile Güzide Duran’ın bir televizyon programında İngilizce dedikodu yapmaları gibi dış etkenler mi?

- Doğru. Haklı olarak Yeşim bunlardan rahatsız olmuş olabilir. Ama Yeşim’in de en büyük zaafı çok çabuk gaza geliyor olması. Keşke o bütün bu dolduruşlara gelmeseydi de çıkan haberlere gülüp geçmeyi başarabilseydi.

Yeşim Salkım, yaklaşık bir yıl süren evliliğiniz süresince sizin için 200 bin Dolar harcamış. Gerçekten harcadı mı?

- Öyle miymiş? Madem bana 200 bin Dolar vermiş, niye bu işler ortaya çıkmıyor? Bunlar boşanma süresince konuşulacak şeylerdir. Niye şimdi böyle söyleniyor anlamıyorum. O zaman ben de kaybettiğim şeyleri mi çıkıp söyleyeyim! Maddi, manevi ben de çok kaybettim. Çıkıp bunları istemem mi gerek, anlamıyorum ki!

ADI ESRA, SOYADINI SÖYLEYEMEM


Evliliğiniz süresince Yeşim Salkım borçlarınızı ödedi mi?

- Bana bazı şeylerde yardımı olmuştur.

Bunu inkar etmiyorsunuz?

- Niye inkar edeyim canım. Tabii ki olmuştur. Benim için evlilikte böyle şeylerin hesabı olmaz. Olursa, o zaman benim de geriye dönük hesaplar çıkarmam gerekir. Bu ilişki için babamla aram bozuldu. Çok büyük menfaatimi bile karşıma aldım. Daha ne diyebilirim ki. Bunların konuşulması çok ayıp.

Güzide Duran’la barıştınız mı?

- Barışırım da, beraber de olurum, kime ne? Ama böyle bir şey yok. Tuna Kiremitçi örneği var mesela. Hayatta her şey olabilir. O yüzden çok büyük konuşmayacaksın. Şu anda benim hayatımda ’Esra’ adında birisi var. Soyadını söylemek istemiyorum, ailesi istemiyor. Dolayısıyla Güzide ile bir ilişkimin olması mümkün değil. Düşman değildim ki. Yeşim de dahil kimseyle dargın, düşman olmak istemiyorum. Ben biriyle küs ölmek istemiyorum.

Artık Güzide Duran ve Yeşim Salkım’la anılmak istemiyor musunuz?

- Artık onlarla aynı karede yayınlanmak istemiyorum. Çok sıkıldım. Bu şahıslara karşı kötü düşünce beslediğimden değil, eminim onlar da sıkılmışlardır. İnşallah hem Yeşim Salkım, hem de Güzide Duran bundan sonraki hayatlarında çok mutlu olurlar.

İkisi de bitti yani?

- Benim hayatımda şu an yeni bir ilişki var. Tabii ki geçmişe dönemem. Ama yine de büyük konuşmaktan korkarım. İnşallah Yeşim’le de günün birinde selamlaşırım.

Dinçöz: İbo yüzünden sevgilimden


Dinçöz: İbo yüzünden sevgilimden yumruk yedim

"Yolun Açık Olsun" adlı yeni albümünü piyasaya çıkaran Petek Dinçöz, yorumcu kimliğiyle duayenlerden tam not aldı. Müzikal anlamda başarısının keyfini süren Dinçöz, özel yaşamında ise sıkıntılı. Bu konuda ilk kez Kelebek'e konuşan güzel şarkıcı, "Geçtiğimiz günlerde İbrahim Tatlıses'le ilgili açıklamalarım yüzünden Can'dan (Tanrıyar) yumruk yedim" dedi.

- Şarkıcı Petek Dinçöz şu an ne noktada?
"Yolun Açık Olsun"dan sonra saçım ve kıyafetlerimin yerine şarkıcılığımın ne kadar geliştiği konuşulmaya başlandı. Ben yıllar önce, 'Çok iyi bir yorumcu olacağım' demiştim. Tabii ki bu noktaya sihirle değil çok çalışarak geldim. Ama bunu da yeterli görmüyorum. Çok daha iyi olacağım, tarzımda da değişiklikler yapacağım. Mesela bu akşam Antalya Silence Beach konserimde bu değişikliği herkes görecek. Cengiz Abazoğlu'na acayip kostümler hazırlattım. İmajımı da değiştirmeye devam edeceğim. Hem gençlere hem de alaturka sevenlere hitap eden bir sanatçı olmak istiyorum.

- "Yolun Açık Olsun" albümünün genelinde sevgiliye baş kaldırış teması işleniyor. Bu bir tesadüf mü, yoksa böyle olmasını mı istediniz?
Tesadüf sanırım. Bir önceki albümde de böyle bir hava vardı. Sanırım Hakkı Yalçın, Gökhan Tepe, Rober Hatemo, Metin Arolat ve Gökhan Şahin bunu devam ettirmek istediler. Hepsine sonsuz teşekkür ederim.

- Mesela bir şarkınızda "Sen kralsan, ben neyim" diyorsunuz. Burada kral Can Tanrıyar ise siz kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?
Bu şarkıda kadınlara mesaj veriyorum; erkeklere köle olmayın, onları kendinize köle edin.

- Siz bunu başarabildiniz mi?
Güzel bir soru. Başarıp başaramadığımı canlı olarak hep birlikte göreceğiz.

- Başka bir şarkınızda da "Benim yerimde kim olsa çekip giderdi" diyorsunuz. Can Tanrıyar bu kadar zor bir adam mı?
Bir sürü kızın benim gibi olma hayaliyle Can'ın peşine düştüğünü biliyorum. Bu yüzden hayatım kıskançlık krizleriyle geçti. Başkası olsa bu durumu asla kaldıramaz, çekip giderdi.

- Demek ki siz de çok çekip gitmek istediniz?
Her ilişkide sorunlar olur ama böyle bir ortamda bu ilişkiyi korumak gerçekten çok zor. 'Çeker, giderim' demek de zor. Ama tabii ki bu gitmeler olaylara bağlı gelişir. Açıkçası ben gitmek istemedim. Yani Can'dan ayrılmak gibi bir isteğim hiç olmadı. Artık onunla etle tırnak gibiyiz.

- Can Bey sizden çekip gitmek istemiş olabilir mi?
Bunu hissetseydim ben giderdim. Zorla kendimi sevdirecek değilim. İlişkimiz ancak Can beni aldatırsa biter. Ancak o zaman çeker giderim.

- Aldatılmadığınızdan emin değilsiniz ki. Hatta bunu belgelemek için para ödülü bile vaat ettiniz. Ne oldu, bir fotoğraf geldi mi elinize?
Evet 30 bin dolarlık para ödülü koydum ama bugüne kadar bir kare fotoğraf ya da görüntü elime geçmedi.

- Can Bey ya bu çapkınlık olayını çok iyi beceriyor, ya da gerçekten size sadık.
Her şey ortada. Sanat camiasından bir sürü arkadaşı olan birisi. Benim sayemde bayağı çevresi de genişledi. Petek Dinçöz'ü yaratan adam olarak genç kızların ilgi odağı haline geldi. Eskiden onu sadece magazin ve futbol camiası tanırdı. Ben de ona popülarite kattım. Ödül koydum ama hiç fotoğraf gelmedi. Bu adam hiç mi bir sanatçı arkadaşıyla bir yerde oturmaz? Oturuyordur mutlaka ama görüntü gelmedi. Çok ilginç bir durum.

- Belki de Can Tanrıyar korkusundan gelmiyordur?
Asla korkulacak bir adam değildir Can. Ayrıca bu sektörde her ikimizin de düşmanı var. En azından onlar böyle bir şey çıkartırdı.

İBO'NUN ATTIĞI KAZIGI ANLATTIM CAN'IN AĞZI AÇIK KALDI

45 yaşına geldi hâlâ bizimle uğraşıyor


- Sadettin Saran'ın verdiği davette Hülya Avşar hakkında da konuştunuz. Sezen Aksu'yu yanınızdan gelip almasına mı kızdınız, ne oldu?
Hülya Avşar, 45 yaşına geldi ama hâlâ bizimle uğraşıyor. Sezen Aksu gibi ona da saygı duymak isterdim. Sadettin Saran'ın davetine gittiğimde başımı okşayıp, 'N'haber ufaklık. Son kasetini çok beğendim. Ne güzel okumuşsun' diyerek tatlı bir şekilde bana takılsa belki yüzümü kızartırdı. Ama o, yaşının havasını ve olgunluğunu yaşayacağına bizimle yarışmaya kalkıyor. Ben asla onun gibi benden küçüklerle aşık atmaya çalışmayacağım. Tam tersine Sezen Aksu gibi tecrübemi gençlerle paylaşacağım.

- Son zamanlarda Can Tanrıyar için, "Petek Dinçöz'ün kamburu" şeklinde yazılar kaleme alınıyor. Kariyer anlamında size çok şey katmış bir insan, şimdi sizin kamburunuz mu oldu?
Can'ın işi icabı çok düşmanı olduğundan, ona gücü yetmeyenlerin bu tür karalama haberler yapıyorlar. Ben, Can'la menfaat üzereni kurulu bir ilişki yaşamıyorum. Ben Can'a aşığım. Ama ona, 'Petek'in kamburu oldu' demeleri de aslında beni güldürüyor. Çünkü bu laflara deli oluyor. Ben de bu duruma seviniyorum. Yıllarca ben deli oldum, bundan sonrasını artık o düşünsün.

- Çok merak ediyorum nasıl bir aşk yaşıyorsunuz?
Deli dolu bir aşk bizimkisi.

- Bu ilişkiye başladığınızda çok küçüktünüz. Gözünüz hiç başkasına kaymadı mı?
Yok, Allah korusun. Bu ilişki ancak Can beni aldatırsa biter. Bakın ben Can'a yalan söylemediği, karakteri çok sağlam olduğu için aşık oldum. Önemli olan da budur. Ben Can'la evlenmek, çocuk sahibi olmak istiyorum. Eğer bir gün bu gerçekleşirse işi bırakırım.

- Ciddi misiniz?
Evet. Anne olan sanatçıların, işlerinden önce ailelerini ve çocuklarını düşünmesi gerekiyor. Buradan tüm ev hanımlarına ve genç kızlara sesleniyorum; hayatımız dışarıdan pırıltılı görünüyor ama asıl mutluluk evde ve aileyle yaşanandır.

- Can Tanrıyar size çok şey katmasının yanında hiç kaybettirdikleri oldu mu?
Olmaz mı? Birkaç yıl önce bana İtalyan RAI televizyonundan teklif geldi. "Foolish Kazanova" adlı şarkımın klibini çok beğenmişler. Benden Rafaella Cara gibi bir şov programı yapmamı istediler.

- Neden kabul etmediniz?
Gidersem acaba Can nereye gider diye gitmedim. Çünkü iki ay orada kalacaktım. İki ay İtalya'da kalma fikri bana azap gibi geldi. İstanbul dışına konsere gittiğim de aynı gece dönmek istiyorum. Çünkü Can'ın nerede ve kimlerle olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Böyle bir yapım var. O yüzden gitmedim.

- Peki, bu durumdan Can Bey hoşnut mu?
Bunu hiç düşünmedim, mutludur herhalde. Ama o da benim gibi hep yanında olmamı ister. Bu arada iki ay önce Almanya'da bir konsere gittik. Konsere RTL kanalı geldi. Birkaç gün sonra da aynı kanaldan şov teklifi aldım. Can gelseydi gözü kapalı giderdim. Onu bırakıp asla bir yere gitmem.

- Bu fedakarlık değil ki, kıskançlık ve güvensizlik...
Olabilir. Benim yapım böyle.

- Geçtiğimiz günlerde Sadettin Saran'ın verdiği davette İbrahim Tatlıses'le ilgili açıklamalar yaptınız. Tatlıses için, 'Bir erkeğin etrafından sürekli erkek olması dedikoduya yol açar' dediniz. Neden böyle bir şey söylediniz?
Can tartışmada benim haklı olduğumu biliyordu. Neymiş, çizmeyi aşmışım. Doğrudur, biraz ileri gittiğimin farkındayım ama İbrahim Tatlıses'in 'Hodri meydan' diyerek beni nasıl tahrik ettiğini de herkes biliyor. Aslında uysal biriyim ama damarıma basıldı mı kimseyi tanımam. Ne oldu ki o gece? İbrahim Tatlıses masamıza kalabalık bir erkek grubuyla geldi. Ben de ona, bu durumundan sıkıldığımı, basınla bunu konuşacağımı söyledim. O da 'Yapamazsın, hodri meydan' dedi.


Can Tanrıyar

- Ancak bu açıklamanızdan dolayı Can Tanrıyar, İbrahim Tatlıses'ten yazılı bir açıklamayla özür diledi. Ve aynı yazıda kendi yöntemiyle bunun faturasını sizden kestiğini belirtti. Ne yaptı Can Bey size?
İbrahim Tatlıses'le ilgili konuşmalarım yüzünden o gece Can Tanrıyar'dan yumruk yedim. Hayatım boyunca bunu unutmayacağım.

- Yumruk mu yediniz!
Evet. Tam bir maço edebiyatı. Yani, 'arkadaşımı sevgilime değişmem' mantığı. Hangi devirde yaşıyoruz. Bu olay sonrası Can'a İbrahim Tatlıses'in yaptığı bir şeyi gösterdim. Ağzı açık kaldı. "İşte bana yumruk attığın adamın sana attığı kazık" dedim. Sustu, kaldı.

- Ne yaptı ki İbrahim Bey?
Boşver... Sonrasında Can benden özür mü diledi, tabii ki hayır. İbrahim Tatlıses ve Can gibiler, kadından özür dilemeyi erdem zannederler. Ama herkesin bir zamanı var tabii. Onlar aralarında bu konuyu kapatmış olabilirler ama ben bu defteri kapatmadım. İbrahim Tatlıses yüzünden yediğim yumruğun tabii ki bir bedeli olacak.

- Siz de mi bir fatura keseceksiniz?
Can Tanrıyar, 'Ben faturayı kestim' diye hava attı ya, yakında Petek Dinçöz'ün nasıl fatura kestiğine şahit olacaksınız, şimdiden hazır olun.

