Pazartesi, Aralık 24

Hülya Ayrılmasın Saran İyidir


Feraye ile büyük bir aşk yaşıyorum

İlk kez iki çocuğuyla objektiflere poz veren Kaya Çilingiroğlu, eski eşi Hülya Avşar'ın Sadettin Saran'la yaşadığı ilişki hakkında konuştu.

Çilingiroğlu, "Saran iyi biri, ilişkinin devam etmesini isterim" dedi.
Dilerim mutlu olurlar
Hülya Avşar ile Sadettin Saran'ın ilişkisi, açıkçası beni ilgilendiren bir konu değil. Bu Hülya Hanım'ın kendi seçimidir. Ama ben ilişkisinin devam etmesini isterim. Çünkü hayatındaki insan, iyi birisine benziyor. Çocuğunun olması da bir avantaj... İşi gücü de yerinde. İnşallah mutlu olurlar.
40'ımdan sonra duruldum.

Erkeğin 40'ından sonra azdığını söylerler ama bende tam tersi oldu. Her şeyi zamanında bitirdik, kapattık. Hülya ile yaşamak zordu. Hayatımız halka açıktı. Şimdi öyle yaşamıyorum. Ama bu söylediklerim "Hülya ile huzursuzdum, Feraye ile huzurluyum" gibi algılanmasın. Dinginliğim yıllarla alakalı bir durum.

En büyük mutluluk çocuk değil mi?- Kesinlikle. Onlar benim hayatım. Kaya’ya "Kabadayı" diyorum. Çünkü evde sürekli bağırıp çağırıyor. Tam serseri... Zehra ise benim ilk gözağrım. O çok özel bir çocuk. Kaya da ablasına áşık. Evde bir tek onun peşinden ayrılmıyor. İkisi bir arada olunca onları izlemek beni çok mutlu ediyor. Gece hayatım tamamen bitti zaten. Böyle çok iyiyim.

Evet, son zamanlarda daha dingin, daha sakinsiniz...

- Bir çocuğum 10 yaşında, diğeri ise 15 aylık... Erkeğin 40’ından sonra azdığını söylerler ama bende tam tersi oldu. Ben herkesin gittiği yerin, tam tersine gitmeyi seviyorum. Dediğim gibi her şeyi zamanında bitirdik, kapattık.

FERAYE İLE ÇOK İYİ SEVGİLİYİZ

Feraye Hanım da iyi geldi galiba size...

- Tabii ki. Hülya ile hayat yaşamak zordu. Onun hayatı çok tempolu... Peşinde kameralar, her gün röportaj, televizyon programı. Zor bir hayat yani. Hayatımızı halka açık yaşadık. Şimdi böyle yaşamıyorum. Golfümde, evimde, seyahatimdeyim. Ama bu söylediklerim sakın "Hülya ile huzursuzdum, Feraye ile huzurluyum" gibi algılanmasın. Bu dinginliğim yıllarla da alakalı bir durum. Çünkü daha da olgunlaştım.

Feraye Hanım’la ilişkinizin temelinde ne var?

- Bizim ilişkimizin temelinde güven var. Karşılıklı güvene dayalı bir birliktelik... İlk başta bunu söyleyebilirim.

n Çok iyi arkadaş mısınız, yoksa sevgili mi?

- Arkadaşlığımız çok iyi ama daha çok iki iyi sevgiliyiz. Ve ben bu durumdan çok memnunum. Yani sevgili halimiz hiç bitsin istemiyorum.

Evlenince bu durum bitiyor, değil mi?

- O konulara hiç girmeyelim... Evet, bu sevgili durumu evlenince ne yazık ki bitiyor. Bazıları inanmıyor ama maalesef bitiyor. Ben Feraye ile sevgili halimizden çok memnunum.

Feraye Hanım da bu durumdan şikáyetçi değil galiba...

- Eğlenceli, renkli bir adamımdır.

Zor anlarında Hülya Hanım’ın da yanında oluyorsunuz. Bu durum evde sorun yaratıyor mu?

- Hayır. Zaten artık ona yaptığım bir şey yok. Ama bir şey sorarsa, danışırsa ya da halledemeyeceği bir konu olursa, memnuniyetle yanında olurum. Çünkü Hülya benim çocuğumun annesi ve çok iyi arkadaşım. Eğer ben onunla bu kadar iyi arkadaş olabileceğimizi tahmin etseydim, 5 yıl önce ayrılırdım. Ne gerek varmış ki bunları yaşamışız? Son 4-5 senemiz çok sıkıntılı geçti. Elimde olmadan yaptığım şeylerden dolayı ciddi yara aldım. Hülya yara almadı o konularda.

Nasıl yara aldınız?


- Ben kötü adam oldum... Neyse bunları konuşmak istemiyorum artık.

Ailece tatile gitmeniz, Hülya Hanım’ın Kaya’ya bakıp, sizin Feraye Hanım’la yemeğe çıkmanız, topluma ters geliyor. O yüzden de zaman zaman eleştirildiniz. Siz durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bence medeniyetten kimse bir şey kaybetmez. Bir insan evlenip ayrılmışsa, arada çocuk varsa, o insanlar arkadaşlık edebiliyorsa, birbirine yardım edebiliyorsa, bunda ne gibi bir kötülük var? Doğal bir şey bu. Evet, biz birlikte seyahat de ettik. Çünkü kızımın anne ve babasını bir arada görmesi gerek. Sonuçta Zehra’nın suratına baktığım zaman onun mutluluğunu görünce, yanlış yapmadığımızı düşünüyorum. Geçen gün Zehra’yı okuldan almaya gittim. Bir veli yanıma gelip, "Sizin bu durumunuza bayılıyorum. Çok iyi idare ediyorsunuz. Zehra’nın yüzündeki mutluluk diğer boşanmış ailelerin çocuklarında yok" dedi. Budur benim için önemli olan. Kızımın mutluluğu.

BEN HÜLYA’NIN BU İLİŞKİSİNİN DEVAM ETMESİNİ İSTERİM

"Çok iyi idare etme" konusunda Hülya Hanım’ın gösterdiği özveri müthiş ama... Asla yanlış bir tutum içerisinde bulunmadı ki yapabilirdi de... Çünkü kalbi kırıktı, yaralıydı...

- Kesinlikle... Ama biz ayrılırken hep şunu konuştuk; "Medeni olalım. Yürümüyorsa yürümez ama çocuğumuz için zaman zaman beraber olalım..." Bu konuda bana her zaman yardımcı oldu.

Merak ettim, Hülya Hanım’la Feraye Hanım görüşüyorlar mı, konuşuyorlar mı?

-Yok, zannetmiyorum. Hiç konuşmadılar da. Ama Zehra bizde olduğu zaman Hülya, Feraye’nin telefonundan onu arıyor. Bazen de eve Kaya’yı sevmeye geliyor.

Peki... Kaya Bey biliyorsunuz Hülya Hanım Sadettin Saran’la birlikte. Bu ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bu beni ilgilendiren bir konu değil. Kendi seçimidir. Ama ben ilişkisinin devam etmesini isterim. Çünkü hayatındaki insan, iyi birisine benziyor. Çocuğunun olması da bir avantaj. İşi gücü de yerinde. İnşallah uzun yıllar mutlu olurlar.

Sizin Feraye Hanım’la beraberliğiniz uzun yıllar devam eder mi? Yani Feraye Hanım tamam mıdır?

- Evet eder. Bence Feraye tamamdır. Feraye sakindir ama konuşmayı, dinlemeyi sever. Kaliteli bir kızdır. İyi bir insan. Çocuğuna da çok iyi bakıyor, sürekli evinde. Bu çok önemli.

AŞKTA HEYECAN BİTTİ Mİ RUHUM DIŞARI ÇIKIYOR

Hiç büyük aşk yaşadınız mı?

- Tabii, şu an yaşıyorum işte. Ama Hülya ile yaşadığıma da saygısızlık etmek istemem. Çünkü onunla da büyük aşk yaşadım. Ben büyük aşk yaşamadan bir kadınla birlikte olamam zaten. Ben, aşk adamıyım.

Aşkı nasıl tarif edersiniz bize?

- Eve heyecanla gidiyorsan, gün içinde o kadını düşünüyorsan, o kadını günde 15 sefer arıyorsan, o kadınla öğle yemeği yemekten keyif alıyorsan, o kadına baktığında hoşuna gidiyorsa ve kalbin çarpıyorsa, hálá yatakta bir şeyler paylaşabiliyorsan ve o yatağa ilk günkü heyecanla girebiliyorsan, işte aşk budur. Büyük, küçük fark etmez. Ben bunu seviyorum. Bunlar bittiği anda ben de yok oluyorum. Aşk bitti mi, benim de heyecanım bitiyor, yaratıcı olamıyorum. Ruhum dışarı çıkıyor ve bir şey arıyorum...

Nedense hemen de gözünüz dışarı kayıveriyor!

-Kadının da kayıyor. Erkekler bu kadar aşkı kiminle yaşıyor? Erkekler aldatıyor da kadınlar aldatmıyor mu sanki! Bakın aşkta heyecan bitti mi, kadının da erkeğin de ruhu dışarı çıkar. Bu konu bu kadar basittir.

HELİN’İN SORUNLARI VAR

Hülya Avşar’ın annesi Emral Hanım, sizin yüzünüzden kanser olduğunu, çünkü onu çok üzdüğünüzü söyledi...

- Bu konuyla ilgili konuşmasam olur mu? Allah şifasını versin diyorum. İyi insandır, çok severim kendisini. Belki de Hülya ile ayrılmamızı istemiyordu, o yüzden incindi. Yürekten öyle düşündüğünü zannetmiyorum.

Zehra’nın teyzesi Helin Avşar’la görüşmesini yasakladınız mı?

- Hayır, daha geçen gün beraberlerdi. Birlikte parka gittiler. Sonuçta o kızımın teyzesi... Helin kocaman bir kız artık. Kendi hayatını istediği gibi yaşar, bu onun tercihidir. 10 yıl sonra geriye dönüp baktığında ne yaptığını görecektir. Dolayısıyla kendi sorunu, beni ilgilendiren bir sorun değil.

Bir kız babası olarak onun yaşam tarzını tasvip ediyor musunuz?

- Şimdi "Senin kızın böyle bir şey yaparsa" dersen, yapmasını istemem! Ben zamanında ailenin içindeyken Helin’e çok yardımcı olmaya çalıştım. Ama dediğim gibi gençlik... Onun da bir takım sorunları var, ben onu çok iyi anlıyorum.

Ne gibi sorunları var?

- Belki de yalnız hissediyor kendini. Ablası mümkün mertebe ona her konuda destek olmaya çalışıyor. Fakat ben hep şunu söylerim; insanın mutlaka hobisi olmalı. Hobisiz yaşanmaz. Beni bu camiada ayakta tutan şey, spor yapmamdır. Bedeninizi zinde tutarken, beyninizi de zinde tutuyorsunuz. Helin’in de bir hobisi olmalı.

Deniz Akkaya: Dayak yediğimi


Dayak yediğimi söylemem hataydı

Dayak yediğini açıklayarak tüm dikkatleri üzerine çeken, Deniz Akkaya, Kelebek'e çarpıcı itiraflarda bulundu.

Önceki yıl Murat Aslan'dan dayak yediğini açıklayarak tüm dikkatleri üzerine çeken, bazılarınca reklam yapmakla suçlanan Deniz Akkaya, Kelebek'e çarpıcı itiraflarda bulundu. Akkaya, "Dayak yediğimi söylemem hataydı" dedi.
İnsanların önümü kesip bana sarılmalarını çok seviyorum. O sevgiye ihtiyacım varsa, bu da onlara karşı sorumlu
olduğumu gösterir. Hiç sorgulamadan beni örnek alanlar olduğunu biliyorum, yani bazı konularda umursamaz davranmamam gerekiyor. Eskiden "İnsanlar benimle ilgili her şeyin doğrusunu bilsin" diyordum, şimdi öyle değil. Çünkü adamın biri çıkıp karısına "Bu ülkede Deniz Akkaya da dayak yiyor" diyor ya da "Reklam yaptı" deniliyor. O gün yalan söylemeyedim ama bugün olsa dayak konusunda yalan söylerdim.

Meslekteki 10 yılınızı nasıl özetlersiniz? Size göre en skandal olayınız nedir?

- Meslekte 10 yılım, müthişti. Çok dost edindim, dünyayı gezdim. En iyi dergilere kapak oldum, dünyada da çok güzel işler yaptım. Patinaj yaptığımı hissedince de bıraktım. En skandal olayım ise arabamın ve ehliyetimin alınması. Onun dışında içimde derin yara açmış, beni içten içe üzen, gece beni uyutmayan hiçbir şey yok. Onları yaşamam gerekiyormuş, yaşadım.

Tabii yaşananlardan ders çıkarmak da önemli...

- Hayatı yaşayarak öğreniyorsunuz. Ben sürekli otrişlerle, topuklu ayakkabıyla dolaşan biri değilim. Herkes gibi evinde pijamasıyla kaşınarak oturan, herkes ne yaşıyorsa evde ve dışarıda onu yaşayan biriyim. Tek farkım, ben Türkiye ile büyüdüm.

Bu büyüme döneminde nelerden pişmanlık duydunuz? Mesela dayak yediğinizi söylediğinize pişman mısınız?

- Bazı konularda o kadar umursamaz olmamalıydım. Şimdi olsa bu konuda yalan söylerim. Ama ben şunu yaptım; "Evet dayak attım, çünkü gece 3’te eve gelmişti" diyen adama karşı çıktım, mahkemeye verdim. Bu anlamda örnek alınmak isterim. O olayda da beni rahatsız eden tek nokta "Hak ettiyse yemiştir" açıklamasıydı...

Bunu Hülya Avşar söyledi...

- Sonuçta dayağı meşrulaştırmaya çalıştılar. Topluma örnek olmak, içki içmeden balıkçıdan çıkmak değildir. Bir başka rahatsız olduğum konu da, mahkemenin verdiği 3 bin YTL’lik para cezası. Para cezasına da itiraz ettim. İstediğimizi sokakta asıp keselim, sonra 3-5 bin YTL’ye serbest kalalım o halde... Bu kadar basit olduğunu bilseydim, hiç mahkemeye gitmez, ben de ona bir tane yapıştırırdım. Bu tip haberler insanları şiddete meyilli hale getiriyor.

En skandal olayın ehliyetinize ve arabanıza el konulması olduğunu söylediniz. O görüntülerde agresif bir Deniz Akkaya vardı. Alkol sizi agresifleştiriyor mu?

- İnsanın bilincini kaybetmesini en büyük acizlik olarak görüyorum. Normalde küfürlü konuşan bir kadın değilim, öyle gibi algılanmamın nedeni de alkoldür! Hepimizin içinde küçük küçük kadınlar var. Bazen bu küçük kadınlardan biri daha öne çıkıyor. Alkol ve uyuşturucu hiçbir zaman insanın iyi yönlerini ortaya çıkarmaz, çirkin taraflarını gözler önüne serer. İçki her insanı olmasa da beni çok çirkinleştiriyor.

Sapanca’da bir spa merkezinde alkol tedavisi gördüğünüz doğru mu peki?

- Hayır. Gazetecilerden kaçmak için oraya gittim. Detoksa senede bir-iki kez gidip, bağırsaklarımı temizletiyorum. Bunu rutin olarak yapıyorum. Ehliyetime el konulduğunda da yine detoks amacıyla bu spa merkezine gitmiştim. Alkol hiçbir zaman yakın arkadaşım olmadı.

’SENSİZ HİÇİM’ CÜMLESİ LUGATIMDA YOK

Siz insana bağımlı mısınız? Çünkü birlikte olduğunuz erkeklerden çok zor ayrılabildiğiniz söyleniyor.

- Ben hayatıma soktuğum hiçbir insanı kolay kolay atmam. Onlara hep ikinci şanslar veririm. İnsan bağımlısı olmak, "Sensiz yaşayamam, sen olmazsan ben bir hiçim" gibi cümleler kurmaktır. Bu bir hastalıktır. Sigara ya da alkol bağımlısı olmak gibi bir şeydir. Hayatımda kimseye "Sensiz yaşayamam" demedim. "Senin için şunları yaparım, ölümü bile göze alırım" dedim. Yapardım da, ama "Sensiz bir hiçim" cümlesini hayatımda lugatıma sokmadım. Anlamsız bir cümle!

Hakkınızda şehir efsaneleri de var. Sevgililerinizin kapısında oturup, saatlerce ağlarmışsınız...

- Aşktan çok içtiğim de olmuştur, ağlamışlığım da, tutamayacağım sözler vermişliğim de... Ama aşk, normalde kurduğun hayalden çıkmaktır zaten. Yoksa ismi aşk olmazdı. Aşkın ilk zamanları ve bitmeye yakın zamanları sancılı zamanlardır.


n Bu sancılı dönemlerde siz neler yaşıyorsunuz?

- Duygularımı çok yoğun yaşayan biriyim. Dolayısıyla sancılarımı da yoğun yaşarım. "Kimsenin kapısında ağlamadım" diyemeyeceğim, çünkü çok ağlamışımdır. Bazıları bunu yapmaz, acizlik olarak görür. Ben bunu acizlik olarak görmem. Çok sevdiğin bir insanla sona yaklaşıyorsam eğer, onun için ağlamak, belki zamanında yerine getirmediğim sözleri tekrarlamak, onun için yalvarmak kötü bir şey değildir.

Genelde tutmadığınız sözler neler oluyor?

- Özgür ruhlu bir kadınım. Erkekler bunu çok kabul edemiyorlar. Sahip olmak ile sevmek aynı şey değildir. Bazı ilişkilerimde bana çok sahip olmak istediler. Sevmek her söylediğine evet demek ya da sorgulamamak demek değildir. Ben sorgularım. "Erkeğin geyşası olurum" diyenlere çok sinir oluyorum. Elimden gelen her şeyi yaparım, canımı da veririm ama inanmadığım şeylere inanıyormuş gibi yapmak, benim karakterime uymuyor.

ÇOK PARA KAZANINCA EVLAT EDİNECEĞİM

Bir ara 30 yaşından itibaren hayatı daha farklı yaşadığınızı söylediniz. Nedir hissettikleriniz?

- Hayatımda hep istediğim şeyleri yaşadım. Bunlara kötü olanlar da dahil. Hep canımın istediği insanla yemek yiyip, istediğim insanla muhabbet edip, kafamın estiği yoldan gittim. "Hayat şartları beni buraya getirdi" gibi bir cümle kuramıyorum. Doğruyu sınayarak, yaşayarak 30’uma geldim. Şimdi kendimle daha duygusal, daha naif, daha kabullenir bir ilişkim var.

Evlilik desem...

- Evli insanların da aynı ev içinde kendilerine ait bir odaları, yaşamları olmalı. Karşı taraf bunu samimiyetsizlik olarak görüyor. Dolayısıyla ya buna saygı gösterecek bir insanla evleneceğim ya da hiç evlenmeyeceğim.

Ya çocuk?

- Tabii ki çocuğumun olmasını istiyorum. İleride çok para kazandığım zaman evlat edineceğim.

Çok para kazanmak dediniz de, zor durumda mısınız? Bu yüzden arabanızı, pırlanta yüzüğünüzü sattığınız doğru mu?

- Evime temizliğe gelen kadın, benim tiyatrodan günlük aldığım rakamdan daha fazlasını alıyor. Kafayı parayla bozmuş olsaydım en azından vaktimi tiyatroyla harcamazdım. Neyse yüzüğümü sattım, bu doğru. Ama bunun nedeni parasız kalmam değildir. Belki kendimce hayatımdaki adama mesaj gönderiyorum, naz yapıyorum, olamaz mı? Bu beni ilgilendirir. Kimseye sebebini açıklamak zorunda değilim. Ayrıca zor durumda olsam, 3 bin dolarlık alyans beni kurtarmaz ki... Ve iki arabam vardı, birini sattım. Bu kadar basit yani.

Azeri işadamı Mubariz Mansimov’la birlikte olduğunuz gündeme geldi. Bu haberden dolayı gazete bastığınız da... Nedir bu işin aslı?

- O şahısla görüşmek için yurtdışına gittiğim iddia edildi. Ben ise o sırada İstanbul’da film çekimindeyim, daha Kıbrıs’a bile gitmemişim. Pasaportumda 3,5-4 aydır çıkış bile yok. Ben de sadece gazeteye gidip pasaportumu göstermek istedim, o kadar. Ne gazete basması? Hayatımda ilk defa o kişinin varlığından, o haberle haberdar oldum.

Sevgilim evli değil

Şu an bir sevgiliniz var mı?

- Evet, var.

Yunanlı mı?

- Yunanlı mı diye sordular, Yunanlı dedim. Japon mu diye sorsalar, Japon diyecektim.

Hayatınızdaki adam evli mi?

- Evli biriyle birlikte değilim. Daha önce birlikte olduğum erkeklere de evli denildi ama hiçbiri evli değildi. Ben aşk kadınıyım. Duygularıma bazen yenik düşen bir insanım ama şu andaki birlikteliğim evli bir adamla değil. Hiçbir
yuvanın dışarıdan biri tarafından yıkılacağına inanmıyorum. Birbirine çok bağlı insanların arasına başka birinin girmesi mümkün değil. Zaten ben de yarın karısının yanına dönecek biriyle birlikte olmam. Arkadaşlarımı bile zor paylaşan biriyim.

Talk show’un babası Okan’dır

Geleceğe ve işe dair projeleriniz neler?

- Ali Poyrazoğlu gibi bir üstatla tiyatro yapacağım. Şu an bu beni çok heyecanlandırıyor. Oyunculuk, ruhumu temizliyor. Kendimden uzaklaşıyorum, meditasyon gibi bir şey. Oyunculuğa daha kutsal olarak bakıyorum. Bu arada bütün varlığımı vererek yapmak istediğim tek şey ise Ellen DeGeneres gibi bir program yapmak. Çok eğleniyor, çok da iyi para kazanıyor.

Televizyon programı ne zaman hayata geçecek?

- Görüşmelerimiz devam ediyor. Tamamen genç insanlarla muhatap olacağım, genç insanlardan besleneceğim bir program formatı hazırlıyoruz. Okan’ınki (Bayülgen) gibi bana ait, eğlenceli, gülünecek bir televizyon programı olmasını istiyorum.

Yoksa programın yapımcısı Okan Bayülgen mi?

- Olmasını çok isterdim ama değil. O bence bu işi çok iyi beceriyor. Talk-show’un babası Okan’dır.

Mahsun Kırmızıgül: Hasta Etti


Bu film beni hasta etti

İlk sinema filmi "Beyaz Melek"le büyük ses getiren Mahsun Kırmızıgül, hakkında yapılan eleştirileri hak etmediğini söyledi.

Senaryosunu yazıp yönettiği, aynı zamanda başrol oynadığı "Beyaz Melek" filmi ile son zamanlarda adından sıkça söz ettiren Mahsun Kırmızıgül, sessizliğini Kelebek için bozdu: "12 ay bu filmle yatıp kalktım. Uykumda bile film çektim,
kurguladım, müzik yaptım. İnanın çok yoruldum. Panikatak oldum. Ama elde edilen başarı bu yorgunluğa değdi. Film, 4'üncü haftasında 1.5 milyon gişe yaparak 2007'nin en çok izlenen filmi oldu."

İlk sinema filmi "Beyaz Melek"le büyük başarı elde eden Mahsun Kırmızıgül, hakkında çıkan eleştirilere Kelebek aracılığıyla yanıt verdi. Kırmızıgül, "12 ay bu filmle yatıp kalktım. Uykumda bile film çektim, kurguladım, müzik yaptım. İnanın çok yoruldum. Panikatak oldum. Ama elde edilen başarı bu yorgunluğa değdi" diyor.

Aslında sizin yönetmenlik tarafınızı ilk keşfeden Kelebek okurları oldu, öyle değil mi?

- Evet, doğru... 10 yıl önce Kelebek Ödülleri’nde "Kardeşlik Türküsü"nün klibiyle, "En İyi Klip Yönetmeni" ödülü almıştım. Dediğiniz gibi, beni ilk keşfeden Kelebek okurları oldu.

Yönetmenlik durduk yere olunacak bir meslek değil. Sinema aşkı içinize ne zaman düştü, size kim cesaret verdi?

- Sinema içimde hep yaşadığım ama kimselerle paylaşmadığım bir aşktı. Bunu ortaya çıkarmam için doğru zaman gerekiyordu. Doğru zaman da bu zamanmış. Bana cesaret veren ise içsesimdir. Hayatımda ilk defa kimseyi dinlemeden tüm cesaretimle bir projeyi hayata geçirdim. "Beyaz Melek"in senaryosunu yazmaya, geçen yıl kasım ayında başlamıştım. Yazarken yönetmenlik yapmak aklımın ucundan bile geçmiyordu. Her şey bitip, yönetmen aramaya başladığım sırada görüştüğüm yönetmen arkadaşım Cemal Şan, işinin olduğunu söyleyerek bana "Beyez Melek"i en iyi benim çekeceğimi söyledi. Sonrasında yapımcılar ve oyuncular da isteyince, kararımı verdim ve işe koyuldum. Beni cesaretlendiren tüm dostlarıma teşekkür ederim.

Filmin hem senaryosunu yazdınız, hem yönettiniz, hem oynadınız, hem de müziklerini yaptınız. Bütün bunları yapma mecburiyetini neden kendinizde hissettiniz?

- Bunun örneği Türkiye’de yok. Dünyada da bu duruma örnek teşkil edecek galiba birkaç kişi var. Mesela Charlie Chaplin de yönetmiş, oynamış, senaryo yazmış ve müziklerini yapmış. Ben neden yaptım? Aslında bu zorunluluktan olmadı, tamamen benim projeme duyduğum titizlikten dolayı oldu. İyi ki de her şeyi ben yapmışım. Çünkü içime sinen bir film oldu.

"Beyaz Melek", huzurevlerinde geçen dramatik bir öyküye sahip. Bu anlamda size ilham veren özel bir yaşanmışlık var mı hayatınızda?

- İstanbul’a geldiğim ilk yıllarda, huzurevi gerçeği ile tanıştım. Huzurevlerini ziyaret ettim ve oradaki gerçeği insanlara anlatmaya karar verdim. Bunu içimde büyüttüm, besledim. Yıllar sonra senaryoyu yazmaya karar verdiğimde ise kameramı alıp, huzurevlerini dolaşmaya başladım. 100’e yakın insan ile bire bir görüştüm. "Beyaz Melek"te yer alan birçok konu, bu insanların hayatlarının gerçek kesitleridir. Tabii "Beyaz Melek" bir huzurevi hikayesi değil, huzurevi filmin başlangıç noktasıdır benim için. "Beyaz Melek" bir samimiyet, sevgi, saygı ve yitirilmiş insani değerlere vurgu yapan, ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizgide yer alan bir filmdir.

YAPIMCILARIN BANA GÜVENMESİ ÇILGINLIKTI

Yapımcıların size güvenmesi de büyük bir cesaretlik göstergesi...

- Doğru. Bana güvenmeleri büyük bir çılgınlıktı. Çünkü filmin bütçesi oldukça kabarıktı. Güvenlerini boşa çıkarmadığım için çok mutluyum. Çünkü işin başında birçok kişi, bu kadronun seyirci toplamayacağını düşünüyordu. Ama "Beyaz Melek"te rol alan usta oyuncular, oyunlarıyla filmi seyreden tüm insanları büyülediler. Bu filmin başarısı benim popüler olmamdan ya da benim sesimin güzel olmasından değil, insanların bu filmde farklı bir konuyu yakalamalarındandır. Seyirci samimiyeti yakaladı. Seyreden insanların bir çoğu bu filmde kendini buluyor.

Film, görüntüsüyle, hikayesiyle, müzikleriyle de beğeniliyor. Bu sizin tam anlamıyla sinemacı olduğunuz anlamına gelir mi?

- Bir filmle sinemacı olunmaz. "Bu bir Mahsun Kırmızıgül" filmi değil ve de olmayacak. Yüreğimi koyduğum tüm işlerimde devamlılık hep olacaktır.

BEYAZ MELEK, ZAZACA’NIN KONUŞULDUĞU İLK FİLM


O zaman, "Mahsun Kırmızıgül de sinemacı oldu ya!" diyenlere bir sözünüz vardır...

- Onlara bir şey söylemem gerekmiyor. 4. haftasında 1.5 milyonu geçen "Beyaz Melek", 2007’nin en çok izlenen filmi oldu. İzleyici zaten her şeyi söylüyor.

Mahsun Kırmızıgül’e karşı hep bir ön yargı var. Bunu, filminizde oynayan bazı oyuncular da dile getirdi. Acaba "Beyaz Melek" bu önyargıları yıkmış mıdır?

- Bilmem, umurumda da değil zaten. İnsanoğlu yaradılış olarak ne yazık ki, hep önyargılı olmaya meyillidir. Bana karşı bazı kesimlerde bir önyargının olduğunu biliyordum. Özellikle filmi çekmeye başladığımda kimileri burun kıvırıp ciddiye almadılar. Neden almadıklarını düşündüğümde, bunun bugüne kadar var olduğum müzikal kimliğimden kaynaklandığını fark ettim. İnsanların ne dediği ile ilgilenmiyorum. Ben yarınlarda yapacağım projeleri tasarlamaya ve düşünmeye başladım bile...

Peki, "Ağlatarak gişe yapmaya çalıştığı için filmin her karesine bir dram koymuş" eleştirilerine ne diyeceksiniz?

- Bunu söyleyenlere katılmıyorum, filmin her karesinde dram yok. Ben bu filmde hayatın gerçeklerini anlattım. Filmde komedi de var, dram da... Gözyaşları silinir, komiklikler unutulur ama "Beyaz Melek"teki bazı sahneler, seyredenler tarafından asla unutulmayacaktır. "Beyaz Melek"te amaçladığım gişe başarısı değildi. Verdiğim mesajların doğru yerlere gitmesiydi, gittiğine de inanıyorum.

Doğu insanını iyi, ahlaklı, Batı insanını ise kötü gösterdiğiniz yönünde de eleştiriler yapılıyor...