Mahsun akıllı olsa evlenirdik


Mahsun Kırmızıgül'le yaşadığı aşkla adını duyuran Bade İşçil, eski sevgilisiyle ilgili "Mahsun akıllı davransa şimdiye kadar evlenirdik" dedi.

Çocuğumuz bile olabilirdi
Ben yaşadığım ilişki sonucu mutlu bir yuva kurmak istiyordum. Ancak, böyle bir ilişkide çocuğumuz olsa bile ona ne verebilecektik ki? Şimdiye kadar ayrılık nedenini açıklamadığım için insanlar birbirimizi aldattığımızı düşündüler. Oysa ben Mahsun'u rencide etmek istemediğim için sustum. Çünkü ne söylesem başka yere çekilecekti. Mahsun, bu süreçte akıllı davransa evlenirdik. Belki de çocuğumuz bile olmuştu.

Yalnızlıktan şikayetçiyim
Yaşadığım her şey bana tecrübe kazandırdı. O dönem panik atak oldum. Panik atağımı dalış yaparak tedavi etmeye çalıştım ve bir dalış sırasında az daha hayatımı kaybediyordum. Neyse ki sonunda atlattım, hayatın ne kadar değerli olduğunu anladım. Henüz 21 yaşındaydım. Bu genç yaşımda çok kötü günler geçirdim. Şubat ayından beri ise hayatımda kimse yok, bu durumdan şikayetçiyim. Doğru insanı bulunca hiç beklemeden evleneceğim.

Sarışınım ama akıllıyım
Cine5'in yeni dizisi "Metropol Cafe" ile oyunculuğa adım atan Bade İşçil, "Sarışınım ama akıllıyım. Her şeyi yerli yerinde yapmayı severim. Yaptıklarım, yapacaklarımın yanında az kalıyor. Daha iyisini yapacağımı biliyorum" dedi.

İŞTE GÜZEL OYUNCUYLA YAPTIĞIMIZ ÖZEL RÖPORTAJ...

- "Metropol Cafe" dizisi teklifi size nasıl geldi?
Beni prodüksiyondan aradılar. Böyle bir projenin olduğunu ve bu projede benim de yer almamı istediklerini söylediler. Birol Güven'in dizileri genelde sağlam oldukları için teklifi kabul ettim.

- Bu dizide oynayanların hiçbirinin daha önceden oyunculuk deneyimi yok sanırım. Sizinde deneyiminiz pek yok. Tereddüt yaşadınız mı?
Dizideki oyuncular içinde mesleği mimarlık ve eğitim danışmanlığı olanlar var. Çok alakasız meslekler belki ama oyunculuk insanın içinden olmalı. Mesela ben çok iyi taklitler yaparım. Tiyatrocu bir yanım hep oldu. Burcumun getirdiği bir özellik sanırım. Bana oyunculuğu yapabilirsin dediler ve ben de çekinmeden denedim.

- Oyunculuktan keyif alıyor musunuz?
Set ortamında çok eğleniyorum. Bir iş yapıyoruz ve bu işi yaparken eğlenebiliyoruz. Okulla ev arasında mekik dokuduğum için ben bu diziyi sosyalleşme olarak görüyorum. Spora gitmek gibi bir şey benim için.

- Oyunculuğu meslek olarak devam ettirecek misiniz?
Oyuncu olacağım diye bir kaygım yok ama bu işten büyük keyif alıyorum.

- Bize biraz Bade'yi anlatır mısınız?
Ukala ve soğuk biri gibi göründüğümü söylüyorlar. Ancak insanlar beni tanıdıktan sonra gayet içten ve samimi buluyorlar. Benim Pollyanna bir yanım var. Her zaman olumlu düşünürüm.

- Gerçek hayatta Polyannacılık oynar mısınız?
Ben insanlara iyi niyetle yaklaşıyorum. Hep iyi olduklarını düşünüyorum ama kötü olduklarını fark ettiğim insanlar da oldu. Hiçbir zaman sınıf ayrımı yapmadım. Her meslekten, her aileden arkadaşım vardır benim. Asansörde bile insanlarla anında dostluk kurabiliyorum.

- Sarışınlığınızla özdeşleşiyor musunuz?
Sarışınım ama akıllıyım. Her şeyi yerli yerinde yapmayı severim. Kendimi beğenmiş biri değilim, komplekslerim de yok. Bir kusurum olsa rahatlıkla söylerim.

- Kendini hep takdir eden bir insan mısınız?
Yaptıklarım, yapacaklarımın yanında az kalıyor. Daha iyisini yapacağımı biliyorum. Ancak biraz tembellim galiba.

- Mahsun Kırmızıgül'le ayrılığınızın ardından başkası olsa şöhreti tercih eder ve kullanırdı. Neden siz bir şey yapamadınız?
Yapmadım. "Çok güzelsin, güzellik yarışmasına gir, ajansa yazıl" diyenler oldu ama benim şöhreti isteyen bir insan değilim. İnsanlar oyunculuğumu beğensin bu bana yeter. Beni dışarıda tanımasınlar istiyorum.

- Göz önünde olmak istemiyorsanız neden oyunculuğu tercih ettiniz?
Sonuçta benim tercih ettiğim meslek olan moda sektöründe, kendini tanıtmadan bir şeyler yapamıyorsun. İnsanlar beni ukala birisi olarak tanıdılar. Gerçek kişiliğimi göstermek için oyunculuğu tercih ettim.

- Mahsun Kırmızıgül'le ayrılık sebebiniz neydi?
Bizim ayrılma sebebimiz aldatma değildi. Ben yaşadığım ilişki sonucu mutlu bir yuva kurmak istiyordum. Çünkü çok gelişmiş bir aile kültürüm var. Ancak böyle bir ilişkide çocuğumuz olsa ona ne verebilecektik ki? Şimdiye kadar ayrılık nedenini açıklamadığım için insanlar birbirimizi aldattığımızı düşündüler. Ben Mahsun'u rencide etmek istemediğim için hep sustum. Çünkü ne söylesem başka yere çekilecekti. Ama biz hâlâ çok iyi arkadaşız. Bir sıkıntım olsa yine Mahsun'u arar, görüşürüm.

- Mahsun Kırmızıgül nasıl bir insan?
Açıkçası Mahsun çok sahiplenici ve efendi bir insan. Kötü diyebileceğim hiçbir özelliğe sahip değil. Zaten normal bir insan olsa, yani ünlü olmasa çoktan evlenmiştik. Belki de çocuğumuz bile olmuştu.

- Bu ayrılıktan sonra hayatınıza kimse girdi mi?
Şubat ayından beri hayatımda kimse yok ve bu durumdan şikayetçiyim. Arkadaşlarımla bir yere gittiğimizde onların yanlarında sevgilileri oluyor bense tek başımayım. Her kadının erkek arkadaşı olması lazım. Doğru insanı bulunca hiç beklemeden evleneceğim.

MAHSUN'LA BERABERKEN PANİK ATAK OLDUM

- Mahsun Kırmızıgül ile beraberken önünüzde ait olmak istemediğiniz bir hayat vardı. Siz hem bunla mücadele ettiniz hem de bir ilişki yürütmeye çalıştınız, zor olmadı mı?
Yaşadığım her şey bana tecrübe kazandırdı. O dönem panik atak oldum ama şimdi atlattım ve hayatın ne kadar değerli olduğunu anladım. Henüz 21 yaşındaydım ama bu genç yaşımda çok kötü günler geçirdim.

- Ne kadar sürdü hastalığınız?
İki sene sürdü. Panik atağımı dalış yaparak tedavi etmeye çalıştım. Bir dalış sırasında az daha hayatımı kaybediyordum.

- Nasıl atlattınız peki?
İlaç tedavisi de gördüm ama ilacın iyileşmeyi hızlandırdığını düşünüyorum. Esneyemiyordum bile, yarım kalıyordu. Migren de var bir de bende.

Orhan Gencebay: Ben bir anarşistim


Ben bir anarşistim

Bu hafta yeni bir albümünüz çıktı. Albümün dışı yeni ama içi nostaljik: Orhan Gencebay’ın film müzikleri...
- Biz baştan beri, kendi oynadığımız filmlerin müziklerini kendimiz yaptık. Bunların hepsi 70’li yıllarda yapılmış özgün müzikler. İçlerinde "Batsın Bu Dünya", "Hatasız Kul Olmaz" gibi büyük satış yapan bestelerin ilk halleri var.

1971’den bu yana 32 sinema filminde oynamışsınız. 1990 yılında bıçak gibi kesilmiş sinema maceranız. Neden?
- Sinema zor günlere girmişti. Ama iyi anılarla ayrıldım. Pek çok filmim gişe rekorları kırdı. 1979’da, TRT’de ilk kez bir filmim oynamıştı. Malum, o yıllarda yasaklıyız. TRT’ye beş-altı senede bir çıkarıyorlar.

Yılbaşı gecelerinde...
- Evet, bazen de bayram günlerinde. Hülya Koçyiğit’le yaptığımız "Bir Araya Gelemeyiz" adlı film, TRT’de oynayan ilk filmimdir. O gece, Türkiye’de sokaklar bomboştu. Dünya çapında plak satışlarımız var. Çok ender olayları yaşamış ve yaşatmış bir kişiyiz.

Sahneye neden çıkmadığınız sorusu pek çok kez soruldu. Hatta bir ara "Gencebay’ın sesi sahneye yetmiyor" diye bir şehir efsanesi vardı.
- Ben sazımı çalıp bestemi yapmayı, müziğin felsefesini düşünmeyi, yorumculuktan daha önde tutarım. Müzikle hiç ilgisi olmayan birileri altı ay çalışıp assolist olacak, bizim sesimiz yetmeyecek. Bu, kulağa komik gelmiyor mu?

"Popstar Alaturka"ya gelirsek... Yeni sezonda jüri üyeliğine devam edecek misiniz?
- Dostlar devam etmem kanaatinde... Bu kadar istek varsa, devam diye düşünebiliriz.

Önceleri Orhan Baba’yı yakıştıramadılar o programa...
- O eleştiriler, beni korumak isteyenlerden gelmişti. Ben de iğreti duruyordum başlarda. "Benim burada ne işim var" diye düşünüyordum. Fakat sonra bambaşka bir yere vardık. Annem bile seyrediyor.

Anneniz?
- Annem Samsun’da... 91 yaşında ama kulakları duymuyor. Onun ablası, teyzem de Samsun’da. O, 94 yaşında. Onun da gözleri görmüyor. Birlikte seyrediyorlar.

Birbirlerini tamamlıyorlar...
- Biri gördüğünü ona anlatıyor, diğeri duyduğunu... Kafkasya’dan geldikleri için uzun ömürlü oluyorlar.

Allah uzun ömür versin...
- Aslında çocuklarımıza versin, onların daha çok görecekleri var. Küçük oğlum koluna bir dövme yaptırmış. Sonra göbeğine yaptırdı. Bununla bitecek zannettik. şimdi takmış, "Batsın Bu Dünya" yazdıracakmış koluna. "Batsın bu dünya kavramını anlayan kişi aşmıştır" diyor. Kendisi rock’çı... Arkadaşları da öyle. Dünyaya çok geniş bakıyorlar, felsefeleri çok farklı bu hergelelerin. Geçen gün "Oğlum, anarşi olmadan gelişme olmaz" dedim ona.

Siz anarşist misiniz?
- Ben de anarşistim ama terörist değilim. Karıştırmasın bu iki kavramı kimse. "Batsın bu dünya" bir anarşist cümlesidir. Hem trendir hem duraktır. Biz dünya için, barış için, "Bunu batırıp yerine yenisini koyalım" dedik.

Yani yıkıp yeniden yapmaktan söz ediyorsunuz?
- Evet, ama daha iyi, daha mutlu olmak için.

Öfkelenirsem ölmek vız gelir

- Hiç öfkelenmez misiniz siz?
Kendisiyle barışık insanlar kolay öfkelenmez. Öfke doğal bir davranış; ama ben bunu yenmeyi bilirim. Hayatımda birkaç defa öfkelendim. Çok büyük olaylar yaşayabilirdim.

- Yani kavga olabilirdi.
Ben öfkelenmem. Öfkelendiğim zaman da...

- Öldürürüm diyorsunuz.
Ölmek de vız gelir. Oraya vardıysa iş, yapacak şey yok. Orası en son noktadır.

Deniz Seki: Bizimkisi aşk kazası


Şenlendirici ile yaşadıklarını ’aşk kazası’ olarak yorumlayan Seki, "Bunun adı ne skandal ne de kaçamak. Biz bir kaza yaptık. Aşkın kazasına uğradık. Aşkın ne zaman kapınızı çalacağını, hangi dönemde, nasıl bir ortamda tanışacağınızı, kişinin geçmişini falan bilemiyorsunuz. Aşk böyle sorgulamaları içine almıyor" dedi.

Hüsnü Şenlendirici ile ilişkiniz nasıl başladı?
- Parkorman’da yapılan bir yardım konserinde tanıştık. Aramızda telefon alışverişi oldu. Bir süre müzik konuştuk. Çünkü hem ben yeni albüm hazırlıyordum hem de Hüsnü... Fakat sonrasında bir şey oldu ve yakınlaştık. Ancak Hüsnü’nün evli olduğunu bildiğim için bir yıla yakın süre ondan kaçtım. Çok uzun süre kendimle savaştım.

Ne yaptınız?
- Hüsnü ile buluşmadım, görüşmedim, mesajlarına cevap yazmadım... Kaçmanın bin bir yolu var. Kaçtım çünkü hayatım boyunca hep bu tür ilişkileri eleştirmişimdir. Benim için olmayacak, olmaması gereken bir durumdu yaşadığım. Büyük konuşmamak gerek ama bunun adı ne skandal ne de kaçamak. Biz bir kaza yaptık. Aşkın kazasına uğradık. Aşkın ne zaman kapınızı çalacağını, hangi dönemde, nasıl bir ortamda tanışacağınızı, kişinin geçmişini falan bilemiyorsunuz. Aşk, böyle sorgulamaları içine almıyor.

Karşınızdaki adam evli. "Aşık oldum ne yapayım?" demek bu kadar kolay mı?
- Tabii ki değil. Tabii ki aşık olurken insan kendini frenleyebilir, aşkın da bir matematiği, bir mantığı vardır ama büyük konuşmamak gerekiyor. Daha Hüsnü ile tanıştığım gün aramızda bir şey olduğunu hissettim ve bunun başka bir şeye dönüşmemesi adına kendimi frenledim. Çok kaçmış olmama rağmen, bir anda hiç tasvip etmediğim bir ilişkinin içinde buldum kendimi.