- Bunu diyenler filmi hiç anlamamışlar. Benim filmimde baskın olan ana karakterlerin tümü Batılı. "Beyaz Melek"te annesini huzurevine bırakmak istemeyen Batı’nın vefalı karakteri Musa, Doğulu mu? Dedesinin yanından, huzurevinden ayrılmak istemeyen Batılı küçük kız Buse Doğulu mu? Huzurevinde birbirine sarılarak bir sevgi dünyası oluşturan karakterlerin tümü Batılı. Filmimde konuşulan dil Kürtçe değil, geçek hayatta babamın ve annemin konuştuğu dil olan ve benim de bildiğim Zazaca’dır. Bu film ayrıca, dünyada Zazaca’nın konuşulduğu ilk film olma özelliğini de taşıyor

ANNEM, "ARTIK CENNET SANA DAHAYAKIN" DEDİ

Yönetmen ve oyuncu Mahsun Kırmızıgül bu filmden manevi anlamda ne kazandı?

- Annemin hayatında sinema perdesinde izlediği ilk film, ona ithaf ettiğim "Beyaz Melek" oldu. Bana sadece filmden çıkarken gözünde yaşlarla şu cümleyi söyledi, "Oğlum şimdi cennet sana daha yakın" dedi. Bu da bana yetti...

Annenin filmi izlerken tepkileri nasıldı?

- Sinemada ilk resmi gördüğünde gözleri fal taşı gibi açıldı. Ben filmi anneme tercümanlık yaparak anlattım. Kameranın hareketli olduğu tüm resimlerde annem, koltuklar yürüyor diye sık sıkı koltuğuna tutundu. Hele deprem sahnesinde gülmekten yere düştüm. Annem sinemada deprem oluyor diye yerinden kalkarak, "Çıkalım, deprem oluyor" diye bağırdı. Annem, şu anda beni en çok güldüren ve yanında huzur bulduğum tek insandır.

Bir film sahibi olmak sizin psikolojinizi nasıl etkiledi?

- 12 ay bu filmle yatıp kalktım. Uykumda bile film çektim, kurguladım, müzik yaptım. İnanın çok yoruldum. Panikatak oldum. Ama elde edilen başarı bu yorgunluğa değdi. Artık dinleneceğim.

Kimse Yılmaz Güney olamaz

Mahsun Kırmızıgül’den Yılmaz Güney olur mu?

- Bu benzetmelere ne gerek var anlamıyorum. Türkiye’de kimse Yılmaz Güney olamaz. Ayrıca beni neden birilerine
hep benzetmek zorundalar? Bakın, Yılmaz Güney bir ekoldü. Benim de çok sevdiğim ve hayranlık duyduğum bir sinemacıdır. Kimseyi, kimseye benzetmeye gerek yok.

Yılmaz Güney için "O benim için bir ilktir" diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

- Altı yaşında sinema perdesinde izlediğim ilk film, Yılmaz Güney filmiydi. Ağabeyim Yılmaz Güney hayranıydı. Yılmaz Güney’in Zaza olmasından dolayı da ailecek onu daha çok sevdik.

Şenay Akay’la yollarımız ayrıldı


Şenay Akay’la yollarımız ayrıldı

Seda Ertan, bir süredir kariyer planlaması yaptığı Şenay Akay'la ayrıldı.

Demet Akalın'ın eski eşi Oğuz Kayhan ile el ele görüntülenmesinin ardından magazin basınında sıkça yer almaya başlayan Seda Ertan, Şenay Akay'IN şirketinden ayrıldı. Ertan, "Şenay Hanım'la çalışmayı bıraktık. Artık beni tanıyorsunuz. Bu profesyonel bir süreç. Bence süreç işlevi tamamlamaya yetti" dedi.

Modelliğe nasıl başladınız?

- Benimki aslında tamamen bir keşfedilme hikayesi... Hiç aklımda olan bir şey değildi. Ben derslerinde çok başarılı, çalışkan bir kızdım. Bir manken arkadaşım yürüyüş kursuna gidiyordu. Onu alıp, kursa götürecektim. Ajansına gittiğim zaman "Sen de bu işi yapmalısın" dediler. Sekiz yıldır da modellik yapıyorum.

Yaklaşık üç yıl Türkiye’de modellik yaptıktan sonra, Milano’ya gittiniz. Bu herkesin yakalayabileceği bir fırsat değil.

- Evet, bu anlamda kendimi şanslı hissediyorum. Ama orada bir yaş sınırı var ve ben diğer mankenlerin arasında büyük kaldım.

Milano’dan neden döndünüz?

- Eğitimime devam etmek için Türkiye’ye dönmem gerekiyordu. Bence eğitimin de yaşı var. Bir zaman sonra konsantrasyon kalmıyor.

Tekrar gitmeyi düşünüyor musunuz?

- Aslında öyle bir düşüncem var. Milano’daki ajansım beni Amerika’daki bir ajansa transfer ediyor. Diğer yandan bazı dizi teklifleri de var, en doğrusunu seçebilmek için biraz titiz davranıyorum. Dizi gerçekleşirse yurtdışına gidiş tarihimi erteleyebilirim.

Oyunculuk eğitimi alacak mısınız?

- Tiyatro oyuncusu Mehmet Esen’den kısa süre eğitim aldım. Ama hiçbir zaman oldum demem, yeni şeyler öğrenmeye açığımdır.

Seda Ertan adını zaten duyuyorduk, ama Şenay Akay’la çalışmaya başladıktan sonra daha da ön plana çıktığınız sanki...

- Bizim çalışma sebebimiz de buydu açıkçası... Yurtdışında başarılı işlere imza atsam da Türkiye’de tanınırlık anlamında çok zayıftım. Bunu da Şenay’la aştık, ama işbirliğimiz sona erdi. O kısa, profesyonel bir süreçti.

Fazla kısa değil mi bu süreç?

- Sizler tanıyorsunuz artık beni... Bence süreç işlevini tamamladı.

Şenay Hanım’la düşünce farklılıkları mı oluştu?

- Hayır, dediğim gibi proje amacına ulaştı.

İnsanlar büyüdükçe hayalleri de büyüyor mu?

- Tabii ki büyüyor ve hayat daha da zorlaşıyor. Geçmişe nazaran daha korkak adımlar atıyorum. Eskiden daha rahat ve cesurdum. Şimdi daha düşünerek hareket ediyorum. Kötü bir iş yaparsanız, eleştirisi hemen geliyor.

Peki, bu camiada en çok kime bakmaktan hoşlanıyorsunuz?

- Çağla Şıkel bence çok bakılası bir kadın. Ayrıca Ebru Şallı’yı çok beğenirim. Bu sene Nelson firması için Ebru’yla birlikte çalışacağız. Böyle başarılı bir modelle aynı katalogda olacağım için şanslıyım.

Aynaya baktığınız zaman ne hissediyorsunuz? Kendinizi güzel buluyor musunuz?

- Kendimi anlamlı bakan biri olarak görürüm. Güzel çok kadın var, ama önemli olan anlamlı bakmak bence...

Ne bekliyorsunuz hayatınıza giren erkekten?

- Yaptığım işe saygı duysun yeter. Çünkü hayatımdaki hiçbir şeyi basite indirgemem.

Gelelim Oğuz Kayhan’la el ele fotoğraflarınızın çekildiği güne...

- Ben bu konuyla ilgili konuşmayı tercih etmiyorum. Konuşulacak bir şey olduğunu da düşünmüyorum.

Sanırım sizi rahatsız eden bir durum...

- Hayır, öyle değil. Bu konuda suçlanan taraf ben oldum, ama yanlış bir şey yapmadığım için rahatım. Pişmanlık da yaşamıyorum. Doğru durmak ve konuşmamak anlayana çok büyük asillik.

Tam olarak neler oldu o akşam, bu dedikodular neden çıktı?

- Daha önce de dediğim gibi Oğuz Bey, kameraları görünce birden elimi tuttu. Ne olduğunu bile anlayamadım. Bizim aramızda en fazla arkadaşlık olabilirdi, bu da o saatten sonra mümkün değildi.

Oğuz Bey’le el ele görüntülediğiniz akşam mı tanışmıştınız?

- Evet, ama sanıldığı gibi baş başa bir yemek de değildi. 15 kişilik arkadaş grubunun olduğu bir yemekteydik.

Peki yemekten birlikte kalkmanız tamamen tesadüf mü?

- Yemekten erken ayrılacağım belliydi. Ben kalktığım zaman Oğuz Bey, gayet resmi bir şekilde "Beni de bırakır mısınız" dedi.

Peki, fotoğraflarınız çekilirken neden tepkinizi göstermediniz?

- O anda zaten ne yapmaya çalıştığını anlamadım. Sonra da elimi çektiğim zaman daha çok dikkat çekeceğini düşündüğüm için bir şey yapamadım. Yani 10 saniye içinde gelişen bir olaydı.

Peki, sonra ne tepki verdiniz?

- Arabadan inmesini rica ettim.

Sizin hayatınızdaki erkek böyle bir olayla gündeme gelseydi, tepkiniz ne olurdu?

- Her seven kadının tepkisi farklı olur. Bu konu da yorum yapmak bana düşmez.

Sadece mankenlik yaparak jeep ve villa alınamaz

Yaptığınız işten para kazanabiliyor musunuz?

- Modellikten para kazanmak zorlaştı. Artık birçok kişi modelliği televizyona geçmek için basamak olarak kullanıyor. Ama ben sabit durup bu işten para kazanmaya çalışıyorum. Kaldı ki birçoklarından da iyi kazanıyoruz.

Jeep’ler, villalar...

- Yok, o kadar da değil. Sadece modellik yaparak bunlara sahip olmak imkansız...

Peki, modellerin birbiriyle olan sorunlarını, basına yansıyan tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Her meslekte çıkar çatışmaları yaşanabilir. Bu yüzden bana normal geliyor.

Oyunculuktaki usta-çırak ilişkisi moda dünyasında da var mıdır?

- Çok az... Bizim işte tecrübeye çok önem verilmiyor.

Kabadayı: Romantik Mafyayım



Romantik mafyayım

Fragman Cuma günü vizyona girecek olan "Kabadayı" filminin başrol oyuncusu Kenan İmirzalioğlu, projenin "Eşkiya"ya benzetilmesiyle ilgili konuştu.

İmirzalioğlu " Bence filmin kendine özgü bir tadı var. Bu film, tam bir şehir hikayesi. O anlamda 'Eşkiya'dan ayrılıyor" dedi.

Sinemaseverlerin cuma günü vizyona girmesini merakla bekledikleri "Kabadayı" filmi, sadece yeraltı dünyasını anlatmıyor, öyküde büyük bir aşk da var. Kenan İmirzalıoğlu ve Aslı Tandoğan, Devran’la Karaca’nın büyük aşkını Kelebek’e anlattı. İmirzalıoğlu, aşk konusunda taviz veren, romantik bir mafya babasını canlandırdığını açıkladı.

Herkesin konuştuğu şu; "Kabadayı, Eşkıya’ya benziyor..." Benziyor mu?- Kenan İmirzalıoğlu: Bence filmin kendine özgü bir tadı var. Bu film, tam bir şehir hikáyesi. O anlamda "Eşkıya"dan ayrılıyor.

Şener Şen’in canlandırdığı Ali Osman karakteri ise mert, yiğit, haksızın ve güçsüzün yanında olan bir kabadayı. Sizin canlandırdığınız mafya babası Devran nasıl bir karakter?

- K.İ: Devran kirli bir dünyanın içerisinde doğmuş, annesi-babası hırsızlık yapan bir ailenin çocuğu. Dolayısıyla Devran’ın hayatı, en başından kirli bir ortamda başlıyor. Annesi-babası ölünce yetimhaneye gönderiliyor. Yetimhanede çok tatsız bir olay yaşıyor ve hayattaki seçimi de o olayla birlikte başlıyor. Yetimhaneden kaçıyor, direkt yeraltı dünyasının içerisine giriyor. Burada çok çabuk sivrilip, Türkiye’deki en önemli işadamlarından birinin yanında, onun illegal işlerini götüren bir adam olarak çalışmaya başlıyor. Keskin, ele avuca sığmayan, burnunun dikine giden bir adam Devran. Burnunun dikine gittiği en büyük mevzu ise; sevdiği kadın yani Karaca. Çünkü yaşadığı bu kirli hayatın arasında Karaca’yı bulmuş, bir tek orada arınıyor.

Yani aşk, Devran’ın bambaşka bir yüzünü ortaya çıkaracak.

- K.İ: Devran, yaptığı şiddetin farkında ama ilişkiler onu öyle bir yere getirmiş ki, artık geri dönüşü yok. Fakat Karaca, onun bambaşka bir yüzünü ortaya çıkarıyor. Zaten Devran’ın aşkı olmasa, karanlık bir adam olarak kalacaktı.

Yani romantik mafya babasısınız...

- K.İ: Biraz öyle. (Gülüşmeler)

Şener Şen ile oynamak nasıl bir duygu?

- K.İ: Benim adım ve soyadım uzun ama Şener Şen’in yanında çok kısa kalıyor. Benim için çok özel bir durum. Şener Ağabey çocukluğumdan beri izlediğim bir insan. Birçok oyuncuyu severiz ama bazılarını farklı severiz. Mesleğinin 10. yılında bir adam olarak, mesleğinin en üst noktasında olan Şener Ağabey ile aynı filmde, aynı kuliste olmak, apayrı bir durum. Şener Ağabeye karşı kötü adam olmam beni çok zorladı.

Her film seti bir okuldur. Bu okuldan nasıl mezun oldunuz?

- K.İ: Bu film setinden, omzumdaki bröveler çoğalarak ayrıldım. Bir yıldız daha taktım. Çok şey öğrendim. Ömer Vargı’nın set alışkanlıkları beni acayip etkiledi. Alışık olmadığım bir set anlayışıydı. O kalkınca herkes kalkıp işinin başına gidiyor. İşin başındaki kişi o kadar saygılı, o kadar titiz ve disiplinli çalışıyor ki, herhangi birisi bir dakika gecikme olduğu zaman kendini rahatsız hissediyor. İlk gün böyle bir tecrübe yaşadım, sete biraz geç gittim. Çok utandım. Sonra da bir daha bunu yapmadım. Çok acayip şeyler öğrendim. Hayata dair, mesleğe dair.

Aslı Hanım siz "Kabadayı"da bar şarkıcısı Karaca’yı canlandırıyorsunuz. Bu sizin ilk sinema filminiz değil mi?

- Aslı Tandoğan: Evet, filmin kadrosu malum. Gerçekten çok şanslıyım. Kariyerinin başında olan birisi için "Kabadayı" çok önemli bir film. Kenan’ın da dediği gibi çok şey öğrendim. Set ahlakını, disiplini öğrendim.
Eksiklerimi gördüm. Benim için de bu set müthiş bir okul oldu.

Siz dizilerde genellikle daha saf ve ağlayan karakterleri canlandırıyorsunuz. Ama Ömer Vargı bu filmde sizi çok acayip bir kadın yapmış. Herkesi çok şaşırtacaksınız.

- A.T: Evet, dizilerde daha çok üzülen karakterleri canlandırdım. Ama Mine Vargı ve Ömer Vargı benim daha kadınsı rolleri de oynayabileceğimi düşünmüşler. Çünkü karakter de öyle bir karakter. Bir kadın olarak benim de kadınsı yönlerim var. O yüzden ekstra bir çaba sarf etmedim. Her kadın istediği zaman dişiliğin kullanabilir, bu da sürpriz olmaz. Ayrıca benim müzisyen bir kimliğim de var. Sanırım bu role seçilmemin en önemli etkenlerinden biri de o.

TEHLİKELİ, DENGE BOZAN BİR AŞK İSTEMEM

Devran, Karaca’ya fena aşık galiba?

- A.T: Bütün kadınların hayal ettiği bir aşk. Devran, asla aşkının peşini bırakmıyor ve onun için kendini feda ediyor. Filmde, Kabadayı kadar Devran da yüreklerde taht kuracak. Özellikle kadınlarda. Çünkü Devran’ın tutkusu, tüm kadınların bir erkekten beklediği tarzda bir tutku.

O zaman bu ilişkide şiddet de var...

- A.T: Filmde zaten Karaca’nın Devran’ın terk edip, başka bir ilişki yaşamasının tek nedeni, aralarındaki bu tutkunun zaman içinde fiziksel şiddete dönüşmesidir.

- K.İ: Ama ben sarhoştum. (Gülüşmeler)

- A.T: Uyuşturucu kullandıkları için bir süre sonra aralarındaki bağ şiddete dönüşüyor. Karaca’nın Devran’dan uzaklaşmasının nedeni bu şiddet zaten.

Galiba Karaca da çok saf ve temiz değil?

- A.T: Devran gibi Karaca da ailesini küçük yaşta kaybediyor. Ailesiz büyüyor. Devran ile karşılaştıkları zaman birbirlerindeki aile boşluğunu, sevgileriyle kapatıyorlar. İkisinin de yaşam stili aslında aynı. Ayrıca Karaca da gece hayatının içerisinde olan, uyuşturucuyla tanışmış bir kadın.

- K.İ: Devran uyuşturucu ve alkole Karaca yüzünden başlıyor bu arada.

Galiba filmde, aşkın güçlü adamları ne hale getirdiğini izleyeceğiz.

- K.İ: Bu uğurda biz ne prensler gördük, tahtı bırakıp giden. Bu filmde de bu etkileri göreceğiz. Devran’da inanılmaz bir güç var. Bu güçten dolayı kim olursa olsun satın alacağına inanıyor. Fakat konu Karaca’ya geldiğinde tüm hayat duruyor. Bir tarafta çok büyük profesyonellik gerektiren, zeká gerektiren ilişkiler yaşıyor ama Karaca’nın yanında öyle bir adam değil. Onsuz yapamıyor, onun için dünyayı yakar, her şeyi karşısına alır. Ama ona sahipken de çok romantik olamıyor. Nasıl romantik olunduğunu bilmediği için de karşısındaki kadının hayatını tüketiyor. Bu karakteri iyi analiz edebilmek için uzun süre psikiyatrlarla konuştum. Yani sert bir yapısı var ama içeride neler hissediyor? Alt metni iyi okumak adına bunu yaptım.

Kadınlar tutkulu bir aşk ister ama sonunda huzur arar. Karaca’da bu yüzden mi Devran’ı bırakıyor?

- A.T: Evet, bu yüzden Devran’ı bırakıp İsmail Hacıoğlu’nun canlandırdığı Murat karakteriyle bir aşk yaşamaya başlıyor. Biraz önce dediğim gibi Karaca uyuşturucu kullanıyor. Bazen tutkusunun peşinden koşması gerektiğini düşünüyor, bazen aile kurmak istiyor. Aile kurmak istediği kişi ise Murat. Çünkü Murat uyuşturucu kullanmıyor ve onu hep iyi yönde teşvik etmeye çalışıyor. Karaca’nın tek korkusu Murat’ın zarar görmesi. Onun başına bir şey
gelmesin diye her şeyi yapıyor.

Ateşle oynamayı seven bir kadınmış Karaca...

- K.İ: Kadının özüne çok yakın bir durum bu. O yürek hoplatan, serseri, kötü, tehlikeli dediğimiz adamların hayatlarından böyle kadınlar gelip, geçiyor. Karaca da tam öyle bir kadın. Bu gördüğünüz masum yüz, filmde neler neler yapacak, göreceksiniz. Bakmayın onun böyle durduğuna.

Kenan Bey, aşk konusunda renginizi asla belli etmeyen birisiniz. Sizin aşkı yaşayış şeklinizi merak ediyorum...

- K.İ: Ben de merak ediyorum. (Gülüşmeler) Tutku, tehlikeli, denge bozan bir şeydir. Hiç benlik değil. Ben daha dengeli yaşamayı seven bir insanım. Ailem böyle yetiştirdi beni. Aşkın kendisi de denge bozan, sancılı bir şey.

Bize Anadolu babası gibi davranıyorlar

"Kenan da hep benzer rolleri canlandırıyor" gibi bir eleştiride bulunmak bana çok doğru gelmiyor. Çünkü ben her filmde farklı karakterleri canlandırıyorum. Yandım Ali ile Devran bambaşka iki karakter. Ayrıca şu an, bu yaşta, bu boyda, bu cüssede olan bir adam başka ne yapabilir ki? Zaman içerisinde yelpazemiz genişleyecek. Oyunculuk, meyve sepeti gibidir. Oradaki karakterlerin her birinin ayrı bir lezzeti var. Dolayısıyla ben de tek bir meyve yemek istemiyorum. Farklı lezzetleri tatmak, farklı karakterlerin içerisine girmek istiyorum. Bu hem benim hayatımı hem de oyunculuk yelpazemi genişletir. Genç oyuncuların desteğe ihtiyacı var. Zaman zaman büyüklerimiz bu desteği bizlerden esirgiyor. Anadolu babaları gibi davranıyorlar. Anadolu’da babalar çocuklarına sevdiklerini çok belli etmezler ya, onun gibiler işte. Yazarlarımızda o duygu hákim. Böyle olmasınlar.

Şahin K : Pornoyu bıraktım


Pornoyu bıraktım ama jübile yapmam

Porno yıldızı Şahin K, 1.5 yıldır yeni film çekmediği belirterek" artık komedi filmlerinde rol alacağım" dedi.

Yaklaşık 1,5 yıldır film çekmediğini ve pornoyu bıraktığını söyleyen Şahin K. "Son bir jübile filmi çekmeyi düşünmedim değil. Ama bu saatten sonra porno sektörüne dönmek istemiyorum. Dönmem için teklifler geliyor olsa da ben o defteri kapattım. Belki elveda partisi yapabilirim" dedi.

’Sen köylüsün’ dediler porno çekip intikam aldım
Porno film yıldızı Şahin K, artık komedi filmlerinde rol alacak... İlk olarak "Benim Cici Vibratörüm" filminde oynacak olan Şahin K, "İntikam almak için porno film çektim. Bana ’Sen köylüsün’ dediler, ben de porno filmler çekerek kendimi ispat ettim. Artık büyük bir hayran kitlem var" diyor.

Barış Bayraktar’ın filminde oynayacağı açıklanan isimler arasında yer alıyorsunuz ama size başka film teklifleri de geliyormuş...

- Başka teklifler var ama benim Barış Bayraktar’a verilmiş bir sözüm var. Barış Bayraktar ve Berk Temeller "Benim Cici Vibratörüm"de tam bana uygun bir senaryo kaleme almışlar.

Filmdeki rolünüz de bir hayli ilginç. "Barbie Şahin" değil mi?

- Evet, canlandıracağım karakterin ismi Barbie Şahin. Seks filmi çekmeye çalışan bir yönetmenim. Tam benlik bir rol. Bu film bir üçleme gibi düşünülüyor. Üç filmde de rol alacağım.

Seks filmlerinde genelde boylu poslu, yakışıklı erkekler rol alır ama siz Almanya’da çevirdiğiniz filmlerle bu imajı yıktınız.

- Sekiz yıldır film çekiyorum. Ondan önce fabrika işçisiydim ve bir ara erotik filmler satan bir şirkette çalıştım. Şirkette telefonlara ben bakıyordum ve müşteriler filmlerle ilgili şikayetlerini bana anlatıyorlardı. Ben de kendi kendime "Bir gün bir film çekeceğim ve hepsinin isteklerine karşılık vereceğim" dedim. Ve bu hayalimi 2000 yılında gerçekleştirdim. Filmi izleyen herkes çok beğendi. "Devamını ne zaman çekeceksin? Tavrını hiç bozma" gibi yorumlar aldım. Halk porno filmlerindeki yapmacıklıktan bıkmıştı. Ben bir mix yaptım ve halkın hoşuna gitti. Benim filmlerimi ailecek izleyen insanlar bile var. Çünkü benim filmlerimi gülmek için izliyorlar.


Bu işe başlamanızın sebebi nedir?

- Bu işe ne para ne de zevki için başlamadım. Tek bir amacım vardı beni küçümseyen insanlardan intikam almak.

İntikam duygusunu yaratan etkenler nelerdi?

- Aileden, eşimden gelen tepkiler neden oldu. Almanya’da yaşayan komşumuzun kızıyla evlendim ve aile birleşimi nedeniyle Almanya’ya geldim. Gerçek bir evlilikti. Fakir bir ailenin çocuğuydum. En çok zoruma giden şey aşağılanmak oldu. "Ben bu değilim, size kim olduğumu göstereceğim" dedim ve kendimi gösterdim.

Ne diyorlardı size?

- Mesela masada olmayan bir şeyi "Bu neden yok" diye sorduğumda "Köyünde o var mıydı? Onu bulabiliyor muydun da burada soruyorsun" diyorlardı. Bunalıma girdim, yapayalnızdım, isyanlardaydım... Bazen kendimi öldürmek istediğim zamanlar oldu. Benim için iki yol vardı. Ya orada kalıp mücadele etmek ya da kaçıp ülkeme dönmek... Ama ben kaçmayı sevmem. Kaldım çektiğim filmlerle mücadele ettim.

Yani porno sektörü hayatınıza yeni bir yön kazandırdı...

- Çoğu insan bu işi para ve zevk için yapıyorum sanıyor. Alakası yok. Benim zenginlikte gözüm yok. Gönlü tok bir adamım. Zaten öyle bir özelliğim olmasa Barış’a olan sözümü tutmayıp her filmde oynardım. Verilmiş söz benim için paradan daha önemli.

Hayranlarınız sadece Türkler mi?

- Sadece Türkler değil, Avrupa ve Amerika’dan da hayranlarım var. İlginçtir, İran’dan Arabistan’dan, Dubai’den bana telefonlar geliyor. Bizim filmlerin sonunda şirketin fax numarası yayınlanıyor. Oradan bana ulaşıyorlar. Bu kadar ilgiyi ben de beklemiyordum açıkçası.

Kaç filminiz var?

- 100’ün üzerinde. 70 filmde bizzat oynadım, diğerlerinde ya senaryosunu yazdım ya da rejisörlüğünü yaptım.

Pornoyu bıraktım

- Sürekli internete yeni Şahin K filmleri düşüyor ama siz artık sektörün başka bir noktasında yer alacağınızı söylüyorsunuz...

Stokta bulunan çekilmiş filmlerim var. Aşağı yukarı 1,5 yıldır film çevirmiyorum. Artık kendime farklı bir rota çizdim. Komik yanımı göstermek varken neden artık porno film çekeyim ki? Bu işi bıraktım artık.

Tipik Türk erkeğiyim, maçoyum

- Nereliydiniz?

Aksaray’lıyım.

- Biraz özel hayatınızdan bahseder misiniz? Kız arkadaşınız var mı?

Tabii ki bir sevgilim var. Özel hayatım çok farklı. İşimi özelime karıştırmıyorum. Özel hayatımda bambaşka bir insanım. Tipik kıskanç bir Türk erkeğiyim. Maçoyum yani. Filmlerdeki rolüm yüzünden bana farklı gözle bakıyorlar ama beni tanısalar, fikirlerinin değişeceğine adım gibi eminim.

- Almanya’daki çevrenizden hiç tepki aldınız mı?

Hayır... Hatta onlardan gelen istekler doğrultusunda bu filmleri yaptım. Her şey arz-talep meselesi. Porno, Avrupa’da bir sektör. Festivalleri var, fuarlar düzenleniyor, ödül törenleri yapılıyor. Berlin Venüs Film Festivali’nde "En İyi Yönetmen" ve "En İyi Film" ödülleri aldım.

- Aileniz yaptığınız işi kabullendi mi?

Kabullenenler de kabul edemeyenler de oldu...

Necla Nazır: Bilmiyordum


Ferdi Bey'in evli olduğunu tanıştığımızda bilmiyordum

Ferdi Tayfur'un ilişkilerinin bittiğini söylemesine çok şaşırdığını belirten Necla Nazır, "Ferdi Bey'in alacağı her karara saygılıyım" dedi.

30 yıllık hayat arkadaşı Ferdi Tayfur'un ilişkilerinin bittiğini söylemesine çok şaşırdığını belirten Necla Nazır, "Ferdi Bey'in alacağı her karara saygılıyım" dedi.
Tayfur ile tanıştığında onun evli olduğunu bilmediğini açıklayan Nazır, "O zaman 18 yaşındaydım ve evli olduğunu bilmiyordum. Öğrenince iki yıl ayrı kaldık. Sonra bana bir takım sözler verdi ve bir araya geldik. Ancak o sözler tutulmadı" dedi.

30 yıllık hayat arkadaşınız Ferdi Bey’le ilişkinizi bitirdiniz. Ne oldu?

Vallahi ben bir şey bilmiyorum. Ferdi Bey çıkıp "Ayrıldık" demiş. Neden böyle bir açıklama yaptı, niçin konuştu, fikrim yok. Bunu söylemiş mi, söylememiş mi onu da bilmiyorum açıkçası. Çıkıp bir şey açıklarsa, ben de ona göre konuşacağım.

Ferdi Bey’i evden gitme noktasına, kızınız Tuğçe’nin, "Neden annemle evlenmiyorsun?" sorgulaması mı neden oldu, kızdığı için mi çıkıp gitti?

Evet... Bu çok sürpriz bir şey oldu. Tuğçe sorgulamasa, bu noktaya gelinmeyecekti.

Peki Tuğçe’yi sorgulamaya iten şey babasının bir TV programında, "Ben nikahımı iki kızıma hediye ediyorum" sözleri mi oldu?

Evet. Altı yıl önce ’Yasemin’in Penceresi’ programında Ferdi Bey’in hikayesi yayınlanıyordu. Tuğçe o zaman 13 yaşındaydı. Ferdi bu programda böyle bir laf etti ve Tuğçe bu lafı içinde hiç unutmadı. Büyüdükçe, bu sorun da içinde
büyüdü. Hiçbir zaman da paylaşmadı. Taa ki bu son olay yaşanana kadar...

Bir oğlu da varmış

Son olay dediğiniz, Ferdi Bey’in oğlunun annesinin bakımsızlıktan öldüğü haberi mi?