Ne oldu da kaçmayı bıraktınız peki?
- Hüsnü bunu yaşamamızı istedi ve arkasında durdu. Aslında o, birçok erkekten daha erkekçe davrandı. Ama evli ve iki çocuk babası olması beni korkunç rahatsız ediyordu. Fakat bir gün, bitmiş bir evliliğin sonlarına denk geldiğimi fark ettim ve Hüsnü’ye inandım. Dürüst bir adam. Duygularıyla, duruşuyla, konuşmasıyla, hayata bakışıyla gerçek birisi. İnsan tarafı beni daha çok etkiledi ve en sonunda kaçmaya son verdim.

Şöyle diyelim mi, bir macera olmadığınızı, sığınılacak bir liman olmadığınızı hissettiniz?
- Kesinlikle! Hüsnü benim öyle bir kadın olmadığımı bilerek sanırım bu olayın üzerine gitti ve açıklama yaptı. Bu gerçekten her babayiğidin harcı değil. Biz yalansız, gerçek bir şey yaşıyoruz. O yüzden bu kadar şeyi göze alıp yola çıktım. Yoksa mümkün değil. Aşka inanmasam bunları hiç yaşar mıydım? Yaşamazdım.

Hüsnü Bey’in evliliğinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu hissettiğinizi söylediniz. En azından siz biraz daha bekleyemez miydiniz? Yani karşınızdaki adam boşanana kadar...
- Bunun saatini, dakikasını kendi kendinize belirleyemiyorsunuz. Aşk, insanın kapısını kaç kere çalar ki? Ben, o evliliğin gerçekten bitmiş olduğuna inanmasaydım, böyle bir şeye kalkışmazdım. Belki de kalkışırdım, bilmiyorum. Artık ne söylesek boş. Aşık olduk biz. Bu çok açık ve net...

Aşk beklemez mi?
- Olmuyor işte. Aşk kimlik sormuyor. Bir şey daha söylemek istiyorum; mutlu evliliği olan biri, dışarıda mutluluk, huzur aramaz. Eğer evinde mutluysa, günübirlik bir şey yaşar ve evine döner. Biz gerçek aşkı yaşıyoruz.

ONLARIN EVLİLİKLERİ ÇOKTAN BİTMİŞTİ

Hüsnü Bey, eşiyle annesi arasındaki birtakım sorunlardan dolayı evden kaçtığından söz etmişti. Sizinle yaşadığı bir "kaçamak" da olmadığına göre demek ki eşine olan aşkı, sevgisi bitmiş...
- Bu ilişki bir kaçamak değil. Çünkü Hüsnü benim öyle biri olmadığımı çok iyi biliyor. Ben ailevi problemlerine de girmek istemiyorum. O benim sayfam değil çünkü. Ben olmasam da onlarınki zaten bitmiş bir evlilikti.

Anladım. Boşanmalarında sizin hiçbir etkiniz yok.
- Kesinlikle yok. Bu evlilik, üçüncü şahıs yüzünden bitmiyor. Bunun da altını özellikle çizmek isterim. Sevgi varsa, aşk varsa gelip de kimse kimsenin elinden birini alamaz. Buna kimsenin gücü yetmez. Ben bugün olmasam da başkası olurdu ya da kimse olmadan bitebilirdi. Demek ki onların arasında başka sorunlar var. Ben o dönem Hüsnü’ye hayatında bir karar vermesi gerektiğini, kararı her ne olursa olsun buna saygı duyacağımı söyledim ve geri çekildim. Kararını verdi, şu an mahkemelikler.

Vicdanınız rahat yani...
- O kadar çok vicdanımla baş başa kaldım ki! Ama ben gerçekten vicdan azabı duyacak bir şey yapmadım. Burada günah da çıkarmaya çalışmıyorum. Benim bu olayın içinde aşık olmaktan başka hiçbir suçum yok. Ama bu karşılıklı bir aşktır, tek taraflı değil. Zaten tek taraflı olsa buralara gelmezdi. "Yuva yıkan kadın" sözünü asla kabul etmiyorum. Çünkü zaten ortada yıkılmış bir şey vardı. Bir yuvayı yıkmaya kimsenin gücü yetmez, mutlu bir beraberliği kimse yıkamaz. Hüsnü kararını kendi verdi ve arkasında da durdu.

Hüsnü Bey, daha çok seçim yapmak zorunda kalan bir adam portresi çizdi. Çünkü "İstemeden de olsa evliliğimi bitiriyorum" dedi.
- Zannediyorum o gereksiz röportajlara tavrından dolayı söylediği bir cümleydi o. Bakın ben "canı nereye isterse, oraya gitsin" gibi bir şey yaşar mıydım? Evet "Ben bir karar vereceğim" dedi ama onun karar vereceği şey, evliliğini devam ettirip ettirmemesiyle alakalıydı. Seçilen ya da tercih edilen kadın durumunu ben hiç kabul eder miyim? Buna hiçbir kadın izin vermez. O kurumda gerçekten yürümeyen, problem olan bir şeyler vardı ki durum bu noktaya geldi.

Olaya hiç Nazire Hanım’ın penceresinden bakmaya çalıştınız mı?
- Zamanında empati yaptım, ama bunu paylaşmak istemiyorum.

Hüsnü Şenlendirici bir açıklamasında "Bir hata varsa, bu hata benimdir" dedi. Sizinle yaşadığı ilişkiyi hata olarak değerlendirmesine ne diyeceksiniz?
- O anda öyle söylemesi gerekmiştir. Bir şeyi bitirmeden yeni bir şeye başlamak adına konuşmuştur böyle. Belki bazı konularda kendini suçluyordur. Bu onun psikolojisiyle alakalı bir şey. Bence bu soruyu Hüsnü’nün cevaplandırması daha doğru olur. Ben buna bir alınganlık göstermedim, çünkü onu o kadar iyi tanıyorum ki.

İyi de Hüsnü Şenlendirici "Ben seviyorum, aşığım demedim" de diyor...
- "Deniz Hanım’a aşık mısınız" diye sormuşlar o da "Bunu söylemem" demiş. Ardından "Neden, konumunuzdan dolayı mı?" diye sormuşlar, Hüsnü de "Evet konumumdan dolayı" demiş. Evli ve iki çocuk babası bir adam çıkıp da "Ben aşığım" diyemez tabii. Bekar olsa kim bilir neler söyler ama boşanma arifesinde olan biri bunları söyleyemez. Sonuçta eşine de saygısı var.

SEVGİSİNİ KULAĞIMA SÖYLEMESİ BİLE YETER

Hüsnü Bey, hiçbir zaman bu ilişkisini açık açık anlatamayacak, size olan aşkını itiraf edemeyecek. Çünkü yine çocuklarını, eşini düşünecek. Hep geri planda kalan olacaksınız, birlikte fotoğraf bile veremeyeceksiniz. Bu canınızı sıkmıyor mu?
- Mahkemeleri sonuçlanana kadar birlikte fotoğraf vermemizin doğru olmadığını düşünüyorum. Bu da evlilik kurumuna olan saygımdan dolayı. Bu Hüsnü ile birlikte aldığımız bir karardır. Yoksa ikimiz de aynı camianın insanlarıyız. Davetlere gidebiliriz falan, ama şu durumda doğru değil. O yüzden bu konuyla ilgili çok fazla konuşacak bir şey yok. Sonuçta her şey aleni. Dikkatli yaşıyoruz, bundan böyle de dikkatli yaşayacağız. Onun aşkını, sevgisini kulağıma söylemesi bile yeter. Gösteriş yapmaya gerek yok. İki kişinin gerçekleri bilmesi çok daha güzel ve özel. Ben Hüsnü’nün şu an yaşadığı sıkıntıları çok iyi biliyorum, konuşamamasını da anlıyorum. En basiti düzeni bozuldu. Kolay bir şey değil bu. İki çocuğu var, kabuk değiştiriyor falan. Bir de ben alışık olmadığı tarzda bir kadınım ve alışık olmadığı bir hayat bu.

Alışık olmadığı bir hayat ve alışık olmadığı bir kadın...
- Alışık olmadığı dediğim şu; o da belki bu kadar aşkımın arkasında duracağımı düşünmüyordu. Belki onun da bugüne kadar birlikte olduğu kişiler, ilişkilerinin arkasında durmadı. Benim cesaretim belki de onu şaşırttı.

Mazbut yaşayan bir adam, sizi sevgili olarak kaldırabilecek mi?
- Böyle sorgulamalarda hiç bulunmuyorum. Çünkü ben ne yaşadığıma bakıyorum. Karşımdaki insana güvenmesen, onunla paylaştığım güzelliklerin farkında olmasan zaten böyle bir ilişki içine girmezdim. Ben Hüsnü için sadece seksi, güzel, şöhretli bir kadın değilim. Bizimki bu kadar sığ bir ilişki değil. O da benim gerçek bir insan olduğuma, aşkıma inandı.

Kariyerinize zarar geldi mi?
- Hayır. İşlerim de azalmadı. Beni takdir eden, albümümü evine alan insanlar benim nasıl biri olduğumu çok iyi biliyorlar. Evli bir adama aşık oldum diye müziğimi dinlemekten vazgeçiyorlarsa, zaten beni bir daha dinlemesinler. Tabii ki bu yaptığım şey belki örnek alınacak bir davranış değil ama inanın ki bu bir kaza.

İlerisi için ne düşünüyorsunuz, mesela evlilik olabilir mi?
- Yok, böyle şeyleri hiç konuşmuyoruz. Ben zaten programlı yaşamıyorum. Hayatı geldiği gibi yaşıyorum. Dilerim üzülmeyiz. Şu anda yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim. Yarın ne olur bilemem. Hiçbir şeyin garantisi yok. Aşkta plan olmaz. Aşk, geldiği gibi yaşanır.

Benzer bir durum benim başıma gelir mi diye endişeniz var mı?
- Hüsnü böyle biri değil.

BENİ AŞKIM AYAKTA TUTTU

Bu ilişkinin üstünü çok rahat kapatabilirdik, çünkü yan yana fotoğrafımız bile yoktu. Ama yaşadığımız şeyin gerçekliğini çok iyi bildiğimiz için, yalan söylemedik. Yalan söylemediğimiz halde bizi yine de yerden yere vurdular. Dürüst olmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı. Beni ayakta tutan ise aşkıma olan inancım, aşktan aldığım güç, karşı tarafa olan inancım... Bu kısacık hayatta böyle duyguları bir insan kaç kere yaşar ki? Çok zor günler geçirdik, geçirmeye de devam edeceğiz. Ama yaşadığım o sıkıntılı günlerin yanında, gerçek bir aşk yaşadığım için de iyiyim.

2007 Güzeli:Beni nasıl seçtiler


Önce Miss Model of Türkiye, sonra Miss Bikini of the Universe, şimdi de Miss Turkey... Bir yıl içinde, katıldığınız üçüncü yarışma bu.

- Miss Model of Türkiye’ye beni, bağlı olduğum ajans soktu. Bu yarışmaya hazırlık olsun diye... Modelliğe yeni başlamıştım. Tecrübe kazanmamı istediler. Orada ikinci olunca da, onun dış ayağı olan Miss Bikini’ye, Çin’e gitmek durumunda kaldım.


Sizin kökeniniz neresi?

- Yunanistan. Hem de Yunanistan’ın Ege Denizi’ne bakan kısmından değil, Yunan Denizi’ne bakan kısmındanım. Ailem mübadeleden önce Türkiye’ye gelmiş. Anneannemin anneannesi orada yaşayan bir Rum’muş. Osmanlı döneminde bir Türk’e áşık olup buraya gelmiş ve Müslüman olmuş.

Model olmayı, yarışmalara girmeyi ne zaman aklınıza koymuştunuz?

- Bir senedir modellik yapıyorum, diğerleriyle aynı işi yaptığımız halde, yarışma kazananlardan daha az para alıyoruz. Daha 21 yaşındayım. 25 yaşından sonra bu fırsat kaçacak. Bir kere denemek istedim... Kötü bir şey mi?

SOL İDEOLOJİYE YATKINIM

Yok canım, neden kötü olsun?

- Ayrıca çirkin bir insan olduğumu da düşünmüyorum. Çok güzel değilim aslında. Bazı falsolarım var.

Nerenizde bu falsolar?

- Burnumu beğenmiyorum. Burnumda bir kıkırdak fazlam var. Fotoğraflarda kötü çıkıyor.

Rol modeliniz kim? Kim gibi olmak istiyorsunuz? Deniz Akkaya, Çağla Şıkel...

- Hayır... Kesinlikle onlar gibi değil... Ben kendi yapıma daha uygun bir rol modeli düşünüyorum. Mesela Hande Subaşı gibi. Kendi halinde, mazbut, nahif...

Yaşınız çok genç, ama yine de soralım. Politikayla ilgileniyor musunuz?

- Politikayı çok severim. Matematiğim iyi olsaydı siyaset bilimi okumak isterdim. Onun için matematik puanının yüksek olması lazım. Babam da politikayla çok ilgilidir. Bizim evde sürekli haber kanalları izlenir.

Siyasi olarak hangi görüşü benimsiyorsunuz?

- Başka bir alternatif olmadığı için oyumu CHP’ye vereceğim, ama Deniz Baykal’a sempatim yok.

Sol ideolojiye mi yatkınsınız?

Kendimi oraya daha yakın hissediyorum. Babam 12 Eylül döneminde İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuyormuş. O günlerde okulu bırakıp İngiltere’ye gitmek zorunda kalmış. Orada tamamlamış öğrenimini. Galiba aileden gelen bir şey bu...

Hangi köşe yazarlarını okursunuz? Ya da okur musunuz?

Emin Çölaşan, Bekir Coşkun...

Biraz "Kemalist solcusunuz" galiba?

- Onu iddia etmek benim haddime değil. Ancak sempatim olduğunu söyleyebilirim.

En karizmatik bulduğunuz Türk erkeği kim?

- Duman grubunun solisti Kaan Tangöze.

Kazandığınız evi ne yapacaksınız?

- Evin teslimi 2008’de... Daha yeni temeli atılmış... İstanbul’da bir evim olsun istiyordum. Ama arabamı babama vereceğim.

Yarışmayı kazanmanız sürpriz mi oldu sizin için?

- Tamamıyla sürpriz. Kamptaki kızlar o kadar moralimi bozdular ki, "Sen seçilemeyeceksin" diye. "Türk’e benzemiyorsun, beyaz tenlisin" diye abuk sabuk şeyler söylediler. Hálá beni nasıl seçtiler merak ediyorum. Çünkü ben de o kadar beğenmem kendimi.

Kaan’ı karizmatik buluyorum

Ne tür kitaplar okuyorsunuz?

- Türk klasiklerini daha çok seviyorum. Namık Kemal’den ’İntibah’, Recaizade Mahmut Ekrem’in ’Araba Sevdası’...


Ciddi misiniz, yoksa beni mi işletiyorsunuz?

- Estağfurullah. Tabii ki ciddiyim. Yenilerden de Cezmi Ersöz’ü beğeniyorum.

Çok genç yaşta, bir kurtlar sofrasına giriyorsunuz.

- Farkındayım, ama hazırım. Çünkü kendimi gerçekten iyi tanıyorum. Buna rağmen, internette hakkımda yazılan kötü yazıları okuyunca üzüldüm.

Neler yazmışlar?

- "Böyle Türkiye güzeli olur mu?" demiş bir kısmı. Çok kırıldım.

Daha ilk günden isyana başladınız. Bir de ’hazırım’ diyorsunuz.

- Moralim bozuldu. Hiç mi düşünmezler, "Bu kız bir mutluluk yaşıyor, bu moralle gidip ülkemizi temsil edecek" diye?

Nükhet Duru ve Metin Arolat


Nükhet Duru ve Metin Arolat, bedensel engellilere yardım amacıyla birlikte Türkiye turnesine çıkıyor. Hedeflerinin 100 bin YTL toplamak olduğunu söyleyen ikilinin konser serisi yarın akşam Bergama’da start alacak.


Birlikteliğiniz hayırlı olsun... Bu karar nasıl verildi?
- Nükhet Duru: Böyle bir şey ikimizin de aklında yoktu aslında... Ama bir gün organizatörüm bana "Birbirinize çok yakışırsınız" dedi. "Tamam o zaman, birlikte sahneye çıkalım, halk konserleri yapalım" dedim. Sonra bu konserler nasıl daha faydalı hale getirilebilir diye düşündük. Kampanya fikri ortaya atılınca daha da çok heyecanlandık. Bağış hedefimiz 100 bin YTL...
- Metin Arolat: Projeyi telefonla haber verdiler. Uçarak gittim toplantıya. Bu konserlerle engelli vatandaşlara akülü sandalyeler alınmasını sağlayacağız.

Sanatçı olarak üzerinize düşeni yapıyorsunuz...
- M.A: Üzerimize düşen o kadar çok şey var ki... Hiç olmazsa yapabileceğimiz kadarını yapalım diye uğraşıyoruz.

Bu projeye vakıfların tepkisi ne oldu?
- N.D: TESYEV Başkanı Yavuz Kocaömer, bu projede bizi yönlendiren isim oldu. Bazen sanatçılar düzenlenen organizasyonun önüne geçebiliyor. Günümüzde moda, bir olay yarat da ne olursa olsun, bir söz söyle de nereye giderse gitsin... Biz ise çok daha ruhani tarafından yaklaştık konuya. Bunu reklam olsun, şöhretimize şöhret katalım yapmıyoruz.
- M.A: Her konser için belde belediyeleri ve vakıfları zaten destek oluyor ve yardımda bulunmak için sürekli talepte bulunuyorlar. Beklediğimiz şu: Biz bir adım attık, belki bazı firmalar da bu harekete sponsor olarak destek verir. Tabii sanatçı arkadaşlara da kapımız açık.

Toplam kaç konser vereceksiniz?
- N.D: İlk planda 25 konser düşünüldü. İlk konser 19 Haziran’da Bergama’da yapılacak. Talep olduktan sonra turneye bir yıl boyunca devam edebiliriz. Ne kadar çok konser verirsek o kadar mutlu oluruz.

Artık sizin için "yeni ikili" diyebilir miyiz?
- N.D: Benim son olarak sahneye birlikte çıktığım kişi Cenk Eren’di. Onun arkasından Metin ile birlikte program yapmam, "Kavgalılar mı" diye düşündürecektir. Ama böyle bir durum söz konusu değil. Daha iki gün önce Cenk’le aynı programa katıldık, birlikte şarkı söyledik. Sorunumuz olsaydı sonrasında da yan yana gelmezdik. Ben kimseye küsmem, kimsenin de bana küsmesine fırsat vermem.
- M.A: Bir fayda sağlamak adına bu beraberliği oluşturduk biz. Nükhet Duru ve Metin Arolat ayrı birer isimdir. Ama düşündüğümüz faydayı sağlayabildiğimiz sürece birlikte yürüyeceğiz.
- N.D: Birbirimizi sevmiyor olsaydık, bu iş olmazdı. Her şeyden önce sevmediğim insanla çalışacak kadar profesyonel değilim!
- M.A: Nükhet Hanım’ın sahne duruşuna bayılıyorum. Çoğu sanatçının birlikte şarkı söylemeseler bile, sadece izleyerek ondan çok şey kaptığını biliyoruz. Şarkıyı söylerken vücut dilini kullanış biçimiyle de bir ekol... Onun sahne duruşu ve benim kendime güvenim, ortaya izlemeye doyulmayacak bir şov çıkaracak.

Çok iddialısınız...
- N.D: Eh biraz... Ortalama şeyleri ikimiz de sevmiyoruz çünkü...
- M.A: Yanınızda hayranlık duyduğunuz biri var ve onunla aynı sahneyi paylaşacaksınız. Bunu tarif edemem. İnsan kendini iyi hissediyor.

Birlikte albüm de yapacak mısınız?
- N.D: Evet, böyle bir sinerjiyle albüm de olabilir.
- M.A: Böyle bir konuda yorumda bulunmak için daha çok erken, ama neden olmasın...

Bizim sanatçı egomuz yok

Nükhet Duru neden yıllardır hep ikili projeler yapıyor? Neden sahnelerde yalnız göremiyoruz sizi?
- N.D: Bergama’daki konserin ardından bir haftalığına New York’a gidip konser vereceğim ve orada sahneye tek başıma çıkacağım. Tek başıma program yapıyorum yani... Bundan beş sene önce açık hava konserlerinde insanlar çıkıyor "huuu huuu" diye şarkısını okuyor, aşağı iniyordu. Hareket yok, şov yok. İkili olarak yaratılacak müzikal rengin, sahnedeki devinimin insanlara olumlu etkisi var. Ben beş parça okuduktan sonra Metin tatlı gelir, Metin beş şarkı okuduktan sonra ben tatlı gelirim. Tek başına konser beni kesmiyor.

O zaman sanatçı egonuz yok. O bencilliği ikinizde de göremiyorum...
- N.D: Evet yok, belki de kusurum bu. Çünkü bazen beni çok ciddiye alıyorlar. Şarkı söylüyorum nihayetinde.
- M.A: Bu konuda da aynı fikirdeyiz mesela. Ben şarkı söylemeyi, kendi eserlerimi insanların gözlerine bakarak iletme fırsatı bulduğum için seviyorum. Nükhet Hanım’ın "Acaba bir kusur mu?" diye baktığı olayı ben doygunluk olarak görüyorum.

Salı, Haziran 19

Faruk Saraç: Politikacıların stil


Politikacıların stil kaygısı yok, çoğunu eşleri giydiriyor

Mesleğinin yirmi beşinci yılını kutlayan modacı Faruk Saraç'la giyim-kişilik ilişkisini konuşmak istedim. Belki ben muradımı tam anlatamadım, belki o; konuşmamız siyasilerin giyim tarzı üzerine kaydı. Saraç, başta liderler olmak üzere tüm milletvekillerinin bilinçsiz giyindiğini, bir imaj maker'a ihtiyaçları olduğunu düşünüyor. Tenlerine, fiziklerine, seçim bölgelerine, hitap ettikleri kitleye, katıldıkları etkinliğe ve hatta seçim otobüslerine göre halkı nasıl etkileyeceklerini öğrenmeleri gerektiğine inanıyor. Başkalarının kalıp- larını süslerken, güç aldığı kaynağı unutmuyor. O'ndan gelinip O'na gidileceğini hatırlatıyor herkese...

Politikacıların giyimlerini genel olarak nasıl buluyorsunuz?

Hiçbiri imaj maker'a danışmıyor, ya vakti yok ya da stil kaygıları. Gidip rastgele alışveriş yapıyorlar. Çoğu kez de eşleri ya da sekreterleri giydiriyor onları. Bundan önceki belediye başkanı seçimimizde gördük. Billboardlarda, hepsi bir yumurta ikizi gibiydi. Aynı lacivert veya siyah elbise. Bugün Meclis'e de baktığımız zaman yine aynı durum.

Nasıl giyinmeleri gerekiyor? Mesela gömleği ele alalım. Yakası, rengi, kumaşı...

Yüzü yuvarlak olan bir insan yarım İtalyan yaka giydiği zaman kendisini daha yuvarlak gösterir. Sivri yaka, yüzü daha sivri gösterir. Rahmetli Ecevit, mavi gömlek kullanmıştı. Mavi gömleği solcu, Cumhuriyet gazetesi okuyan, 'birinci' sigarası içenlerin giydiğini düşünürdüm ben okul yıllarımda. Geçen seçimde Cem Uzan'ın beyaz gömleği, kollarını kıvırması, üzerine suları fışkırtması, tamamen bir imaj çalışmasıydı. Bana göre aldığı yüzde 4,5 oyun yüzde 1,5'ini gömleğine borçludur. Bir toplumun karşısına çıkıyorsan toplum senden etkilenmeli. Mekan ile kostümü beraber tutmak zorundasınız.

Seçim bölgesine göre giyinecek yani...

Tabii. Güneydoğu'da bir seçim çalışması yapacaksa o sıcak ortama göre giyinecek ki insanları etkilesin. Siyasete soyunan insanlar rengi kullanamıyor. Renk derken sarılar, kırmızılar giyerek seçim meydanlarına çıksınlar demiyorum. Yirmi beş yıldır bütün liderler geldi bana; ama profesyonel bir çalışma hiçbir zaman olmadı. Geldiler, elbiselerini aldı gittiler. Halbuki politikaya atılan bir insan gözlüğünden, ayakkabısından, taktığı saatinden, arabasından, yanındaki korumasından, şoföründen tut, hareketlerine, diksiyonuna kadar imajını bir bütün olarak düşünecek. Hitabı kapalı mekanda mı, açık mekanda mı? Hangi kitleye hitap ediyor? Bunların hepsi bir bütün. Eğer esmerse kalkıp da koyu renk bir şey giymesin. Çok uzun boylu ise çizgili bir elbise giymesin. Eğer şişmansa ona üç düğme verdiğiniz zaman karnı ortaya çıkar.

İbrahim Tatlıses nasıl giyinmeli?

İbrahim Tatlıses Urfa'dan bağımsız aday olmayı düşündüğünde ona bir slogan buldum: "Harran gelin olsun, Fırat damat". Urfa'da bunu kullan dedim. Tabii Genç Parti'ye geçti, İstanbul'dan aday oldu. Eğer İbrahim Tatlıses'in imaj maker'ı olsam onu blucinle çıkartmak isterim. Hiç takım elbise giydirmek istemem. Niye? Partin, Genç Parti, kitlen genç.

O yüzden alt üst blucin takım giydirirdim. Tabii blucin gömleğin kısa kollu, kol dönmeli, açığı koyusu pek çok modeli var. Erbakan'ın kravatları kaşkolları benimdi. Herkes Versace zannetti. İslami kesimin hepsi aynı başörtüyü taktı. Anormal etkili bir imaj çalışmasıydı. Sadece bir elbise ile imaj düzeltilemez tabii. Aylar öncesinden gelir. Kullandığı seçim otobüsünün renginden, nerede duracağına kadar her şey masaya yatırılır. Otobüsün üstünde mi konuşacak, sadece camdan el mi sallayacak buna kadar oturulur, masaya yatırılır.

Tayyip Erdoğan'ın giyimini nasıl buluyorsunuz?

Tayyip Bey'in belediye başkanı iken giyimi ile şimdiki giyimi arasında dağlar kadar fark var. Şu anda daha iyi giyinmeye çalışıyor. İmaj maker'ı olduğunu zannetmiyorum. Hâlâ Güneydoğu'ya gittiğinde takım elbise ile dolaşıyor. Çok klas bir tişört giyebilirdi. Güzel bir gömleğiyle, hoş bir trikosuyla, altında hazırlanmış özel bir pantolonu ile beraber çok daha şık olabilirdi. Daha bej, toprak ve buz rengi dediğimiz tonlarda keten bir takım giyebilirdi. Ben İngiltere, İtalya başbakanlarının, Amerikan başkanlarının çizgili kravat taktığını görmedim. Hep klasiktir kravatları. Sen korumanla beraber aynı çizgili kravatı taktıktan sonra bunun bir esprisi yok. Lider olmak farklı bir durum. Amerikan başkanları geldi eşleriyle beraber. Tamamen sadeydi hanımefendiler. Hiçbir abartıları yoktu. Biz ülke olarak abartıyı seviyoruz. Teninden mimiğine, yürüyüşüne kadar önce fiziğini tanıyacaksın. Seçilmeden önce bir lider veya bir milletvekili muhakkak profesyonel danışmanlık alacak. Gözlüğü, saati, seçim otobüsü, seçim bölgesi bunun hepsi bir paket. Boyu kaç, göbeği var mı, yürüyüşü nasıl, hitap şekli nasıl? Çok şık bir elbise yaparsın, adam üç düğmesini birden kapatır. Halbuki üç düğmeli olan bir elbisede sadece ortası kapanır. İki düğme boşta bırakılır.

Gıdısı varsa?

Eğer gıdısı varsa, boynu kalınsa ona düşük yakalı bir gömlek yapmamız lazım ki, boynunun kalınlığı daha da belli olmasın. Göbeği ya da göğsü varsa üç düğme değil de iki düğmeyi önermemiz lazım. Eğer poposu varsa yırtmaçsız yapmak lazım ki arkası görünmesin. Karnı fazla genişse pantolonun tek pililisini vermek lazım. Çok uzun boylu olanların duble paça giymesi lazım. Normal ya da kısa boylular paçayı düz olarak kullanacak ki bacak boyu uzun görünsün.