Evet. Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta bir magazin programında, Ferdi Tayfur’un oğlu Timur’un annesinin vefat ettiği haberleri gündeme geldi. O haber yayınlanınca Ferdi deliye döndü. Şoka girdi. Ferdi Bey böyle sinirlendiği zaman acısını en yakınından çıkartır. Bu konuda kızıyla tartıştı...

Neden tartıştılar?

Meğer o vefat eden hanım, Timur’un gerçek annesi değil, bakıcısıymış. Gerçek annesi bakması için Timur’u bu kadına vermiş. Böyle karışık bir şey.

Yoksa Ferdi Bey’in bu hanımla da ilişkisi mi varmış?

Yok ama öyle yansımadığı için zaten sinirlendi. Tuğçe’nin de gözleri yerinden çıktı. "Ne oluyor burada" dedi. Onun için böyle bir gerginlik oldu baba-kızın arasında.

Ferdi Bey’in hayatı da tam bir muamma. Üç çocuğu var ve hálá evli değil mi? Gerçekleri sizden öğrenebilir miyiz?

Ferdi Bey, 16-17 yaşlarındayken Adana’da evlilik dışı bir ilişki yaşıyor. Bu ilişkiden Timur adında bir çocuğu oluyor. Bu hanım sonra çocuğu babaya vermiyor. Fakat yıllar sonra Ferdi oğlunu buluyor ve alıyor. Sonra Ferdi, askere gidiyor. Dönüşte de şu an evli olduğu hanımla evleniyor ve ondan da iki kızı dünyaya geliyor.

30 yıldır berabersiniz ama Ferdi Bey hálá evli. Neden boşanmadı?

Bu sorulara kendisi yanıt vermeli... Artık ipin ucu kaçtı çünkü. Bunlar aslında bizi çok üzüyor ve yaralıyor. Ferdi Bey’in şu anda neden böyle bir şey yaptığına hálá anlam veremiyorum.

İlişkinizin başında Ferdi Bey’in evli olduğunu biliyor muydunuz?

Hayır bilmiyordum. Öğrendiğimde de iki yıl ayrı yaşadık kendisiyle...

- Sonra nasıl bir araya geldiniz?

Bana birtakım sözler verdi... Verdi ama yine de boşanmadı. O sözler tutulmayınca da susmak zorunda kaldım.

Ayrılmayı hiç düşünmediniz mi?

Çok yorgundum hayatın içinde. Dokuz yaşından beri çalışan bir kız çocuğuydum. Belki bunu kabullenmek benim de tercihim oldu. Bir de Ferdi Bey, sahiplenen bir adamdı. Yıllar geçti, yaş da ilerleyince neyi sorgulayacaktım ki?
Artık çocuğum da vardı.

Nikahsız yaşamayı kabullendiniz...

Mutlaka tuhaf bir durum. Ferdi 30 yıl boyunca hep yanımda oldu. 30 yıl ben onunla aynı yastığa baş koydum. Tabii ki bunca yıl içinde beklentiler olmadı mı, oldu. Verilmiş sözler vardı, onlar da olmadı. Aradan bu kadar yıl geçmiş, bir tane evladım var. Artık neyin hesabını sorayım. Olan oldu, biten bitti.

Bitti lafını duymalıyım

Her şeye hazırlıklı mısınız? Yani Ferdi Bey de yorulmuştur ve çıkıp, "Bu ilişki bitmiştir" diyebilir.

Yarının garantisi yok. Şu an gülümsüyorum sadece. O kadar. Alacağı her türlü karara saygım var. Hiçbir şekilde kızmam ve kırılmam. "Bitti" lafını onun ağzından duymam gerek. Dört gündür çıkmıyor, konuşmuyor. Bir şey başlattıysa çıkıp, "Geçici bir şeydi, bir anlık gaftı yaptım" desin ya da "Ayrıldım" desin. Böyle susmakla olmuyor.

Belki de eşinden boşanmaya karar verir ve size evlenme teklif eder...

(Gülüyor) Hiç inanmıyorum. Zaten benim bu anlamda bir sorgulamam yok. Hiç böyle bir şey de düşünmedim. Ama Tuğçe bunu benden daha çok istiyor. Her şey hayırlısı olur.

Ferdi Bey kızı Tuğçe’nin nikah sorgulamasından bunaldığını söyleyerek, "Ben Anadolu çocuğuyum. Kimseyi bekarım diyerek kandırmadım. Necla Hanım benim evli olduğumu bile bile benimle beraberliğini sürdürüp çocuk sahibi oldu" demiş. Bu açıklama üzdü mü peki sizi?

Bunu hak etmedim. Sonuçta ben Ferdi ile tanıştığımda 18 yaşındaydım. Ferdi Bey de 32. Eğer böyle bir şey varsa birlikte olup gidebilirdi. Şu an bunu istiyorsa, gecikmiş bir karar diyebilirim.

Tatiana Marinescu: Topmodel


Türkiye’de oturanlara top model deniliyor

Tatiana Marinescu, gazetecilik eğitimi aldığı halde modellik ağır bastığı için o kariyerden vazgeçtiğini söyledi.

Türkiye'de adından sıkça söz ettirmeye başlayan Tatiana Marinescu, gazetecilik eğitimi aldığı halde modellik ağır bastığı için o kariyerden vazgeçtiğini söyledi: "Farklı şehirleri görmek, bir yere bağlı kalmaktan daha cazip."

Son zamanlarda adınızı çok duyuyoruz, ama hakkınızda pek bir şey bilmiyoruz. Öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz?

14 yaşında, ortaokula giderken bir güzellik yarışmasına katıldım. Yarışmayı izleyenler arasında İtalyan bir ajans sahibi de varmış. Beni İtalya’ya davet ettiler. Yaklaşık dört yıl orada yaşadım. Daha sonra ailevi nedenlerden dolayı Romanya’ya döndüm ve eğitimime devam ettim. Derken yine yurtdışındaki bir ajanstan teklif geldi, İtalya’ya gidip modelliğe devam ettim. Almanya, İngiltere, Yunanistan gibi pek çok ülke gezdim. Üç ay önce Meksika ve New York’tan geri çevrilemeyecek teklifler geldi, ama ben burada kalmayı tercih ettim. Bir de oralara gidersem, aileme çok uzak olurdum. Türkiye’de olmamın bir nedeni, aileme yakın olmak çünkü...


Dört yıl İtalya’da kalıp belli bir kariyer yaptıktan sonra ülkenize dönmek sizi, kariyerinizi nasıl etkiledi?

Romanya’ya döndüğümde annem zaten bütün programı hazırlamıştı. Sabahtan akşama kadar okuldaydım, neredeyse yemek yiyecek vaktim bile olmuyordu. Bu yoğunlukta babamı fazla düşünme fırsatı bulamadım. Annem ben yine ondan uzaklaşmayayım diye elinden geleni yapıyordu bu arada... Tabii başarılı olamadı. Okul bitince Romanya televizyonunda bir şov programı yapmaya başladım. Modellik yapmasaydım da gazeteci olacaktım.

Neden gazeteciliğe devam etmediniz?

Televizyondaki işim belli bir süre sonra sıkmaya başlamıştı. Ben farklı şehirleri gezmek istiyordum.

Peki Türkiye’ye ilk olarak ne zaman geldiniz?

Bir sene önce. Ardından başka ülkelere de gittim, ama yine buraya döndüm.

- Türkiye’deki modelleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Buradaki top modellerle dünyadaki top modellerin çalışma şartları çok farklı. Dünyadaki top modellerin ve benim gibi modellerin beş dakikaları boş değildir. Ne kadar çok iş yaparsan, ne kadar çok kampanya çekersen, top modellik kariyerinde o kadar sağlam ilerlersin. Fakat Türkiye’deki durumu görünce şok oldum. Burada kim iş yapmıyor, kim işleri geri gönderiyor, kim sürekli oturuyorsa, ona top model deniyor.

Siz neler yapacaksınız?

Burada beğendiğim çok model var ama çalışmıyorlar. Ben sürekli çalışıyorum. Yapabileceğim tek şey onların yerini doldurmak...

Türkiye’yi dolaşma fırsatı buldunuz mu?

İstanbul, Antalya, Mersin, Harran, İzmir ve Avşa’yı gördüm.

Peki, sizi en çok neresi etkiledi?

İstanbul... Çünkü farklı bir kültür, farklı bir şehir ve farklı karakterler var. İstanbul’u özellikle geceleri seviyorum. Bazen köprüye gidip Boğaz’ı seyrediyorum. Işıkları bile beni etkilemeye yetiyor.

Kariyeriniz açısından ne gibi planlarınız var?

Ben Türkiye’ye bir numara olmak için geldim. Bu belki hemen olabilecek bir şey değil ama Türkiye’nin top modeli olabilirim. Dünyada da o zaman "Türk top model Tatiana" derler. Hatta Türkçe ismim bile var; Tatlı...

Değiştirmek istediğiniz özellikleriniz var mı?

Çok çabuk sinirlenebiliyorum. Arkadaşlarımı çok kıskanırım... Yani birini kıskanmam için sevgilim olması gerekmiyor.

Sizi sinirlendirebilecek üç şeyi sıralar mısınız?

1- Pazar günü istediğim çikolatayı bulamadığım zaman çok fazla sinirlenirim. Bir pazar, bulamadığım için tüm gün ağladım!

2- Arkadaşlarım bana istedikleri zaman ulaşabilirler. Bu yüzden ben de aradığım zaman onlara ulaşmak isterim. Ulaşamadığım zaman çok sinirlenirim.

3- Kıyafetlerimi paylaşmaktan hoşlanmam. Bu durum da beni sinirlendirebilir.

Röportajı okuyan ve sizden hoşlananlar artık çikolataya olan zaafınızı biliyor. Ellerinde paket paket çikolatalarla gelirlerse ne olur?

Çikolatayı sevdiğimi herkes öğrendi ama benim sevdiğim tek bir marka var. Eğer o markayla bana gelebilirlerse kalbimi kazanabilirler, kalbimin anahtarını bile verebilirim!

Deniz Akkaya’ya değil Liv Tyler’a benziyorum

Deniz Akkaya’ya benzediğinizi düşünüyor musunuz?

Çok kişiden duydum bunu... Zaten kendisi de benim favori modellerimden, ama eğer birileri bana Deniz Akkaya’ya benzediğimi söylerse, ben de onlara "Hayır, ben Liv Tyler’a benziyorum" derim. Çünkü duyduğum kadarıyla Deniz Hanım estetik doktoruna Liv Tyler’ın fotoğrafıyla gidip, ona benzemek istediğini söylemiş.

Siz estetiğe karşı mısınız?

Herkesin kendi seçimidir. Herkesin kendisini nasıl iyi hissedeceği önemli olan... Ben kendimi doğal halimle iyi hissediyorum. Sadece saçımı boyatıyorum. Şu anda ihtiyacım yok. Ama bilemeyiz ileride ne olur. Belki de 10 yıl sonra Naomi Cample’a benzemek isteyebilirim.

Türk erkekleri işi zora sokuyor

Türk erkekleri yakışıklı, kızları ise çok güzel... Gittiğim yerlerde çok fazla ilgi gösterdiklerini söyleyebilirim. Hatta bazen kendimi Kleopatra gibi hissediyorum. Aslında zaman zaman bu ilgi mantıksız geliyor. Daha mantıklı, sakin bir yaklaşım olsa, ben de bir Türk erkeğiyle birlikte olmak isterim ama işi zora sokuyorlar. Ben de o zaman "Ben Kleopartra’yım bunlar da esirlerim" diyorum.

Julia Lescova: Çok fakirdik


Çok fakirdik ama kötü yolu seçmedim

Julia Lescova, "Türkiye'de mankenler podyumda şov yapmayı seviyor. Podyum üzerinde yoğun bir trafik oluyor. Aynı İstanbul trafiği gibi" diyor.

"Best Model Of Turkey 2006" birincisi Julia Lescova, "Türkiye'de mankenler podyumda şov yapmayı seviyor. Podyum üzerinde yoğun bir trafik oluyor. Aynı İstanbul trafiği gibi" diyor.

Çok fakirdik ama kötü yolu seçmedim

Best Model Of World 2006 birincisi Julia Lescova’nın çocukluğunda yaşadığı sıkıntılar hálá aklında... Babasının o küçük yaştayken vefat ettiğini, ekmek almak için para bulamadıkları zamanlar olduğunu söyleyen Lescova, "Aç
kalmamıza rağmen kötü bir şey yapmadım" diyor.

Yaklaşık iki hafta önce Hong Kong’tan geldiniz. Neler yaptınız orada?

- İki buçuk ay orada kaldım. Çok büyük markalarla çalıştım. Dolce&Gabbana, Patrizia Pepe, Vivienne Westwood, Valentino, Tod’s, Karen Millen, Anne Klein, Fendi, Giorgio Armani gibi markaların tanıtım ve defilelerine katıldım. Birçok ülkede bağlı olduğum ajanslar var. Şimdiye kadar sadece Amerika’ya gitmedim diyebilirim.

Yurtdışındaki işleriniz bittikten sonra yine Türkiye’ye dönüyorsunuz. Buraya mı yerleştiniz?

- Letonya’ya altı ayda bir gidiyorum, o da annemi görmek için... Türkiye benim evim gibi oldu. İstanbul’a yerleşmeyi çok istiyorum ama en fazla bir ay kalma iznim var. Ayrıca yurtdışındaki ajanslarım da uzun süre kalmama izin vermiyor.

2007 Best Model of the Wold yarışmasında jüri üyeliği de yaptınız. Tahminleriniz tuttu mu peki?

- Tüm tahminlerim tuttu. Nijerya’nın birinci olacağı belliydi. Fotoğraflarda bile farklı bir elektrikleri vardı. Zaten bu yarışmada kim en güzel yürüyorsa, poz veriyorsa, kıyafeti güzel taşıyorsa, birinciliği o hak eder. İyi bir manken podyumda devleşir. Ben de kendimi podyumdayken kraliçe gibi hissediyorum.

Türkiye’de podyumlar İstanbul trafiği gibi

Bir röportajınızda Şenay Akay için, "At gibi yürüyor" demişsiniz...

- Türkçe’yi hálá çok iyi konuşamıyorum. Başka şeyler söylemek isterken beni yanlış anlamış olabilirler. Kimse hakkında kötü konuşmam, bu işin eksperi de değilim. Kaldı ki Şenay Hanım’ın kendine has bir tarzı var. "At gibi yürüyor" çok çirkin ve kaba bir söylem. Benim ağzımdan kesinlikle böyle bir cümle çıkmadı.

Yurtdışında birçok defileye katıldınız. Türkiye’deki defileler ile yurtdışındakiler arasında ne gibi farklar var?

- Orada modeller sokakta yürüyormuş gibi... Defilelerde çok fazla hareket görmek istemiyorlar, sadece kıyafeti görmek istiyorlar. Türkiye’de ise şov yapmayı seviyorlar. Yurtdışında koreografi de yok. Podyumda dümdüz yürüyor ve sonra da kulise dönüyorlar. Ben buraya ilk geldiğim zamanlar çok zorlandım. Podyum üzerinde resmen trafik oluyordu. Podyumlar İstanbul trafiği gibi arapsaçıydı. Biri sağa, biri sola geçiyor, diğeri ortadan yürüyor. Ne olduğunu anlamamıştım. Yine de Türkiye’de çalışmak zevkli, yurtdışında ise yorucu...