Baykal nasıl giyiniyor?

Baykal çok agresif bir insan. Koyu lacivert elbise, abartılı kravatıyla beraber hiddetli hiddetli konuşuyor. Koyu renk, hiddetin şiddetini artırıyor. Daha dökümlü kumaşlar, daha sakin renkleri seçmesi lazım ki agresifliğini aşağı çeksin.

Daha yumuşak bir şeyler giyse bu üslubuna da yansır mı?

En azından insanların onu algılama şekline yansır. İnsanlara bu kadar sert gelmez.

Baykal kendi seçim bölgesinde ekoseli ceket ve tişörtler de giyer ama. Onları da mı beğenmiyorsunuz?

Çok fazla beğenmiyorum. Yani herhangi bir yerden almış olduğu bir tişörtü giyiyor. Bilinçli giyinmiyor. İmajını bir bütün olarak düşünmüyor.

Mehmet Ağar'ın giyimi nasıl?

Mehmet ağabey güzel giyinir. Ama çok kırmızı kravat takıyor. Türk bayrağı gibi oluyor.

Gri tonlarını seviyor. Halbuki ona bejler, tabalar, bir saks mavisi gömlekle birlikte daha yakışır.

Devlet Bahçeli ile ilgili gözlemleriniz nedir?

Devlet Bey yıllardır kruvaze elbisesinden kurtulamadı. Üstelik iki beden bol elbisesi. Yetmişli yıllarda kalmış görünüyor. Gömleğinin yakası çok sivri. Halbuki yüzü sivridir, bu yaka daha da sivri gösteriyor. Onun biraz daha yarım İtalyan yaka kullanması lazım ki yüzünün sivriliğini gizlesin. Ceketi iki düğmeli olmalı. Ona çizgili kravat çok önermem. Düz renk kravatlar kendisinde daha hoş durur.

Cumhurbaşkanı Sezer nasıl giyiniyor sizce?

O da altmışlar, yetmişlerde kalan bir modayı takip ediyor. Bana öyle geliyor ki, gençlik yıllarından kalan bir takım elbisesini giyiyor. Smokininde de yine aynısını görüyoruz. Daha oturmuş, daha dar, daha vücutla beraber kullanılan. Ceketi kısa ve ön ucu kalkık. 65 yılında ben Urfa'dayken bembeyaz giyinmiş bir adam ayran satıyordu. Üç çeşit ayranı vardı. Sloganı neydi biliyor musunuz? "Ayranlarımız sınıf sınıf beyim, ayranlarımız sınıf sınıf" diye bağırıyordu. O benim hayat felsefem oldu. Herkesin bir sınıfı vardır. İyi bir giysi insana güven verir. Ülkemizde hâlâ ayakkabı ile kemeri ayrı ayrı takanlar var. Halbuki muhakkak ayakkabı ile kemer aynı renk olmak zorundadır. Ben gömlekte cep önermem.

İçini doldurmasınlar diye mi?

Evet, gözlüğünden cep telefonuna kadar nesi varsa dolduruyorlar, göğüsleri şişiyor.

Kumaş da çok önemli. Mesela şişman olan bir insana likralı kumaş çalışmak isterim. Neden? Oturup kalktığında rahat etsin diye. Beş vakit namaz kılan bir siyasetçinin de pantolonu likralı olmalı, diz yapmasın diye. Kalın diş kadife verdiğinizde adamı daha şişman gösterirsiniz. İnce diş daha ayrı olur.

Partililer karışık bir biçimde dursa kim CHP'li, kim AKP'li ayırt edebilir misiniz?

Hemen ayırt ederim. Mavi gömleği, CHP'liler, beyazı AKP'liler giyer. Beyaz saflık, temizlik imajı verir. Kırmızı kravat ikisinin ortak tarafıdır. Vazgeçilmezdir. O da belki kendi bayrağımızdaki rengi olduğu için semboldür.

Allah'ın 99 ismini temsilen 99 manken çıkardınız podyuma. Sizin için 99'un anlamı nedir?

Benim içimden gelen bir şey. Yirmi beşinci yılım için bana yakışır bir koleksiyon yapmam lazımdı. Yüce Rabb'imi isimleri ile anmak istedim. Başka bir amacım yoktu. Ben Allah'ımı çok seviyorum. Ben 99'a çok inanırım. Cebimde seri numarasının sonu 99 olan paraları taşırım. Bu benim kendi inancım. Sabah namazına kalktığım zaman bana ayrı bir keyif verir.

Gökyüzünün maviliği çok etkiler beni. Rahmetli babam derdi ki: "Gök gürlemese kul Allah Allah demez." İnsanoğlu o yukarıdaki güzelliği görmüyor. Uçakta mavinin en güzel tonunu görürsünüz. İndikten sonra gri ile karşılaşırsınız. Bu beni yıllardır hep etkilemiştir.

Bütün söyleşilerinizde en çok kullandığınız anahtar sözcükler; gizem, sır, tılsım. Nedir bu merakın kaynağı?

Sonuçta bizler gelip geçiciyiz. İnsanların nereden nereye geldiğini bilmesi lazım.

Bazı mezarlıkların temizliğini ben yaptırıyorum. Kadıköy'de Mahmut Baba Türbesi vardır. Salı Pazarı'nın hemen karşısında. 160 yıllık bir mezarlıktır. Yirmi senedir bekçinin maaşını ben öderim. Beş-altı sene önce Mezarlıklar Müdürlüğü'ne müracaat ettim. Dedim ki mezar taşları yerlerde sürünüyor. Burasını örnek mezar yapalım. Adam bana döndü dedi ki senin gibi bir insanın ne işi var böyle şeylerle uğraşıyor? Boş ver. Sen git hayrını başka yere yap, dedi. Mimar Sinan'ın türbesini on beş günde bir temizletirim. Benim için çok büyük üstattır. Âşık Veysel hayranıyımdır. Her defilemde çaldırırım. Siyasetçi bugün var yarın yok. Önemli olan ülkemiz. Kendi ülkesi için bir şey yapmayan insanları kabullenemedim. Ev, arsa bırakılmaz miras olarak. Yalnızca ülke bırakılır.

Atatürk'ten mehterana, geçmişten günümüze polise kadar, pek çok tarihî kostüm ürettiniz, nerede onlar şimdi?

Hepsi depomda. Vakıf kurdum. Devlete hediye ediyorum. Bir yer bile vermiyorlar sergilemek için. Dokuz bin turist geliyor Mevlânâ Hazretleri'ne. Satılacak su yok orada. Konya Belediyesi'ne bir kültür sokağı hediye edeceğim. Böyle işlerle uğraşıyorum. Hiçbir zaman maddi bir karşılık bekleyerek bir iş yapmadım. Sadece yüreğimden gelenleri ortaya koyuyorum. Yüce Rabb'im yarattı evreni. Bizler kullarıyız. Gerisi hikâye. O'ndan geldik, O'na gideceğiz. Beş vakit namaz kılmam. Ama cuma günlerini nerede olursam olayım kaçırmam. Sabah namazlarında Allah'ımla bütünleşirim. Bana can verdiği için, bu kelimeleri ağzımdan çıkarttığı için yüce Rabb'ime borcumu ödedim.

Ödediniz mi, ödemeye mi çalıştınız?

Haklısınız, ödemeye çalıştım. Ödenmesi mümkün değil. Bunun için onun yarattığı diğer canlara hizmet edeceksin. 2010 kültür başşehri İstanbul. Sayın valimizle konuştum. Madam Tussout gibi bir balmumu müzesi hediye edeceğim İstanbul'a. Hiçbir maddi çıkarım olmadan. 1453 yılından alacağım günümüze kadar Beyoğlu'sundan Kasımpaşa kabadayısına kadar geçmişimizi ortaya koyacağım. "Feshane'yi bana verin. Hiçbir maddi karşılık istemiyorum, sizi eski Feshane'ye tekrar kavuşturayım" dedim. Ben böyle bir adamım.

Pazar, Haziran 17

Orhan Gencebay: Hem ailesinin hem


Hem ailesinin hem Türkiye’nin babası

Orhan Gencebay’la arkadaşımız Selin Özavcı konuştu...

Orhan Gencebay artık Türkiye’nin kült figürlerinden biri. Adına eklenen ‘baba’ sıfatının yanı sıra bir de aile babası. Babalar Günü vesilesiyle Gencebay’la babalığı ve hayatı konuştuk!

Bundan 2 sene kadar önce, Duman ve Baba Zula gruplarını yanımıza aldığımız gibi Orhan Gencebay’ın kapısını çalmıştık. Amaç arabesk ve rock müzikten yola çıkarak bir sohbet gerçekleştirmekti. Onunla ilk kez karşılaşacağımız için sonsuz bir heyecan içindeydik. Eh, kolay mı; adının arkasında koskocaman bir ‘baba’ sıfatı taşıyan, hem duruşu hem de müziğiyle literatüre yeni şeyler katmış, yıllar içinde ağırlığından tek bir gram kaybetmemiş Orhan Gencebay’dı karşımızdaki! Aradan geçen 2 yılın sonunda Orhan Baba’nın kapısını bir kere daha çalmak şansı geçti ele… Bu sefer amaç Babalar Günü vesilesiyle onun hem aile babalığını hem de taşıdığı sıfatın altını dolduran Türkiye’nin manevi babalığını konuşmaktı. Üstüne üstlük 30 yıllık sinema kariyerini özetleyen; rol aldığı filmler için bestelediği şarkıları topladığı yeni albümü de piyasaya çıkmıştı… Bir kere daha aynı şey oldu ve sohbet bambaşka yerlere kadar gitti örneğin 70’li yıllarda bir felsefi konuşmada, birilerinin onun idamını istemesine… Sonuç olarak sohbet; Etiler’deki ofisinin bahçesindeki ağaçtan topladığımız dutları yerken, çocukluk yıllarını anmaya kadar vardı. Bir kere daha anladık ki Gencebay’la sohbetin tadı vazgeçilecek kadar kolay değil. Size de bu uzun sohbetten; onun aile babalığı ve hayat hakkında anlattıklarını okumak kaldı…


Söylediğinize göre ‘ağır ağabey’ lakabı daha 10 yaşında yakıştırıldı size. Zamanla kızgın ya da kırgın olduğunuz şeylere karşı bir yumuşama söz konusu oldu mu, o ağırlık hafifledi mi?

Geçmişte de yaptıklarımı düşündüğümde hiçbir zaman bakış açısı olarak kendimle ters düşmediğimi görüyorum. Çocukluğumdan beri olgun bir bakışım olduğunu biliyorum. O olgun bakış o zaman da vardı, şimdi de var. Aynı şey 8 yaşındaki torunum Orhan Efe için de geçerli örneğin! Ona ‘olgun ruh’ diyorum. Geçen gün susuzluk sorunuyla ilgili bir haber izlemiş. Bakıcısı Zehra Hanım’ı; ‘bundan sonra suyu çok dikkatli kullanacaksınız, kocana da söyle bahçeyi sulamasın’ diye uyarmış! Böyle bir duyarlılık var onda da; o yaşta bu çocuk bunu hissedebiliyor işte bu bir yapı meselesi.

Orhan Gencebay nasıl bir baba?

Babanın tarifi bellidir aslında; kol kanat gerecek ailesine, kollayıp yetiştirecek, sevecek ve onlara da sevgiyi, saygıyı anlatacak. Bir baba ne yapmalıysa ben de onları yapmaya çalışıyorum. Ama hatasız baba da olmaz, hatasız kul olmadığı gibi. Hatalarımızla sevilmeliyiz.

Torun sahibi olmak nasıl bir his?

Evlat sevgisiyle belki de aynı. Bu saatten sonra toruna bakış, evlada olandan farklı olduğu için torun bir başka seviliyor.

Oğlunuz Altan Gencebay’da eksik kaldığını düşündüğünüz şeyleri torunda tamamlıyor musunuz?

Çocuğumuz olduğunda gençtik, çalışıyorduk onunla yeterince meşgul olamadık. Torun sevgisi evlatla aynı olmasına rağmen işte bu yüzden farklı oluyor. Daha çok ilgileniliyor, daha fazla düşkünlük oluyor. Anne-baba zamanını veriyor, çileyi çekiyor, biz de hazıra konuyoruz!

Kuşak çatışması oluyor mu Gencebay ailesinde?

O olgun ruh varsa kuşak çatışması olmaz. Olmuyor bizde de!

HATASIZ BABA OLMAZ

Herkesin çocukluğuna dair hatırladığı öğütler vardır; sizin de bir öğüdünüz var mı torununuza, hayatı boyunca kulağına küpe olsun istediğiniz?

Gerekeni gerektiği gibi, gerektiği zaman alacak zaten. Benim de öğreteceğim bazı bilgiler olacaktır tabii… Anlattıklarımı algılama biçimi çok daha önemli. Büyükler, çocuklar için hep iyi olanı yaptıklarını düşünürler. Bazen de bunun öyle olmadığını görüp rahatsız oluruz. Mesela 60’lı yıllar her konuda patlama yılları ya; tüm dünyada felsefelerin değiştiği gibi eğitim de değişti. Özgür çocuklar yetiştirelim düşüncesi oluştu ama özgürlüğün de tanımı önemli burada. Şimdiyse çocuklara her şeyi verelim fakat sevgiyle yönlendirelim görüşü, disiplin verelim çünkü aksi takdirde gelecekte verimli olunmuyor görüşü hakim. Aşırı serbestliğin, yönlendirmemenin zarar verdiği bir gerçek! Aynı aşırı yönlendirmede olduğu gibi… İşte bu dengeyi sağlamak, çocuğun da üzerinde bir sanat eseri gibi çalışmak, titizlik göstermek lazım. Bunda da kadınlara büyük rol düşüyor. Annelik görevi onlarda çünkü hepimizi bir anne büyüttü. Hanımlara bundan dolayı çok saygı duyarım. Annemi çok sever ve sayarım. 91 yaşında yeryüzündeki yaşlı meleklerden birisi, hayranım ona. Annem de o sabrı bize göstermişti.

Anneniz, babalığınız hakkında yorum yaptı mı hiç?