Uzun süre modelliğe devam mı edeceksiniz? Geleceğe dair planlarınız neler?

- Ben birkaç yıl sonra evlenip yuva kurmak istiyorum. Yaşım genç ama aile kurmak için geç kalmak istemiyorum. 24-25 yaşında mutlaka çocuk sahibi olmalıyım. Bence 25’ten sonrası çocuk sahibi olmak için geç...

Nasıl bir ailede büyüdünüz? Bir an önce aile kurmak istemenizin sebebi nedir?

- Çok küçük yaşta babasız kaldım. Abim, annem ve ben zor zamanlar geçirdik. Sadece annem çalışıyordu. Bazen yiyecek ekmek bile bulamıyorduk. Bütün bir yılı bir pantolon, iki bluzla geçirdiğimi hatırlıyorum. Buna rağmen okulda çok iyiydim. Bir süre sonra abim Moskova’ya giderek çalışmaya başladı. Aklını kullanıp para kazandı. Abim, benim için baba gibidir. Bu yüzden yanımda güçlü bir erkek istiyorum.

O zorlu yıllar sizi nasıl etkiledi?

- Küçük yaşta yaşadığım olaylar beni olgunlaştırdı. Zaten modellikle yeniden doğdum. Şimdi abim de, ben de annemizin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar iyi kazanıyoruz. Ben 16 yaşında modellik yapmaya başladım. 17 yaşında da Milano’ya gittim ve aileme yardım etmeye başladım. Çok şanslı olduğumu düşünüyorum.

Neden?

- Güzel olduğum için modellik yaparak paramı kazanıyorum. Güzelliğimi hiçbir zaman başka şeyler için kullanmadım. "Zengin birini bulup rahat edeyim" demedim. Hep işimi iyi yapmaya çalıştım. İtalya’ya gittiğim zaman birçok zengin erkek farklı yaklaşımlarda bulundu. Ben zoru seçiyorum ve modellikten para kazanıyorum. Benim için doğru olan bu çünkü...

O yolu seçenler için ne düşünüyorsunuz?

- İtalya’da zengin bir adam bulup hayatımı kurtarabilirdim. Ama abim benim karakterimi sağlamlaştırdı. O yolu seçenler için ise üzülüyorum. Kolay yolu seçenlerin güçsüz insanlar olduğunu düşünüyorum. Ben böyle çok mutluyum, onların mutlu olduklarını sanmam. Akıllarını kullanmaları gerekiyor... Ben de çok zor günler geçirdim. "Kötü
durumdaydık, başka çarem yoktu" diyenleri anlamıyorum. Her zaman bir şeyler yapabilirsiniz. Önemli olan doğru yolu seçmek...

Benim sevgilim akıllı olmalı

- Hayatınızdaki erkeğin nasıl olmasını istersiniz?

İşin içine aşk girince bunlar düşünülmüyor aslında... Ama yine de yanımdaki erkek yakışıklı ve akıllı olsun isterim. Abim gibi olsun, tuttuğunu koparsın. Benim için gerçekten para önemli değil. Tutku ve aşk olsun yeter.

Dalga Geçmiyorum


Kimseyle dalga geçtiğim yok

Şu sıralar Sibel Alaş tartışılıyor... Onca albümden sonra yeni radyo programında yaptığı sivri eleştirilerle bir kez daha gündeme gelen ve Bülent Ersoy’dan Sezen Aksu’ya kadar hiçbir "tabu" tanımayan Alaş, Tempo dergisine konuştu.

Üniversitede Amerikan Edebiyatı bölümünü bitirmiş, müziğin eğitimini almış, kültürlü bir genç kadın Sibel Alaş. Başarılı albümlere, ünlü şarkıcılara verdiği beste ve şarkı sözlerine rağmen, bir magazin starı olmamış ya da olamamış. Başka bir deyişle, "ünü" televizyon ekranlarından her gece evlerimize taşınmamış. Konuştuğunuz zaman anlıyorsunuz ki bu, onun kendi seçimi. "Benim bir hikáyem yok" diyor ama yaşamı, dram sayılabilecek öyküler barındırıyor.

On yıl önce Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan aldığı kızı için velayet savaşı veriyor ve beynindeki hastalık nedeniyle beyin kanaması riskiyle yaşıyor. Bunlara rağmen, her sabah Radyo Mega’daki "Desibel" programında neşe içinde şakıyor. Üstelik bu şakıma, birkaç hafta içinde medyada yaklaşık 600 habere neden olmuş. "İki saatlik program içinde sadece bu 10 dakikanın böylesine ilgi görmesi beni şaşırttı" diyor ama bu öyle bir 10 dakika ki, ünlü şarkıcılardan mankenlere kadar Alaş’ın sivri dilinden herkes payını alıyor.

Bir süre ortalıkta görünmediniz. Sonra aniden Radyo Mega’daki "Desibel" programınızla yeniden gündeme geldiniz. Bu proje nasıl gelişti?

- Aslında müzikten kopmamıştım. Başkalarına şarkılar yapıyordum. Mega Radyo yeniden yapılanınca bu teklif geldi. "Becerebilirsem yaparım" dedim. Becerdim de galiba...

Programınızda Deniz Akkaya’nın, "Birçok arkadaşımın içime girmesine izin verdim ve ben öyle her arkadaşımı içime alan biri değilimdir" cümlesiyle dalga geçiyorsunuz. Böyle durumlarda tepki alıyor musunuz?

- Dalga geçmiyorum, tepki de almıyorum. En azından karşı tarafın bunu anlayacak kadar zeki olduğunu düşünüyorum. O cümleyi, ünlülerin gaflarını, dil sürçmelerini toplayan bir kitaptan aldık. Bunlar sadece komik şeyler.

Dil sürçmeleri diyorsunuz ama, Bülent Ersoy ve Armağan Çağlayan’ın evliliğine de takmışsınız...

- Evet. O olaya çok kızıyorum. Bu iki insanın haftanın yedi günü haber yaratacak şeyleri yapıp, sonra da "Neden basın bizimle uğraşıyor?" demelerine çok takıldım. Ben artık Armağan ve Bülent Ersoy’u her gün televizyonda görmek istemiyorum.

Müzik sektöründeki tabulardan da söz etmişsiniz. Bülent Ersoy ve Zeki Müren’i saymışsınız...

- Sezen Aksu’yu da saydım. Bu insanlarla ilgili fikrinizi söyleyemiyorsunuz. Bülent Ersoy ve Zeki Müren’i eleştirmek, onların sanatçılığına gölge düşürmez ki...

Ama Sezen Aksu onlar gibi bir örnek değil ki. Aksine, özel yaşamını hep geriye çeken bir insan...

- Aynı konsept içinde geçmemişti zaten ikisinin ismi. Sezen Aksu’nun da eskiden yabancı parçaları alıp üzerine Türkçe söz yazdığını söyleyemezdiniz ki. Üstelik bu kötü bir şey değil.

"Bu tür cümlelerin bu kadar ilgi çekeceğini bilmiyordum" diyorsunuz. Bunun reyting için yapılmadığına emin misiniz?

- İlgi çekmek için o kadar çok konu var ki. "Beynim hasta" diye her doktora gidişimde peşime kamera takmıyorum. Ama tırnağı kırılınca kameraları çağıran ünlüleri görüyoruz.

Programın diğer bölümlerinde neleri işliyorsunuz?

- Kültür sanat haberleri veriyoruz, albümleri tanıtıyoruz. Televizyondaki yarışma programlarına takıldık. Pop Star Alaturka’da üç dakikalık bir şarkı için yapılan 33 dakikalık yorumlar bize çok komik geliyor. Şimdi bir yarışma programı daha başlamış. Nihat Doğan ve Ahu Tuğba ideal erkek yetiştiriyorlarmış. Bundan daha absürd bir şey olabilir mi?

Belki de Buzda Dans yarışmasında yaşananlar...

- Geçen gün programda şunu söyledim: "Herhangi bir çatışmaya Sema Çelebi’yi gönderin, zafer kaçınılmaz." Çünkü "En çok kavgayı ben çıkarıyorum. Hande Ataizi benden nasıl daha fazla para alabilir?" diye bir açıklaması var. İzin verin de ben bunlara kahkahalarla güleyim.

Kızınız Tuğçe’yi Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan koruyucu anne olarak aldınız. Sonra biyolojik ailesiyle aranızda bir velayet savaşı başladı. Üç buçuk yıldır süren bu dava şimdi hangi aşamada?

- Bürokrasi nedeniyle hálá bir sonuca bağlanamadı. Bir belge ya da bir tanık gelmeyince, her celse üç dört ay ileriye atılıyor.

Tuğçe’yi etkiliyor mu bu durum?

- Hayır. Tuğçe bebekken ben onun annesi oldum. Psikologların tavsiyesiyle, altı yaşındayken bu durumu ona anlattık zaten. Tuğçe benden daha sağlam bir çocuk çıktı. Benim sinirim bozulduğu zaman, o teselli ediyor.

Bu dava Tuğçe’nin mirasçınız olması için mi açıldı?

- Evet. Soyadımı aldığında, ben ölünce yasal işlemleri yapabilecek. Tek derdim onun geleceğini garanti altına alabilmek. Üç buçuk senedir çocuğum benden alınıp sosyal hizmetlere götürülmesin diye savaş veriyorum. Bu savaşı kazanıp kazanmayacağımı da bilmiyorum.

Karşı tarafın da haklı olabileceğini hiç düşündünüz mü? Çünkü sonuçta biyolojik annesi o...

- Açıkçası hiç düşünmedim. Kanuni olarak onların da çocuklarını görme hakları var. Biz 10 seneye yakın zamandır Tuğçe ile birlikteyiz. Ama neden benim adım ortaya çıkmadan önce çocuklarını bir kere bile görmeye gelmediler?

Her an beyin kanaması riski ile yaşıyorum

- Beyninizdeki hastalık nedir?

Milyonda bir görülen bir hastalık. Beynimde olmaması gereken ve birbirine dolanmış bir damar topluluğu var. Kısaca beyin kanaması riskiyle yaşıyorum.

- Tedaviniz devam ediyor mu?

Sonucunu bekliyorum tedavinin. Yüzde 85 iyileşecek. Çok takılmıyorum. Hayat olasılıklardan ibaret.

Deniz Uğur’un açıklaması nevrimi döndürdü

- Tamer Karadağlı’dan ayrıldıktan sonra, Deniz Uğur’un açıklamasını da fena halde eleştirmişsiniz. Bunlar özel hayata, dedikoduya girmiyor mu?

Bir sabah gazeteyi açtım, Deniz Uğur’dan, "Oğlumu ikinci kez babasız bıraktı" diye bir açıklama... İşe çocuklar karıştırıldığı zaman benim nevrim dönüyor. Bazı laflar da öyle yaralıyor ki insanı. Mesela Aysu Kayacı bir davada ifade vermeye gitmemiş. Polis zoruyla götürüleceği yazılınca da isyan ediyor: "Adalet Bakanlığı benimle reklamını mı yapıyor" diyor. Git ver ifadeni.

Hüner Coşkuner: Patronum


Kendi kendimin patronuyum

21 yıla 16 albüm sığdıran Hüner Coşkuner, " Ben de kendi kendimin patronuyum" dedi.

Türk Sanat Müziği sanatçısı Hüner Coşkuner, uzun bir aradan sonra yeni albümü "Nerede" ile müzik marketlerde yerini aldı. 21 yıla 16 albüm sığdıran sanatçı, "Eskiden albümleri prodüktörler yapardı. Ama müzik sektörü değişti. Şimdi benim gibi, sanatçı, albümünü kendisi hazırlıyor. Ben de kendi kendimin patronuyum" dedi.

Bugüne kadar kaç albüm yaptınız?

- Bugüne kadar toplam 16 albüm meslek yaşamımda 21 yıla sığdı. Albümleri eskiden prodüktörler yapardı ama şu an sanatçı benim gibi albümünü baştan sona kadar kendisi hazırlıyor. Ben son iki yıldır kendi albümümü kendim yapıyorum. Sanatçı ayrıca kliplerini müzik kanallarına belirli ödemeler karşılığında vermek zorunda. Kısaca biz albüm yapan kişiler olarak kendimizin patronluğunu yapıyoruz.

Bugün sanat dünyasında neler oluyor?

- Hiç kimse başarı merdivenlerini kolay çıkamaz ama reyting uğruna ajitasyon yapmamak gerekir. Türkiye’de bir sanatçı kolay yetişmiyor albümler kolay yapılmıyor. Ama gerçek sanatçılar bir köşedeyken, kendisini sanatçı gibi görünen ve albümü çıkan insan da "Ben sanatçıyım" diyor. Ben sanatçı olarak Sezen Aksu ve Kayahan gibi üreten insanlara derim. Ben Hüner Çoşkuner olmak için yıllarımı verdim. Onurumu ödün vermeden koruyorum.

Türk Sanat Müziği’nin nerelerde olduğunu düşünüyorsunuz?

- Türk Sanat Müziği varlığını sürdürse de yeterince gençlere sevdirilmediğini düşünüyor ve bundan çok büyük üzüntü duyuyorum.

Yeni nesil sanatçı adaylarını nasıl buluyorsunuz?

- Bazıları bu işe umut bağlayıp insanları kandırıyor. Bu iş öncelikle eğitimden geçer, yarışmalara katılıp iki günde birinci olmakla da olmaz. Yıllarını vermeleri lazım bir kere. Arkasına bir zengin adam alıp albüm yapanlara "sanatçı" deniyor.

Sanatçı nasıl olmalı?

- Sanatçı doğru mesaj vermeli. Televizyon bir vitrindir. Sanatçı konuşması ile giyim kuşamı ile topluma örnek olmalıdır. Ben kanallarda bir çok alkollü sanatçı arkadaşımı görüyor, üzülüyorum. Sanatçının önce aynayı alıp kendisine bakması lazım çünkü bir misyon üstlenmiştir.

Çalışmalarınız nasıl seyrediyor?

- Türkiye’de radyolar başta olmak üzere, beni özleyen, bekleyen, sanat müziğine değer veren o kadar çok insan varki... TV kanallarındaki programlara, röportajlara vakit ayırıyorum. Bunun yanı sıra özellike Didim Kapris Palas’taki 2 yıldır devam eden ve bu yıl sonu bitecek olan sahne çalışmalarımın yoğunluğu sürüyor. Şubat ayında Anadolu bölgesini kapsayacak turneler ve klip çalışmalarım sürecek. ÖzellikleTürk Sanat Müziği’ni sevenleri düşünerek hazıladığım geniş bir yelpazesi olan albümümü içimden geldiği gibi piyasaya çıkartmanın mutluluğunu yaşıyorum.

Albümde pop da söyledim

Yeni albümünüzden bahseder misiniz biraz?

Albümümde 10 müzik eserini seslendirdim. Bana yönetmen ve aranjör olarak Mustafa Özkent eşlik etti. Sözü ve müziği Mustafa Alpagut’a ait olan albüme ismini veren "Nerede" adlı esere Biray Dalkıran yönetmenliğinde klip çekildi. Albümümde unutulmaz bestecilerin eserleriyle pop tarzındaki eserler de yer alıyor.

Özge Özberk: Zor sileceğim


Bu dramın izlerini çok zor sileceğim

Başrollerini Özge Özberk, Cansel Elçin, Burak Sergen'in paylaştığı "120" filminin çekimleri sürüyor.

Başrollerini Özge Özberk, Cansel Elçin, Burak Sergen, Emin Olcay, Halil Kumova ve Ahmet Uz’un paylaştığı, Özhan Eren ile Murat Saraçoğlu’nun yönettiği "120" filminin çekimleri sürüyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında birliklere cephane taşıyan 120 çocuğun hikayesini anlatan bu filmde Münire adlı karakteri canlandıran Özge Özberk, "Sette çok duygusal anlar yaşıyoruz. Film bittikten sonra kendime gelmem zaman alacak" dedi.

Özge Hanım, öncelikle bu filmde canlandırdığınız Münire karakterinden söz eder misiniz?

- Van’ın kurtuluş yıllarında, eşlerini, ağabeylerini ya da babalarını cepheye gönderen kadınların hikayesini beyazperdeye yansıtıyoruz. Münire, ağabeyini bu savaşta kaybetmiş. Sonra nişanlısını da cepheye gönderiyor ve onu yılmadan bekliyor. "120" filmi gerçekten inanılmaz bir dram... Çok duygusal sahneler var. Sanırım bu dramın izlerini çok zor sileceğim.

Çalışma koşullarınız da epey zorlu...

- Zor koşullarda çalışıyoruz ama ekibimiz çok sağlam. Bu duygusal hikaye, bizim de çabamızla seyirciye mutlaka yansıyacaktır. Bundan eminim.

O etkileyici sahnelerin çekimleri sırasında, sette nasıl bir rah hali hakim?

- Dün 120 çocuğun dönüşünü çektik. Zombi gibi geliyorlardı. Bir tanesinin gerçekten ayakları soğuktan morarmıştı. Bu sahneden sonra Özhan Bey’le oturup ağladık. Az önce söylediğim gibi, film bittikten sonra kendimi zor toparlayacağım.

Anneniz Hülya Hanım sizi buralarda yalnız bırakmamış bu arada; sürekli yanınızda... Neden?

- Evet, annem gezgindir ve tarih hastasıdır. O yüzden "Ben de geleyim" dedi, kabul ettim. Bugün çekim sonrası birlikte Van Kalesi’ne gideceğiz mesela...

Tarih sevgisi annenizden mi geçti bilmem ama, siz hep dönem filmlerinde rol alıyorsunuz. Bu sizin seçiminiz mi yoksa öyle mi denk geldi?

- Böyle denk geliyor. Açıkçası şikayetçi de değilim, aksine hoşuma gidiyor. Modern dizilerden de teklifler geldi. Hatta bunlardan dördü şu an yayında... Ama dönem işleri benim oyunculuğumla daha çok örtüşüyor. Seçme hakkımı bu yönde kullanıyorum. 80’lerde yaşamadım ama o dönemi sette öğrendim. Kurtuluş Savaşı’nı okuduklarım dışında bilmiyorum, bu savaşı da yaşadım. Şimdi Van’ın kurtuluşunu canlandırıyoruz. 120 çocuğun o inanılmaz fedakarlıklarına şahit oluyoruz. Daha ne olsun...

Gerçekten zor projeler... Oyunculuğunuza güveniyor olmalısınız...

- Takdir elbette seyircinin, ama ben de oyunculuğuma güveniyorum gerçekten.

"Sinekli Bakkal"da da yine dönem kadınısınız...

- Bu şans mı, ben de bilmiyorum artık... Halide Edip Adıvar gibi büyük bir yazarın romanını uyarlıyoruz. Çok mutluyum.

Ya oradaki karakteriniz?

- Rabia adında bir genç kız... Baskıcı bir dedenin karşısına dimdik durmaya çalışan, müzik aşkıyla yanan ve okumak isteyen biri Rabia... "Baba Beni Okula Gönder" kampanyasını dizimizde yaşatacağız bir bakıma... Birazcık etkimiz olursa ne mutlu bize... İnanılmaz bir kadro kuruldu. Kötü dedeyi Şemsi İnkaya oynuyor. Ayrıca Uğur Polat, Zuhal Gencer, Sermin Hürmeriç, İsmail Hacıoğlu var... Kadro süper yani...

Cem Yılmaz’ın "Arok"unu da pas geçmeyelim... Sıradaki projelerden biri, değil mi?

- Evet, bu ay sonu teaser çekeceğiz. Film taş devrinde geçecek. O da dönem filmi sayılabilir. Açıkçası çok heyecanlıyım.

- Hollywood hayalleriniz var mı?

- Bu hayal değil. Siz işinizi doğru şekilde, hakkıyla yapar ve kendinizi o işe tamamen verirseniz, sizi mutlaka fark edeceklerdir.

Oyunculukta sizin ya da belki eşinizin koyduğu sınırlar var mı? Mesela buralara gelmeniz sorun yarattı mı?

- Hayır... Doğuda sıkıntılı bir dönem yaşandığı için biraz tedirginlik oldu ama şimdi iyi ki gelmişim diyorum. Önümüz Van Gölü, arkada Artos Dağları.... İnanılmaz bir görüntü.

Eşiniz cüretkar sahnelerde yer almanıza ne der?

- Kıskanabilir tabii, ama şunu anlamak gerek: Ben orada Özge olarak yer almıyorum. Her oyuncunun rolün hakkını vermesi gerekir, yoksa orada işiniz olmaz! Ben oyuncuyum, sonuna kadar oynarım.

Peki bu, işin eğitimini alanlara haksızlık değil mi?

- Bu işi hakkıyla yapıyorlarsa yapsınlar, sorun değil. Ben 14 yıldır bu işin içindeyim ve geldiğim yeri iyi biliyorum. Çok fazla gözlem yaptım, sürekli yeni şeyler öğrenmeye çalıştım. BKM’deydim ve çok güçlü oyuncuların içinde yetiştim. Bana düşen, iyi projelerde yer almak ve o projelerin hakkını vererek oynamak.

6 gündür 2500 metrede çekim yapıyoruz

- Burak Bey, çekimler sırasında çok üşüdüğünüz her halinizden belliydi...

Üşümemek mümkün değil ki... 6 gündür 2500 metrede çekim yapıyoruz.

- Sizin bu filmdeki rolünüz nedir?

İki farklı rol oynuyorum. Biri bu 120 çocuğu Van’a götürmeye çalışırken, şehir girişinde hayatını kaybeden Musa Çavuş... Diğeri de Musa Çavuş’un ağabeyi... O da Van’ın ileri gelenlerinden, zengin bir silah tüccarı. Çetelere silahı temin ediyor, sonra kardeşinin de o silahlardan biriyle öldüğünü öğreniyor.

- Taban tabana zıt iki karakter yani...

Evet, ağabeyi ile kardeşi çok farklı. Kardeşi kendini tamamen ülkesine vermiş bir adam. Ama ağabeyi hemen Van’dan kaçıp İstanbul’a gitme derdinde... Ama çok geçmeden yeğeni de, kendi çocuğu da ölüyor. Bu gerçek hikayeden yola çıkılan bir film. Çok büyük bir dram. Çok ağladık çekimlerde. Özhan Eren "Her kar yağdığında bu 120 çocuğu hatırlayalım" diyor. Bu film gerçek bir olayı anlattığı ve yakın tarihimize ışık tuttuğu için çok çok özel... Bence desteklenmesi gerek. Bakın dünya sinemasına, önce kendi tarihlerini işliyorlar, sonra fantastik, sürrealist ve epik sinemaya geçiyorlar.

ENBE Orkestrası & Behzat Gerçeker


Aslı Güngör'ün Ferhat Göçer'le düet yaptığı "Kalp Kalbe Karşı" ile Mustafa Ceceli'nin yorumladığı Sezen Aksu'nun "Unutamam" şarkıları büyük ilgi görüyor.

"ENBE Orkestrası & Behzat Gerçeker" albümünde Aslı Güngör’ün Ferhat Göçer’le düet yaptığı "Kalp Kalbe Karşı" ile Mustafa Ceceli tarafından yorumlanan Sezen Aksu’nun "Unutamam" şarkıları radyolarda büyük ilgi gördü. ENBE Orkestrası’nın şefi Behzat Gerçeker, bu ilgiyi şöyle yorumluyor: "Müziğin en kalitelisini insanlara sunmaya çalıştığımız için başarıya ulaştık."

ENBE Orkestrası’yla Türkçe pop şarkılara sıra dışı bir yorum kattınız. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

- Kurulduğundan bu yana, yani yaklaşık 13 yıldır ENBE Orkestrası’nın şefliğini yapmaktayım. Fransızca şarkılar, İtalyan napolitenleri, tangolar, caz ve Latin müziklerinden oluşan geniş bir repertuvarımız var. Ama biz Türkçe müzik de çalıyoruz ve istedik ki insanlara Türkçe pop müziği biraz daha ENBE bakış açısıyla yansıtalım. Ferhat Göçer çok yakın arkadaşımdır. Ondan bu projede yer almasını, misafir sanatçı olarak birkaç parçayı seslendirmesini istedim. Sağ olsun, beni kırmadı.

Albümde bir de Sezen Aksu’nun "Unutamadım" parçası yer alıyor...

- Sezen Aksu’nun "Unutamadım" adlı sıfır kilometre bir parçasını da albüme kattık. Parçayı Mustafa Ceceli seslendirdi. Çok iyi bir müzisyen ve aranjör. Ceceli, "Unutamadım" şarkısına harika bir yorum kattı. "Unutamadım", radyolarda büyük ilgi gördü.

Bir de Aslı Güngör’ün "Kalp Kalbe Karşı" şarkısı var.

- Evet, Aslı Güngör’ün "Kalp Kalbe Karşı" şarkısı da radyolarda büyük ilgi gördü. Aslı bu parçada Ferhat Göçer ile düet yaptı. Ferhat ile Aslı’nın çok iyi bir ikili oluşturup "Kalp Kalbe Karşı"yı müzikseverlerin diline doladılar. DMC’nin Genel Müdürü Samsun Demir başta olmak üzere, albüme emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Biz müziğin en kalitelisini insanlara sunmaya çalıştığımız için başarıya ulaştık.

En kaliteli! Son dönemde kaliteli işlerin yapılmadığını mı ima ediyorsunuz?

- Pek yok ama açıkçası sadece dinleyicilerde değil, sanatçılarımızda da kabahat var. İnsanlar iyi şeyleri istemiyor. Sanatçılar da sunmuyor. Biz konsept bir albüm yaptık. Sunum şekli çok önemli. Bu haliyle dinleyicilerin kabul edeceğini zannediyorum.

Albümün başarısı konusunda hiç endişe duydunuz mu?

- Hayır... Bundan üç yıl önce ENBE Orkestrası ile "Düşler" albümünü yaptım. Kendi bestelerimle hem de... Tüm insanlara ENBE Orkestrası’nın bu işte bir dönüm noktası olduğunu anlatacak, onlara "Helal olsun" dedirtecek bir albüm yapmak istedim. Benim hayat tarzım da böyledir. Yaptığım her işte iyi olmak isterim. Ajda Pekkan, Ferhat Göçer, Aytekin Kurt, Sultana, Mustafa Ceceli, Aslı Güngör ve Atacan Yücel’in konuk sanatçı olarak yer aldığı bir albüm... İçinde Fikret Şeneş, Fecri Ebcioğlu, Sezen Aksu, Atilla Özdemiroğlu gibi değerli söz yazarı ve bestecilerin eserleri var. Ayrıca aranjelerde Ozan Doğulu, Erdem Kınay, Mustafa Ceceli ve Sinan Akçıl imzaları bulunuyor. Bunlar işlerini en iyi şekilde yapan isimler. Ancak içinize sinmeyen işlerde tereddütte kalırsınız. Benim öyle bir tereddüdüm yok.

Ajda Pekkan’ı nasıl ikna ettiniz?

- Türkiye’nin süperstarı Ajda Pekkan, projeyi duyunca beni aradı ve albümümüzde yer almak istediğini söyledi. "Sevdiğim Adam" adlı şarkıyı o yorumladı. Onun gibi Türkiye’ye damgasını vurmuş bir müzisyenin ENBE Orkestrası&Behzat Gerçeker albümünde yer almak istemesi, benim için tarif edilemez bir onur.

Ünlü isimlerle çalışmak zor mu?

- Sanatçılar egoları yüksek insanlardır. Leman Sam, Ajda Pekkan, Özcan Deniz gibi birçok isimle konserler yaptık. Biz bu müziği yaparken insanlara en iyisini sunmak istiyoruz. O yüzden sanatçı dostlarımız çalışmaya geldiklerinde, onlardan egolarını kapının dışında bırakmalarını istiyoruz. Ondan sonra herkes istediğini yapabilir.

Başarılı olmak için fark yaratmak zorundasınız

ENBE Orkestrası ile sürekli yeni projeler peşinde koşuyorsunuz. Fark yaratmak sizin için önemli galiba.

- Evet, artık müzik piyasasında fark yaratırsanız ayakta kalırsınız. Özcan Deniz’le bir proje yaptık mesela; biz Caruso çalarken o gazel atıyordu. İlginç şeyler yapmak, proje üretmek lazım. Önemli olan seyirciye farklı bir şeyler sunmak... Pop müzik gibi, R&B gibi tutan akımları yeni albümde biz de denedik. Hem yeni bir proje hem de konsept albümü oldu. Çok insana ulaşacağız. Güzel bir şey vardır; çok pahalıdır. Bir yanda da aynısının ucuzu vardır. Siz parasını verip pahalı olanı alırsınız, çünkü onu yıllarca kullanabileceğinizi bilirsiniz. Bizim pop albümü olarak tasarladığımız bu albüm de öyle... Dediğim gibi, biz işlerimizde kaliteye önem veriyoruz.

Dünya müzik piyasasında da sesimizi duyurmalıyız

ENBE Orkestrası’na şef olmadan önce ne yapıyordunuz?

- Konservatuvarda okurken bir yandan da Maksim Gazinosu’nda Nilüfer ile Kayahan’ın orkestra şefliklerini yapıyordum. Hedefim zaten dünya müzik platformuna bir orkestra ile çıkmaktı. Biz sahnede işin şov kısmını da yapıyoruz. Bir müddet sonra umarız arkamızdan gençler gelecek ve yerimizi onlara bırakacağız...

Fahriye Evcen: Oya Aydoğan


Oya Aydoğan keşfi

4 Ocak'ta gösterime girecek olan Cennet filminin 'Kız'ı, bu akşam KANAL D'de yayınlanacak "Yaprak Dökümü" dizisinin Necla'sı Fahriye Evcen, kendisini keşfedenin Oya Oydoğan olduğunu ve ona çok şey borçlu olduğunu söyledi.
"Yaprak Dökümü" dizisiyle üne kavuşan Fahriye Evcen, ilk sinema filmi "Cennet"te, akıl hastası bir genç kızı canlandırıyor. Türkiye'de çok denenmemiş bir sinema filminde yer almanın heyecanını yaşadığını söyleyen Evcen, "Bu film diğer sinema filmlerinden çok farklı. Filmi izleyen herkes çok etkilenecek" diyor.