Böyle şeyleri hiç konuşmadık. Ama annem öyle bir insan ki; şu anda dahi aradığı zaman; ‘yavrum seni uyandırdım mı, üzdüm mü, müsait misin?’ diye sorar. Beni yormak istemez, ağırlık vermeyi aklının ucundan geçirmez. Beni böyle biri yetiştirdi. İnsanın varlığı annenin anlatacakları, öğretecekleriyle bağlantılı! 8 yaşındaydım, bir gün anneme neden bilmiyorum ama kızdım; ‘evi terk ediyorum, gidiyorum ben. Paltomu hazırla bir de çıkın yap’ dedim. Keloğlan filmlerindeki gibi! ‘Nereye gideceksin oğlum burası senin evin, ben de seni çok seviyorum’ dedi. Bir yandan çıkınımı hazırlıyor bir yanda da beni ne kadar çok sevdiklerini anlatıyor. Ben aldım çıkını çıktım evden. Katiyen tehdit etmedi, beni ikna etme yoluna gitti! Bir sokak aşağıya indim ‘nereye gidiyorum ben’ diye düşündüm, iki sokak indiğimde ‘ben annemi çok seviyorum, orası benim evim’ dedim. Üç sokak aşağıya indim ‘ya babam duyarsa’ dedim! Dördüncü sokaktan geri döndüm, ‘annem acaba üzüldü mü’ diye düşünerek. İçeri girecekken annem geldi arkadan, bakkaldan geliyorum diyerek. Halbuki arkamdan takip etmiş!

Orhan Gencebay kendi ailesinin babası ama yıllardır da Türkiye’de ‘baba’ sıfatı taşıyan bir insan. Nasıl bir formülü var bunun?

Manevi babalık… Bu güzel bir duygu. Bu unvan kendiliğinden oluştu, beni sevenler taktı, onun için de çok önemli. Doğal davranıp, olduğumuz gibi görünüyoruz, bizi sevenler sayanlar bunu görüp bu unvana layık buluyor. Manevi bir baba ne yaparsa biz de öyle olduğumuzu düşünüyoruz ama hatasız baba olmaz tabii!

İDAMIMI İSTEDİLER!

Türkiye’de bir kesim tarafından dışarıda tutulurken, zamanla sayısı daha da artan diğer bir kesim de, Orhan Gencebay figürünü sevdi, benimsedi. Zamanla mı anlaşıldınız?

Şartlanmışlık ve anlaşılmazlık gibi değerlendirmelerle ilgili bir durum bu. Bazıları beni anlamadı, bazıları da anlamak istemedi. Anlasa da sevmeyebilirdi, zevkler tartışılmaz o ayrı bir şey. Ama ortada bir emek varsa ona saygı duymak lazım. Bir entelektüel bunu yapar; her ne kadar misyonu dışında da olsa emeği anlar. Ona çamur atmaz, lekelemez. Entelektüel; bilgili ve doyumlu kişidir, ön yargılı olmaz. Bazılarıysa kendi algılayabildikleri dışındakine hayat tanımaz. Bakışı, vizyonu o kadardır, onun ötesine geçemeyebilir. Ellerinde kalem olan böyle kişiler vardı; yazıp çiziyorlardı. Yeni bir yapı oluşturmuştum icra, renkler değişikti ve halk ilgi gösterdi. ‘Anlat ki seni daha iyi anlayalım’ demek yerine saldırmayı seçtiler. Sıkıntı çektik; yazılar, haberler, olaylar yüzünden... Hatta birileri 73 yılında idamımı bile istedi.

Neden?

‘Türk kulağını, müziğini bozdun’ dediler. Klasik halk müziği yapısına dokunmadım, abide gibi duruyor; sanat müziği için de aynı şekilde! Hiçbir zaman var olan bir yapıyı bozmadım, yeni yapılar ürettim sadece. ‘Bence sizin bu fikirlerinizi idam etmek lazım’ dedim onlara...

Hepimiz kendimizce bir arayış içindeyiz, siz neresinden tuttunuz neresine kadar gelebildiniz arayışınızın?

Hiçbir zaman yapamadık ama bir müzik dergâhı kurmak istedik hep. Daha çok araştırma yapmamız gerek; 40 senedir camiamızda yapmış olduğumuz çalışmalarda teknik olarak çok yol katettik. Virtüözlerin önemi, armoninin temel prensiplerinin bilinmesi gerektiğini vurguladık. Orkestrasyon olarak toplu çalışma ve iş bölümünün iyi yerlere geldiğini söyleyebilirim bu çalışmalarla ama sadece bir avuç insan içinde! Keşke her yerde verimli olunabilseydi. Bütün bu çalışmaların konservatuvarlarda yapılmasını isterdim. Yine de Türk müziğinde icrada çok büyük gelişmeler olmuştur. Bunlar olmasaydı eğer, çok daha gerideydik. Şimdi de 4 meslek grubu MESAM, MSG, MÜ-YAP ve MİYORBİR arasında bir konsensüs sağlandı. Telif hakları konusunda beraberce hareket ediyoruz. Bir sanatçı hiçbir desteğe ihtiyaç duymadan, maddi bağımlılığı olmadan, onuruyla ayakta kalabilmelidir ki bunun gerçekleşmesinde telif hakkı konusu çok önemli.

Küresel ısınma konusunda da yorumlarınız oluyor. Bu konuda da savaşınız, telif hakları konusundaki savaşınız kadar şiddetli mi olacak?

Çevre ve küresel ısınma ilgilendiğim konulardan sadece biri. Mesela 15 yaşından beri evren bilim, gök bilim ve yaradılışla ilgili sorular sordum hatta bunalıma bile girdim. 55 sene sonra Türkiye’nin çöl olacağına dair veriler varken, 20 yıl sonra içecek su olmayacağı bilinirken, sera etkisinin dünyayı sarması beklenirken nasıl duyarsız kalınabilir ki!

Film Müzikleri albümüyle 30 yıllık sinema kariyeriniz kare kare gözler önünden geçecek. Nasıl seçtiniz albümde yer alan şarkıları?

Bulduklarımızı koyduk! Müziklerini yaptığım 7-8 filmin müziklerini çıkarttık ve 2 CD halinde yayınladık ki devamı da gelecek. İlginç olan; bazı bestelerimin ilk halleri yer alıyor albümde.

Davut Güloğlu: Kadınlar kilitli kapı


Kadınlar kilitli kapı, yavaş yavaş açılıyorlar

Davut Güloğlu, kadınları çözmüş, sonra burunlarından getiriyor ama istedikleri ilgiyi veriyor. Sürpriz yapmayı seviyor ama belirlenmiş özel günlerde değil de, yerinde ve zamanında kadınını gururlandırmak için

O bir taşfırın erkeği mi? Yeri geldiği zaman öyle, hatta haddinden fazla sert. Ama hayata erken başladığı, 18 yaşında evlenip, ailesine, dosta düşmana karşı hayata dik durduğu, erkeklik mücadelesini kazandığı için artık light biri.

Aşkı tarif ederken “Bazı insan için bir güldür, yaprağı açar, bir rüzgar eser, tüm yaprakları etrafa saçılır ve biter, benim içinse güvendir” diyen, biten ilişkinin muhasebesini, kimin bitirdiğini gurur meselesi yapmayan ve yaşadıklarını sonuna kadar savunan biri. Kadınları çözmüş, sonra burunlarından getiriyor ama istedikleri ilgiyi veriyor, hem de istedikleri zaman. En kısa ilişkisi 1 yıl sürüyor; 6 ay tanıma ve alışma dönemi. Her şey yolundaysa devam ediyor, yolunda değilse de altı ay daha sürüyor yeni bir aşka hazırlık yapmak için…

Sohbetimize aşkla başlıyoruz.

En büyük aşk güvenle başlar. Bir insana güvenirseniz, o aşk bitmez. Ne zaman güven biter, o zaman şüpheler ve soğuma başlar. Bu doğrultuda anlaşmazlıklar yaşanır.

İlk başta güvenilecek biri olduğunu nasıl anlayacağız?

Ben ortasından başladım. Önce fizik tabii... ‘Önce kalbine bakarım’ demek birbirini kandırmaktan başka bir şey değil. ‘Hayranlarımız bizi izlerken kırılır, her şeyi söylemeyelim’ diye büyüklerimizden gördüğümüzü yaptık biz de başlarda. Ama gerçekleri söylemek lazım. Bir erkek bir kadına baktığı zaman kaşı, gözü önemser önce. En önemli şey bakıştır. Ben önce yüzüne, gözüne, hareketlerine bakarım. Oturması kalkması, çay-kahve içmesi, yemek yemesi çok dikkatimi çeker.

ERKEĞİN KALBİNE GİDEN YOL

Bir kadında en sevmediğiniz hareket?

Toplum içinde bağırarak, sesli bir şekilde konuşup, hareketlerine dikkat etmeden davranmak. Bir bayanın hanımefendi olması lazım… Yanındaki erkeğin neye kızıp kızmayacağını bilmesi, neleri sevip sevmediğini öğrenmesi, zeki olması lazım... Erkeğin kalbine girmenin yolu budur.

Erkek de kadının neyi sevip sevmediğini öğrenecek ve ona göre hareket edecek ama!

Tabii ama erkek çaktırmadan yapar. Takip eder, öğrenir ve çok güzel yerlerde kadının hoşlandığı şeyleri yerine getirir. Her zaman yapmaz! Yaparsa değeri kalmaz. Kadını gururlandıracak yerlerde yapması lazım.

Siz çözmüşsünüz kadınları?

Yok canım. Küçük yaşlarda evlenmenin tecrübesi demeyiyim ama etkisi var. Müzikteki gibi. Bana ‘profesyonelsin’ diyorlar. Hayır, ben kendimi hâlâ amatör olarak görüyorum. Her kadınla ilişkinde de amatör oluyorsun.

Her kadın farklı çünkü…

Aynen öyle.

Yine de söyledikleriniz kadın ruhundan anladığınızı gösteriyor.

Evde yaparsan değeri kalmaz. Eğer öbür tarafta yapmıyorsan, ‘niye orada değil de burada!’ der. Dediğim gibi güzel yerlerde yakalayıp yapmak lazım.

Neler yapıyorsunuz?

Özel günlerde farklı şeyler yapan bir insanım ama herkesin kutladığı özel günlerde değil. Birileri zorluyor diye yapmak zorunda değilim. Başkalarının tarih koyup çıkardığı şey rant kokar, bunun bir değeri olmaz. Sevgililer gününü kendim seçer, belirlerim. Tanışma veya doğum günlerinde yaparım.

YÜRÜYEN DUVAR GÖRMEMEK İÇİN

O günleri hatırlar mısınız?

Hatırlamazsam bile hatırlatıyorlar zaten. On gün kaldı sekiz, yedi, beş... Uzun yaşamak için hatırlayacaksın. Mecburen hatırlıyorum yani.

Niye mecburen? Sizin için önemli değil mi tanışma günü?

Önemli tabii! Sabah kalkıp da huzursuz olmanın anlamı var mı? Evde zaten dört duvar var, bir de yürüyen duvar görmek istemiyorsunuz.

O anlamda değil. Neden sadece biz önemseyelim, sizin için önemli değil mi tanıştığınız gün?

Erkeklere yük geliyor bunlar. En azından bana öyle geliyor. İlişkimiz iyi gidiyor diye, niye tanıştığımız güne geri dönelim, kavgaları hatırlayalım? Ama kadınları mutlu etmek adına yapıyoruz. Gece 12’ye kadar iyiyim. Sonra sıra bana geçiyor.

İntikam alma faslı yani...

Oyun yok bende. Sinsi değilim, saklamıyorum. Onu mutlu edip, istediğini verdikten sonra ‘artık sıra bende!’ diyorum.

Çok kötüsünüz. Geçelim bu konuyu... Gelelim kalbi acıtan, insana olmadık şeyler yaptıran aşklara.

Evlenip gittiler, onlardan bahsetmek olmaz. 6 yaşından itibaren hep kız arkadaşlarım oldu.

Hızlı bir çapkınlık dönemi mi?

Değil aslında. Ben öyle birini bırakıp, öbürüyle çıkan biri değildim. Bir yıldan fazla sürerdi ilişkilerim. Zaten tanıyana, kendimi alıştırana kadar 6 ay geçiyor aradan, canın çıkıyor, üzülüyor, zayıflıyorsun, kalkıp yenisiyle uğraşmaya halin kalmıyor.

YENİSİYLE UĞRAŞMAKTANSA

Yenisiyle uğraşamam, diyorsun.

Bu kadar yatırım yapmışız, kolay mı? Kendini anlatıyorsun, bir hayat veriyorsun. Kalbine giriyorsun. Sonra bir bakıyorsun bu değil benim istediğim, ben burada olmamam, kalamam diyorsun.

Neden?

Saklıyor kendini çünkü. Kilitli kapı. Yavaş yavaş çözülmeye başlıyorlar. Önce bir kapı açılıyor, sonra öbür kapı, sonra bir diğeri. Huyları çıkıyor ortaya. Ama ne oluyor, Davut gene ayrılmış oluyor. Erkekler suçlanıyor ya genelde, ya aldatmıştır ya bir şey yapmıştır…

Erkeklerin de hoşuna gidiyor ama böyle söylenmesi genelde.

Evet, kadın aldatsa bile, ben aldattım der erkek. Gurur meselesi yapar. Benim yoktur böyle şeylerim. Bitmişse ilişkimiz, ‘sen söyle’ diyorum, ‘Davut’u ben bıraktım’ de! Niye utanayım ilişkiden?

Aşk hayatı renkli birisin.

Yok canım! Toplasan bir tabakta bir çatal olmaz.

Çatalın uçları kadar mı?

Evet. 3 veya 4 tane. O insanların hepsine de saygı duyuyorum. Hepsinin ayrı bir yeri var.

Biten ilişkilerin ardından böyle konuşmak çok önemli. Genellikle kirli çamaşırlar ortaya dökülür.

Çamaşır almadığımız için bizim olmadı. Medyada yanlış haberler çıkıyor bazen. Öyle mesajlar geliyor ki bazı bayanlardan. Senin sırtından rant kazanmaya çalışıyorlar. Bir bayan sizinle arkadaş olmaya çalışıyor, ilgilenmezsen bunu ranta dönüştürüyor.

Kadınlardan mı geliyor teklif? Tanımmış veya tanınmamış kadınlar gelip, sizinle tanışmak mı istiyorlar?

Tanınmamışlar sevecenlikle geliyor. Onlardan bir zarar gelmez. Tanınmışların yüzde 50’sini de ayıralım ama yüzde 50’si rant peşindedir.

Ne yapıyorsunuz peki?

Hiçbir yere gitmiyorum, kimseyle fazla samimi olmuyorum.

İlk baştan beri mi böyle? Tuzağa düştüğünüz oldu mu?

Düştüm tabii. İlk başlarda toydum. Herkese iyi bakıyorduk, kendimiz gibi sanıyorduk. Bir kadın hakkında soru soruyorlar, kırılmasın diye ‘güzel kadın, hoş kadın’ diyorduk. ‘Davut göz koydu!’ diye alt yazılar geçiyor. Ayarlanmış, haberler yapılıyor. Bu hataları yapıp ders aldık. Ders aldık ama şimdi bile düşebilirim tuzağa.

Ünlü olmanın bedeli bunlar.

Birileri sizin hakkınızda çalışıp, yorum yapıyor. Mesela ceviz yediğinizi söylediniz, ceviz değil de badem yediğiniz yazılıp çizilir, o bademi nasıl yediğiniz anlatılır. Kazayla Davut yanlış biriyle sarmaş dolaş olsun yeter ki!

Kapak oluyor yani…

Evet, “Kapak Olsun” diye…

Son ilişkiniz nasıl gidiyor?

Bir seneyi geçti Yeliz Şar’la olan beraberliğim.

Altı ayı atlatmışsınız, nasıl biri?

Acayip sinirli… Ama çok şık bir insan.

Neye sinirleniyor?

Fark etmez. Şurada bir şey konuşayım, bir şeyi yanlış söylemişsem vay halime! Artık ‘niye öyle yaptın, niye bunu dedin?’ diye sorar da sorar.

Rahatsız ediyor mu sizi?

Tabii ki rahatsız ediyor. Söylüyorum, ama huyu böyle. Ben de güzel taraflarına bakıyorum. Kimse dört dörtlük değil. Dört üçlük veya dört ikilik olsun yeter. Aslında ilişkiden söz etmeyi sevmiyoruz. Bahsedince göze geliyoruz.

Çok sevip alıştırmamak lazım

Karşı cinsi ilk keşfettiğiniz döneme gelelim.

Benimki biraz erkendi. Sevdiğim kız arkadaşlarım vardı, çocukluk arkadaşlarım. Onlarla oturmak, saçlarına dokunmak çok hoşuma giderdi. Aşırı derecede etkilenirim uzun saçtan. Kadın dediğin uzun saçlı olmalı. Halamın kızı vardı, saçları beline kadardı. Saçlarını tarardım hep.

Şimdi de tarar mısınız sevdiğiniz kadının saçını?

Tabii ki. Çok severim. Kadınlar aslında küçük bir çocuk gibidir. Şeytani tarafları vardır ama melek tarafları da vardır. Çok severseniz, mutlu ederseniz sevimli bir kedi gibi olurlar. Ama koparsanız onlardan hırçınlaşır, kaplana dönüşebilirler. O yüzden çok sevip, alıştırmamak gerekir. Her dakika isteyecek çünkü! Bir robot yapıp bırakmak lazım, sürekli sevsin onları diye.

Kadın sever ilgiyi.

Hem de nasıl. Ne kadar verirsen alıyor. Şu suyu her gün doldur önüne koy, iyisin. Bir gün koyma, kavga çıkar.

Banu Alkan: 'Cartier tek taştım


'Cartier tek taştım, Murat beni misket yaptı Çünkü o bir sokak çocuğu'

Pembe bir sanrı nöbeti gibi konuşuyor Banu Alkan. Bazen al al oluyor, bazen altın suyuna batıp çıkıyor... Türkân sultanımız, Ajda divamız, Müslüm babamız, Orhan ağabeyimiz ise, Banu da sürreal ikonumuz... Şimdi bir gece kulübüyle anlaşan Alkan, "Kendimi bulacağım," derken, eski nişanlısına da gönderme yapıyor..

-Markaları, para bolluğunu ve jetset'in gittiği yerlerde bulunmuş olmayı bir kenara koyarsak, geriye ne kalıyor Banu Hanım?
- İçimdeki çocuk kalıyor, bebek tarafım... Ben hâlâ onu içimden atamıyorum. Hayat çok zor, benim o çocuğu bırakmam lazım, ama o kendisi gitmiyor.

- Onu siz bırakmak istemiyorsunuz bence, neden?
- Bugün var, yarın yokuz. Bunu bile bile onu bırakamam ki... Ama bırakmadığım için de yalımı, yaşam tarzımı kaybettim, insanların kötülüklerine maruz kaldım.

- Porselenler, varaklar, saatler, mücevherler niçin bu kadar önemli sizin için?
- Hiç önemli değil. Ben toprak kızıyım, ben testiden su içmeyi de çok seviyorum. Ama bütün güzellikler insanların hakkı. Kraliyet aileleri en güzel kadehlerden sularını içiyorlarsa, o güzel kadehler insan için yaratılmışsa, neden önemli olmasın? Ben de bütün insanlar gibiyim. Güzele baktıkça, beynimde bir hormon salgılanıyor, bütün samimiyetimle hissediyorum o bahsettikleri salgıyı. Vazgeçilmez bir salgı, herkes gibi bana da mutluluk veriyor.

- Bir şeyin 'marka' olması kafanızda nasıl bir yerde?
- Marka, kalite demek. Kalite de huzur demek. Marka benim için şuradaki temiz deniz suyu gibi bir şey. Şimdi siz temiz su dururken, kirli suya girmek ister misiniz? Marka temizliktir benim için, keyiftir. Cemil İpekçi basmadan nefis bir elbise dikmişti Azra'ya, çok kaliteydi. Fakat ben her zaman 'ipek saten' derim Şebnemciğim, giy giy eskimiyor, bir de üstünüzde kayıyor... Anlatılmaz, başka bir şey o.

'Cahide ikinci doğuşum olacak'

İzzet Çapa sizi Cahide'de programa nasıl çağırdı?
- İzzet, herkes adına dahice bir teklifle geldi bana. 12'den vurdu yani. İnsanlar beni Cahide'de gördüklerinde, o en yüksek seviyedeki insanlar bile bana bir ilaheymişim gibi dokunmaya, çığlıklar atmaya başlıyor. İnanın, merdivenlerden inişim izdiham içinde 15 dakikamı alıyor. Dünya sineması benim gibi büyük bir efsaneyi kaybetti ama Cahide benim ikinci doğuşum olacak, inanıyorum.

- Şarkı söylüyor musunuz?
- Playback yapıyorum. Sadece üç şarkılık bir program değil ama. 09.00'da başlıyorsam, 01.00'de bitiriyorum. İnsanlar etrafımda bana bir kraliçeymişim gibi davranıyor, kendimi çok iyi hissediyorum.

- Ama geçen hafta yoktunuz?
- Öyle ama İzzet beni sıkıştırmaz. Ben bu yaz o kadar farklı olaylar yaratmak istiyorum ki. Birkaç kilo fazlam var. Yüzmek, kilo vermek ve yanmak istiyorum. İzzet de "Parayı peşin aldı, beni yarı yolda bırakır mı?" diye düşünecek diye ödüm kopuyor. Ama "İzzet, kendimi iyi hisseder hissetmez, yanındayım!" bebeğim.

- Neler olacak bu yaz Cahide'de?
- Sürpriz... Piyanonun içinden bile çıkabilirim, büyük bir şov hazırlığı içindeyiz. 15 gün gibi çok kısa bir süre içinde kilolarımdan kurtulmak, program esnasında 'oram açıldı, buram gözüktü' diye üzülmemek için bunu yapıyorum. İzzet ayaklarıma kumsal kumları getirtecek sahnede bana, ona layık olmalıyım. Zaten bazı haftalar gelemeyebileceğimi kendisine izah etmiştim. Yüzde 100 iki hafta sonra oradayım.

- O ölçüden çok uzak olmanıza rağmen, göz göre göre "90-60-90"ım demiştiniz. Bunu nasıl yapabildiniz?
- Şekerim, ben o fazla kilolarımı versem, hakikaten 90-60-90 bir kadınım. Belimin oyuğu, kalçamın gelişi, kemik yapım. Bugün o kiloyu vereyim, 15 günde ben gene 90-60-90'ım. Benim ölçülerim bu. Ayrıca Türkiye'de insanlar 90-60-90'ın ne ölçüsü olduğunu dahi bilmeden, onun ne demek olduğunu onlara öğretmiş kadınım.

Çarşamba, Haziran 13

Semih Saygıner: 50 bin YTL’yi


50 bin YTL’yi alamadım ama milyonların sevgisini aldım

Dünya Bilardo şampiyonu unvanı taşıyan Semih Saygıner, ‘Şarkı Söylemek Lazım’ın sürpriz ismiydi; yine sürpriz bir biçimde elendi. Saygıner’le yarışma sonucundan bilardo dünyasına çok şey konuştuk ve

o da sözünü hiç esirgemedi

Semih Saygıner kendi başvurmuş bu yarışmaya, öyle bir müzik aşkı var yani içinde. Onunla söyleşirken insan ister istemez ‘bir kişisel gelişim mucizesi’ ile konuştuğu izlenimine kapılıyor ve ‘insan bu, azıcık da zayıflıkları olur’ diye bağırası geliyor. Buna karşın sempatik, esprili, konuştuğunu dinletiyor ve konuşurken öğretiyor.

Yarışmadan başlayalım; kaybettiniz...

Net tavrımı gösterdiğimi düşünüyorum.

Pek tavrınızı göremedik…

Hiç üzülmedim. Zaten yarışı iyi bilen bir insanım. Hayatta da her şey bir oyun. Zuhal adına sevindim. Göbek atmadım ama sonuçta o benim arkadaşım.

Bekliyor muydunuz bu sonucu?

Beklemiyordum çünkü 5 hafta üst üste ben birinciydim. Zuhal’in hatırladığım kadarıyla birinciliği yok. Bir anda antipatik olacak hiçbir şey yapmadım. Neden olduğunu bilemem, yorum yaparsam da doğru olmaz. Ama sürpriz olduğunu herkes söylüyor. Yarışmaya girerkenki tavrım, içimdeki müzik tutkusunu dürtmekti, birincilik değildi. Zuhal’in birinciliği bir şeyi değiştirmiyor. 50 bin YTL’yi harcarım biter ama 5 milyon insanı harca harca bitmez. Ben orada gerçek bir sporcunun ve benim nasıl olduğumu insanlara anlatabildiğimi düşünüyorum.

VATAN HAİNİ BİLE DEDİLER

Teklifler var mı?

Bir televizyon şovu hazırlığındayız. Hayatta beni başarıya götüren iki kavram vardır; biri fırsat biri hayal. Hiç fırsatçı olmadım ama bütün fırsatları çok iyi kullandım. Hiç hayalperest olmadım ama hayaller kurdum. Aralarında ince bir çizgi vardır. Önü alınmaz bir biçimde kendimi geliştirirsem, çok güzel sesler çıkarmaya başlar ve insanları etkilersem kaset yaparım. Ama şu an düşünmüyorum. Şan eğitimi alacağım önce.

Sırf bu yarışma için, yapılan bir uluslararası şampiyonaya katılmadığınız söyleniyor…

Doğru değil, ben turnuva öncesi zaten moral motivasyon anlamında başarısız olacağımızı, Türk bilardosunun kanadığını söyledim. O turnuvaya giderken başarılı olmayı beklemiyordum ve ben sadece tecrübemle üçüncü olabildim, hatta müziğin bana motivasyon kattığını söyledim.

Popüler olmayı seviyorsunuz ama…

Bir şeyi iyi yapmayı seviyorum, küçükken tebeşiri jiletle kazıyıp otomobil yapardım, bunu meşhur olmak için yapmazdım. Bir işi becermeyi bana gelen sevgi için seviyorum. Böbürlenme malzemesi yapmıyorum. Ünlülük dediğimiz şey var ya, ‘ünlü’ etrafa caka satan adam; öyle değilim, hayatım boyunca da olmayacağım. Ama sahnede olmayı seviyorum ve sahneden indiğim anda, normal bir adam olmayı çok iyi bilen bir insanım.

Bilardo için bir hedefiniz kaldı mı?

Fazla şampiyonluk göz çıkarmaz ki! Bir daha dünya şampiyonu olacağım diye şikayet eden bir adam gördünüz mü? Hedefim tekrar dünya şampiyonu olmak, klasmanda bir numaraya çıkabilmek. Şu anda 11’inciliğe düştüm, birdenbire 5’inciliğe de çıkabilirim. 21-22-23 Haziran’da 3 gün Las Vegas’ta dünya premieri yapılıyor ve orada imzalı masam çıkacak. Kendimden üçüncü şahıs olarak bahsetmeyi sevmem ama Semih Saygıner isminin 60’larıma geldiğimde bir marka olması için şimdiden çalışıyorum. Bir de ıstaka firmasıyla anlaştık, EuroAsya. İmzalı ıstakalarım dünyanın her yerine pazarlanmaya başladı.

Bilardo camiasındaki hayranlarınızdan nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Mesela bir Japon’a el havlumu verdim kendini yerden yere attı, ‘Semih Saygıner’in el havlusu’ diye, ama bu duyguyu anlayabiliyorum. Raymond Collemans’ı gördüğüm ilk gün inanamamıştım!

Bilardo federasyonu ile aranızda tam olarak ne oldu?

Birine “sen tekstile gönül vermiş bir adamsın gel de şu tekstilin başına geç” diyemezsin, bence spor da böyle yönetilmeli. Gönül vererek olmaz bu işler, gelişmenin en önemli kriteri de yönetimdir, profesyonel yöneticin, basın danışmanın yoksa olmaz. Profesyonel masörün yoksa sakat kalır sporcu, her iş erbabına bırakılmalı. 2003-2004 yılları arasında dünya şampiyonu olmuş bir ikiliyi oturtup başka bir ikiliyi gönderirseniz hem spora hem de ülkeye zarar verirsiniz. O spor dalının çökmesine, motivasyonun yerle bir olmasına, insanların küstürülmesine kadar varır ve spor dibe vurur. Çünkü sporcu motivasyon olmadığı zaman hiçbir şey yapamaz.

SUÇLU OLACAKTIM BİLARDOCU OLDUM

Uzaklaştırılma sebebiniz neydi…

Vatan hainliğime kadar götürüldü. Ama hepsi gün ışığına çıkacak.

Siz ne yaptınız?

İtirazlarım da kabul görmedi, sonra sağduyulu davranıp, birleştirici olmaya çalıştım. Bu işi yapan insanlarla gerekli pozları da verdim. Ama döndü dolaştı iş aynı şeye döndü. Ercan Güven’in Milliyet’te çıkan köşe yazısından sonra, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin bir soruşturma açtı ve şimdi soruşturmanın neticesi bekleniyor. Ortaya çıkıp patırdasaydım, bir anda kötü adam ilan edilecektim. Çok zor günler yaşadım ama yansıtmadım. İş ‘milli formayı reddetti’ye kadar geldi ama her şey ortaya çıkacak, güneşi balçıkla sıvayamazsınız.

Küçük yaşta anne babanızı kaybetmeniz sizi nasıl etkiledi?

Psikolojik travmalar yaşamışım çok da farkında değilmişim. Okuldan uzaklaşmışım. Sevgi eksikliğimi 16 yaşında tanıştığım bilardoda buldum. İlk ıstakayı elime aldığımda insanlar işe olan yatkınlığıma sevgi gösterdiler, beni sevdiler. Yaptığım işte temaşa var. Beceriksizliğinize bile ses çıkarmazlar, sporumuzda hep takdir ve sevgi vardır, bir vuruşu 10 kere deneseniz bile. Hayatım bu anlamda derlendi toparlandı. Belki potansiyel suçlu olacakken önce iyi bir birey, sonra da işinde başarılı bir adam oldum. Bunu da takdir ve sevgiye borçluyum. Maalesef bu konuda çok cimri bir toplumuz, elinden gelenin en iyisini yapanı bile beğenmez, bunu da halt sayarız.

Şimdi artık sevgi eksikliği yaşıyor musunuz?

Yaşamıyorum, çünkü karşılıksız bir şey değildir sevgi. Yalan bir sevgi vardır ya mesela ünlü olursun, müzik yaparsın karşılığında seni çok severler, sonra revaçta olmazsın artık, seni sevmezler ya, psikolojik bunalımlar başlar ya... Şöyle bir felsefem vardır; sevgiyi karşılıksız bırakırsanız bir süre sonra hüsranları yaşarsınız. Ne iş yaparsanız yapın, ne kadar ünlü olursanız olun, size gösterilen sevgiyi karşılıksız bırakmayın. Bana gösterilen sevgi değil, benim gösterdiğim sevgi de önemli. Sevgi acıma duygusu değil, sevgi kelebeği olmak da değildir. Karşındaki insana sosyal statüsü ne olursa olsun değer vermektir sevgi ve ben de bunu iyi becerebildiğimi sanıyorum.

Oray haklıydı

Jürİyle aranız nasıldı? Mesela Oray Eğin’le...

Eleştirmeyi sevmeyen bir toplumuz ya mesele de bu. İnci Çayırlı’ya “Siz büyük bir demagoji ustasısınız” demenin neresi hakaret içeriyor? Ya da “Zülfü Livaneli bu şarkıyı en kötü okuyan şarkıcıdır” demek hakaret midir? Yorumdur. İnci Çayırlı’nın söylediği söz çok enteresandır; “Sen daha doğmadan ben bu alkışları almış insanım” demek ne demek? Bir insanın genç olup başarılı, olma hakkı yok mudur? O zaman duayenlik nerededir? Ben benden çok daha genç ve beni geçmiş bir insanı çok rahat alkışlayabilirim. Bu yanlış bir tavırdır ama kimse bir şey söylemedi. Oray’ı savunmuyorum, doğru konuştuğunu düşünenler vardır yanlış konuştuğunu düşünenler vardır. Aynen Olcayto Ahmet Tuğsuz’un bana “Birçok modacı görüyoruz Türkiye’de, hepsi de ‘dünya çapında modacı’ diyor kendisine ama internete girdiğimiz zaman hiçbirinin yabancı sayfada ismine rastlayamıyoruz, sen nasıl bir dünya şampiyonusun” diye sorduğunda benim bozulmamam gibi. Dünya tanımış, siz tanımasanız da olur diyebilirdim ama kavga etmeye gerek yok ki. Bin tane bahane bulurum kavga etmek için. Aslolan iyi anlaşmak değil anlaşamadığın insanla iyi kalabilmektir.

İnsanın Şifresi çözüldü: % 98 pin kod


İnsanın Şifresi çözüldü: % 98 pin kod, % 2 özgür irade

Biri çıksa, size gerçekte kim olduğunuzu haykırsa ve yaşamınızın gidişatının sadece sizin elinizde olduğunu söylese, olası riskleri ve avantajları da açık etse… Üstüne üstlük bu uğurda bir yol da gösterse ne yapardınız? İşte, ‘pin kodu’ denilen yöntem hepsini söylüyor! Duymaya hazır mısınız?

Güney Afrikalı fizikçi Dougles Forbes, 20 yıl önce ‘pin kodu’ denilen ve matematiksel bir orantıya dayanan, bilimsel yöntemi keşfetmiş. 2 yıldır da Cem Şen, Forbes’ten öğrendiği pin kod analizlerini ülkemizde gerçekleştiriyor. Sahibi olduğu Klan Yayınları’ndan çıkan ‘İnsanın Pin Kodu’, ‘İlişkilerin Pin Kodu’, ‘Kaderin Pin Kodu’ adlı kitaplar dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama, ben pin kodu kavramını duyduğum andan itibaren merakıma gem vuramadım. “Pin kodu da nedir”, diyerek Cem Şen’in kapısını çaldım. Kendinizi tanımaya, hayatınızın gidişatını öğrenmeye hazırsanız, işe bu röportajı okuyarak başlayabilirsiniz. Bu arada, nasıl beslenmeniz gerektiği, hangi hastalıklara yakalanabileceğiniz, işiniz ve ilişkinizdeki başarının sırrı, çocuğunuzu nasıl yetiştireceğiniz gibi soruların cevabı da pin kodunuzda yani doğum tarihinizde gizli, bilesiniz!



Pin kodu nedir?

Jung, “her günün bir enerjisi vardır ve insan içine doğduğu günün enerjisini alır” der. Pin kodunun mucidi Dougles ise “herhangi bir günün enerjisi sadece bir rakam ve bu da doğum tarihidir” der. Doğum tarihine de, 9 aylık süre içinde bilinçli ya da bilinçsiz anne karar veriyor. Ve biz bir insanın doğum gününü bildiğimizde, o insanın karakterinin şifresine, yani pin koduna ulaşmış oluyoruz. Bu da o kişinin özelliklerini, niçin bu dünyada bulunduğunu, kabaca bundan sonraki günlerde neler yaşayabileceğini anlatıyor.


Ya özgür irade?

Özgür irade her zaman var, çünkü biz pin kodla potansiyelleri tartışıyoruz. Çok muhteşem başarı elde etme potansiyeli olan bir dönemde, insan özgür iradesiyle o kadar da muhteşem başarılara imza atamayabilir.


Ya, aynı gün doğan insanlar?

Aynı gün doğan insanlar yaklaşık olarak aynı potansiyellere ve aynı kişilik özelliklerine sahipler. Aynı insanlar değiller ama aynı gün doğan herkesin aynı şeyleri yapma potansiyeli var; sadece coğrafi konumları, eğitimleri, anne-babalarının farklı oluşu durumu değiştirebiliyor. Hatta başka günlerde doğup aynı pin kod kombinasyonlarına sahip insanlar olduğunu da görebiliyoruz.

ANNE, BEBEĞİ PROGRAMLIYOR


Annenin, bebeğinin doğum gününe karar vermesi de çok ilginç…

Pin koda göre; anne rahmine düştüğü andan doğumuna kadar geçen sürede anne, bebeği programlıyor. Eğer kişinin doğum tarihini bilirsek, kabaca hamilelik sürecinde neler olduğunu söyleyebiliyoruz. Örneğin, göbek kordonuna mı dolanmış, erken mi doğmuş, anne daha önce bir çocuk mu kaybetmiş, anne-babayı yanında hissedememiş mi gibi… Sonuçta, hamilelik sırasında yaşananlar gelecekte yaşanacakların da ipuçlarını veriyor. Bebeğin niçin yapıldığının motivasyonu da çok büyük bir öneme sahip; o insanın ne olacağı, gelecekte neyin peşine düşeceği konusunda…


Öyleyse, anne aslında her şeye karar vermiş oluyor!

O kadar da bilinçli bir seçim değil elbet… Annenin hamilelik döneminde yaşadıkları, hissettikleri, algıladıkları ve istekleri; hepsi bir arada… O yüzden yüzde 100 bilinçle verilen bir karar değil şüphesiz, ama yine de doğum anına karar veren kişi anne!


Başarısız ve mutsuz insanların faturasını annelere mi keseceğiz?

Kesinlikle hayır! Çünkü istisnasız her pin kod eşit derecede başarılı ve başarısız olma potansiyeline sahip. Çünkü her pin kodun birçok aktif ve reaktif özelliği var. Ve bütün mesele hangisini açığa çıkarttığımızda… Özgür iradenin yanı sıra, yaşananlar, sosyal durum, eğitim vb. yaşarken neyi açığa çıkarttığımız konusunda etkili.


Yani, kim olduğumuzu öğrenmemiz için bir yol pin kodu…

Kesinlikle… Diyelim ki ben yaratma grubunda doğmuşum ama yönetici olmaya zorlanıyorum. Sonuçta, olmadığım bir karakteri sergilemeye başladığımda, sonradan öğrenilmiş bir karakter modeli geliştirmeye başlıyorum. Sonuçta mutsuz oluyorum. İşte, pin kodunun en önemli, en kilit noktasında kim olduğumuz sorusunun cevabı var. Ne yaşayacağımız sorusunun cevabı ondan sonra geliyor, çünkü bu bir potansiyel… Kilit nokta kim olduğumuz!


Pin kod bir bilim mi?

Bence kesinlikle bir bilim. Ve yüzde 95-98 oranında bir geçerlilikle çalışıyor. Geri kalan yüzde 2’lik oran da özgür irade! Özgür iradenin oranının ne kadar olduğu o kadar önemli değil, çok büyük değişimler yaratabiliyor ama yine de var olan potansiyeli değiştiremiyor, sadece var olanın kullanımını değiştirebiliyor. Onun için kritik ve zor dönemler önceden bilinirse, ki pin kod sayesinde bilinebilir; hazırlanarak, duruma göre önlemler alınarak atlatılabilir. Ama krize ne kadar yakınsanız, atlatmanız da o kadar zorlaşmaya başlıyor.

OK YAYDAN ÇIKMADAN


İnsanlar size de yumurta kapıya dayanınca mı geliyorlar?

Şimdiye kadar yüzlerce pin kod analizi yaptım ve ilginçtir ki, insanlar bize her zaman en kritik noktadayken geliyor! Yani, ok yaydan çıkmış ve şanslıysa ok yaydan çıkmadan az önce geliyorlar. Ve o noktada, zaten yapılabilecek çok fazla bir şey olmuyor. O yüzden ben her zaman mümkünse herhangi bir sorun yokken pin kod analizi çalışılmasını öneriyorum. Çin tıbbında bir söz vardır: Hastalık başladıktan sonra hastalığa müdahale etmeye çalışmak, susuz kaldıktan sonra kuyu kazmaya, savaş çıktıktan sonra silah hazırlamaya benzer…


Genetik olarak kodlanmış sağlık problemlerimiz için yorumunuz nedir?

Bir insan kendisi olmadığı şeyi yaşamaya (oynamaya) başlıyorsa, yani pin koduna uygun olmayan bir yaşam sürüyorsa, genetik kökenli bu mayınlara da basmaya başlıyor. O yüzden pin kod sayesinde, önce “kimsin” sorusunun cevabını bulmak çok önemli. Çünkü ancak kim olduğunu anladığın zaman ve o olduğun insana doğru adım atmaya başladığın zaman, mutlu ve sağlıklı olabilirsin. Tabii bu dönüşüm, kozadan kelebeğe dönüşmek gibi ve elbette doğumlar acı vericidir, ama yine de kendini doğurabilirsin…


Peki, insanlar gerçekten kendini tanımak istiyor mu?

Herkes kendini tanımaya istekli, ama hazır mı bilmiyorum. Çünkü herkes zaten kendisi için önceden bir karakter modeli geliştirmiş durumda. Pin kodu analizinin de, “ben genelde şöyle bir insanımdır” cümlesini onaylamasını istiyorlar. Ama maalesef her zaman onaylamayabiliyor. Kişi olmadığı bir şeyi olmaya zorlanmışsa pin kod bunu söylüyor. Herkesin bir kişilik özelliği ve bu dünyada bir işlevi vardır. Bütün mesele de insanın kendisini tanıyarak işlevini yerine getirmesidir. Bir kalemseniz yazmanız gerekir, çay karıştırıcısı olmanız değil! Sonuçta bütün mesele, insanların gerçekte kim olduklarını öğrenmeleri ve bunu yaşamaya izin vermeleri. İzin verme konusu tabii dertli bir konu ve bu noktada profesyonel destek çok işe yarayabilir.


Kendini tanıma ve gerçekleştirme konusunda başka yöntemler de var mı?

Kesinlikle var! Doğru kullanıldığında astroloji, psikoloji, yaşam koçluğu, bioenerji hepsi bir yöntem olabilir. Hatta tevekkül de bir yöntemdir. Fakat pin kod çok hızlı bir yöntem, yeri geliyor, tek seansta bile hedefe atış yapabiliyorsunuz. Zaten, insanı kendi haline bırakırsanız, kendi oluyor, kurcaladığımız zaman bozuyoruz. İşte, pin kod bize insanın özgün haline nasıl dönebileceğini anlatıyor. Ve yaşamın sorumluluğunu kişiye bırakıyor. Kadere meydan okuduğumuzda mutsuz oluyoruz. Bir ağaç düşünün, baharda meyve vermesi gerekirken kışın meyve vereceğim diye kasıyor, sonuç hüsran! İnsan için de bu geçerli…