Yaprak Dökümü dizisiyle üne kavuşan Fahriye Evcen, ilk sinema filmi "Cennet"te, akıl hastası bir genç kızı canlandırıyor. Türkiye’de çok denenmemiş bir sinema filminde yer almanın heyecanını yaşadığını söyleyen Evcen, "Bu film diğer sinema filmlerinden çok farklı. Filmi izleyen herkes çok etkilenecek" diyor.

Yaprak Dökümü’nden fırsat bulduğunuz ilk fırsatta ilk sinemanızı çekmeye başladınız. Halbuki son iki yıldır Türkiye’desiniz...

- Yaz dönemine geldi öyle çektik. Yoksa ’Yaprak Dökümü’ zamanında olsaydı haftanın 4-5 günü süren çekimlerinden pek fırsatımız olmazdı. ’Cennet’ten önce 2-3 senaryo daha okudum ama kabul etmedim. Bu tamamen ’Cennet’in senaryosunun, kadrosu ve tekniğiyle alakalıydı. Çok iyi bir senaryo. Bütün olarak çok sevdim.

"Cennet’in Biray Dalkıran’ın ikinci filmi olması ve ilk filmi "Araf"ın olumlu eleştiriler almaması sizde bir çekince yaratı mı?

- Türkiye’de bir şeylerin ilki denendiği zaman onu ileriye nasıl taşırız yerine nasıl köstek oluruz düşüncesi var. Ben de internetten araştırdım ve bu yorumları okudum ama bu filmde de alışılmamış bir ambiyans var. Türk izleyicisi ağır dramlara ya da romantizme daha yakındır. Filmimizde çok büyük bir aşk hikayesi yok. Onun aksine filmdeki ’kız’ karakteri ile ’A’ karakteri arasında inanılmaz bir bağ var. Artık iş rutine dönmüş, belirli kalıpları kullanarak filmler çekiliyor. ’Cennet’in birçok ilki var, hem senaryo hem de görsel efekt açısından.

Senaryonun farklı olması kadar sizin karakter isimleriniz de değişik. Mesela sizin karakterinize ’Kız’ adı verilmiş. ’Kız’, nasıl biri?

- Akıl hastası çünkü. Garip bir yönleri olması gerekiyordu çünkü, bunu da isimden yakalamışlar. Filmin sonunda anlayacaklar, kızın adının ’Kız’ olmasının da bir nedeni var. Kız’ın kimseyle bağlantısı yok. Akıl hastanesinde bağı olan tek kişi ’A’ karakteri. 15-16 yaşlarında, şizofren ama hastalığın semptomları net olarak görülmüyor. ’Kız’ın mistik bir havası var. ’A’yla kafasının içindeki dünyayı yani Cennet’i paylaşıyorlar.

Sizin Türkiye’deki oyunculuk kariyeriniz birden bire ivme kazandı. Bu nasıl oldu,?

- Daha önce iki dizide çalıştım ama onlar kısa süreli işlerdi. Bunlardan önce Almanya’da tiyatro oyunculuğu yapıyordum. Ne profesyoneldim ne de amatör. Dört senelik bir konservatuvara gitmedim, okulluyum demek onlara haksızlık olur ama iki senelik bir oyunculuk eğitimi aldım.

Sizi kim keşfetti?

- Televizyona başlamama neden olan kişi Oya Aydoğan. Oyunculukla alakalı hiçbir şeyimden haberdar değildi. Tamamen tesadüf oldu. Olacağı varmış. Burada iki sene içisinde çok iyi ve sağlam ilerledi herşey. Dizi ve sinemada bir şey sadece olsun diye düşünmeden, beni bir adım öne taşıyan işleri tercih etmeye dikkat ettim. Seçiçi olmakta fayda var.

Neden oyunculuk okumaya devam etmediniz...

- Liseden sonra konservatuvara başlamak istedim ama İstanbul’da üç tane devlet konservatuvarı varsa, Almanya çapında üç tane vardır. Dolayısıyla şanslar çok daha azdı ve bu beni korkuttu. Kendimce tiyatroyu devam ettireceğim dedim. Çocukluğumdan beri farklı bir ilgi alanım daha var; sosyoloji, felsefe, psikoloji... Bu alanlarda okumadığım kitap kalmamıştır. Şu an Heinrich-Heine University’de de o bölümü okuyorum ama okulumu dondurdum. Orada bu işi televizyona taşımayı kafamdan silmiştim. Türkiye’ye tatil amaçlı geldikten sonra Oya
Aydoğan’la tanıştım ve "Ben seni çok sevdim televizyonda çalışmak ister misin" dedi. O sözlerin ardından buraya gelmeye karar verdim.

Türkiye’de alışamadığınız şeyler oldu mu?

- Buraya geldiğimde çok zorlandım. Burada insanların yüzde 80’inde olsun da nasıl olursa olsun duygusu var. Olduğu kadar kelimesini çok kullanılıyor. ’Buna alışmaya başladım’ asla diyemem. Çünkü aile yapımdan gelen bir disiplin var. Olduğu kadar olmuyor bende, olabileceği kadar, en fazlası oluyor.

Erkek gibi yetiştirildim

Nasıl bir insansınızdır normal hayatta?

- Şu an annemle birlikte yaşıyorum ama o her zaman benimle birlikte olamıyor. Hem Almanya’da hem de burada. Yalnız yaşadığım zamanlar da oluyor. Dört kız kardeşiz, erkek çocuk yoktur ailemizde. Babamın disiplini farklı bir disiplin. ’Gerektiği zaman çivi de çakacaksın, gerektiğinde leydi de olacaksın’ derdi. Almanya’dan İstanbul’a 19 yaşımda geldim. İlk başta yalnızdım, iki hafta içinde başımın çaresine bakmam gerektiğini gördüm.

Sizi kontolden çıkaran şey var mıdır, bir laf, bir hareket...

- Yanlış bir şey gördüm mü ona tahammül edemiyorum. Hemen ağzıma geleni söylüyorum. İnsanlar kırılıyor kimi zaman. Türk insanı ’Kırmayayım’ diyor. İyi niyetli ama yanlış. Bunları yapmamız gerekiyor çünkü sonrasında büyük sorunlar çıkabiliyor. Şimdi biraz daha yumuşattım ifademi.

Pazartesi, Aralık 17

Sinan Özen: kazık yedim


Aşk yüzünden çok kazık yedim

Sinan Özen, müzik çalışmalarının yolunda gittiğini, şimdi tek eksiğinin ödün vermeyeceği bir aşk olduğunu söyledi.

"Ödün Vermem" adlı yeni albümünü geçtiğimiz günlerde piyasaya süren Sinan Özen, müzik çalışmalarının yolunda gittiğini, şimdi tek eksiğinin ödün vermeyeceği bir aşk olduğunu söyledi. Özen, "Ben sevdiğim zaman çok deli seviyorum ve bu yüzden çok kazık yedim. Ama aşkın acısı da güzel... Terk edilsem de, o an acı gelse de aşkı seviyorum. Ödün vermeyeceğim bir aşk arıyorum" dedi.

"Ödün Vermem" adlı yeni albümünü çıkarmaya hazırlanan Sinan Özen, hem özel hayatı hem de kariyeri hakkında önemli açıklamalar yaptı. Özen, "Aşk yüzünden çok kazık yedim. Aşk için ödün vermem" diyor.


Neden yeni albümünüze "Ödün Vermem" ismini koydunuz?

- Yaptığım işte ödün vermem. Sinan Özen olarak bu piyasada hem müziğimden hem de kişiliğimden ödün vermediğimi düşünüyorum. Bu yüzden albümün adını "Ödün Vermem" koydum.

Sanat hayatınızda kaçıncı yıla girdiniz?

- 19’uncu yılıma girdim.

Kariyerinizin ilk yıllarında yapımcı müdahaleleriyle karşılaştınız mı?

- Müzik piyasası yeni yeni sektör oldu. Eski yapımcıların ne kadar bilgili ve birikimli oldukları tartışılır. Ben hep iyi bir gözlemciydim, hiçbir zaman ipleri tam anlamıyla yapımcıma kaptırmadım. Müzikal anlamda hep sevdiğim şarkıları söyledim. Bir bölgenin etnik sanatçısı olup oradan para kazanıp, oralara oynayıp sömürü yapmadım. Onun için benim bir tarzım yok. Popüler müzik yaptım ama sevdiğim her şeyi okudum. Çünkü konservatuvarda hepsinin eğitimini aldım.

Geçen sene bir tiyatro oyununda da rol aldınız değil mi?

- Evet Abdullah Şahin Tiyatrosu’nda "Tanıştırayım Burası Türkiye" oyununda oynadım. İlk deneyimimdi. Bunu hep istemiştim. Beş ayrı karakteri birden oynadım. Üniversiteli öğrenci, seyyar satıcı, Karadenizli bir şair, şarkıcı ve yine bir öğrenciyi aynı oyunda canlandırdım. En zoru ise kendimi oynamaktı şarkıcı olarak. Ayrıca bir dizide dört bölüm konuk oyuncu olarak oynadım, dublajımı bile kendim yaptım. Artık dizilerde ve sinema projelerinde yer almak istiyorum. Tabii yer alacağım doğru bir proje olmalı.

Biraz da yeni albümünüzden konuşalım.

- İçime sinen bir albüm oldu. Genç arkadaşlarla çalıştım. Aranjörlerim Özgür Yedievli ve Metin Özülkü. Yaşadığım olaylar, aşkım, sevdalarım, yediğim darbeler hepsi bu albümde var. 50’ye yakın bestem var ve ’best of’ yapmam için çok ısrar ettiler. Ama ben ’best of’ yapmak istemedim çünkü ’best of’ albüm yaptığınızda üretmiyorsunuz. Ama üretmek benim için çok önemli. Hálá beste yapma isteği var içimde. Çok istek geldiği için eski albümlerimden sadece dört parça koyduk "Ödün Vermem"e. "Şimdi Yoksun", "Hálá Seviyorum", "Öpsene Beni", "Hani" şarkılarına yer verdik. Bu şarkılara yeni düzenlemeler yaptık. Hepsi birer klasikti şimdi trend olacaklar. Albüme adını veren "Ödün Vermem" şarkısı hint motifleriyle bezeli. Her şarkıda farklı bir Sinan Özen var.

Çok kazık yediniz mi aşkta?

- Çok yedim... Balık burcuyum, yükselenim ise Yengeç. Ama iyi ki böyle olmuşum. Çok vicdan sahibi, sevgi dolu, insancıl bir insan olmaktan mutluyum. Kadınımı sevdiğim zaman çok deli seviyorum. Ve bu yüzden bazen çok acı çekiyorum. Bir erkeğin kadın hakkında serzenişte bulunmasını tatlı bir kavga olarak görüyorum. Bana bazen röportajlarda "Sevgiliniz nasıl olmalı?" diye soruyorlar. Benim kadınım tomurcukken de, gülün yaprakları döküldüğünde de aynı olmalı. Benim bahçemdeki gül, açtığı günden döküldüğü güne kadar benimdir. Selülitmiş, kılmış, tüymüş bunların hiç önemi yok. Bu kavgaları inandırıcı bulmuyorum. Ayrıca aşkın acısını da seviyorum. Terk edilsem de, o an acı gelse de ben aşkı seviyorum. Empati yapmak gerek aşkta. Aşk her şeyiyle güzel. Ama aşk için ödün vermem ve ödün vermeyeceğim bir aşk arıyorum.

Formumu Ferhunde'ye borçluyum



"Yaprak Dökümü" dizisinin Ferhunde'si Deniz Çakır, formunu canlandırdığı karaktere borçlu olduğunu söyledi.

"Yaprak Dökümü" dizisinin Ferhunde’si Deniz Çakır, Dr. Kuşhan’la Diyet dergisinin sorularını yanıtladı. Canlandırdığı karakterin fiziğiyle ön plana çıktığını belirten Çakır, "Ferhunde, fiziğiyle dikkat çeken bir karakter. Görselliği ön planda olan bir kadın. Ben çok çabuk kilo alıp veririm, ama Ferhunde için kilo aldığımı hisseder hissetmez kendimi bir düzene sokuyorum" dedi.

Bedeni, bir oyuncunun en iyi enstrümanı... Nasıl bakıyorsunuz kendinize?

- Dönemlerim oluyor. Bazı dönemler kendimi çok güzel motive ediyorum. Üç gün kendime iyi bakarsam, sonrası geliyor. O dönem düzenli kahvaltı yapmaya çalışıyorum, belli bir saatten sonra yemek yemiyorum. Spor yapıyorum. Ama bir dönem geliyor, her şeye üşenir oluyorum. Düzenli yaşamadığınız zaman, o sizin psikolojinize de yansıyor. Bunalıma giriyorsunuz. Düzenli iş hayatımız olmadığı için de çok hızlı yaşıyoruz, çok hızlı tüketiyoruz.

Her haftaya yetişecek bir bölüm var tabii...

- Evet, beş gün dolu dolu çalışıyoruz. Altıncı gün dublaja giriyoruz.

Set ortamında herhalde beslenme düzeni de bozuluyordur...

- Evet, ama dönem dönem ben kendimi gaza getirip yanımda meyve taşımaya dikkat ediyorum. Çantamda ise hep suyum oluyor.

Genç oluşunuzun avantajlarına da güveniyorsunuzdur belki...

- Bu mesleği yapıyorsan bedenine sadık olmalısın... Sonuçta görsel bir iş yapıyoruz, radyo tiyatrosu yapmıyoruz. Zayıf olmakla, güzellikle ilgili bir şey değil. Sağlıklı ve iyi görünmek için dikkat etmek gerek.

Rutin çekimleri bozan tek şey yemek herhalde.

- Evet, onu bir lüks olarak görüyoruz.

Peki, gece atıştırmalarınız var mı?

- Bayılırım aslında gece atıştırmaya. Maalesef çok keyifli bir şey. Ama atıştırmamaya çalışıyorum.

Ne yersiniz, çikolata mı?

- Evet, çikolata benim vazgeçilmezim.

Kilo sorununuz yok gibi...

- Dönem dönem alıp veriyorum aslında.

1-2 kilo aldığınızda problem yapar mısınız?

- Evet yaptım; mesela buraya gelirken tartıldım, 2 kilo almışım. Sürekli tartılırım. 57 kiloyum. Boyum 1.74. İdeal kilom 54. Hiçbir zaman çok zayıf olmadım.

Çikolata yedim, arkasından da şunu yiyeyim dediğiniz dönemleriniz olur mu?

- Olur. Depresif bir haldeysem çok fazla yemeğe veririm kendimi. Midem bulanıncaya kadar çikolata yiyip hırsımı kendimden çıkardığım dönemlerim olmuştur.

Peki neden girersiniz strese?

- Mutlu olduğum anları yaya yaya, tadını çıkara çıkara yaşamaya bayılıyorum. Hayatta inceliklere özen gösteriyorum. İncelik görmediğim zaman üzülebiliyorum.

Bu sektörde olup da kırılmamak, üzülmemek zor galiba...

- Evet, biraz hassasız. Sanatla uğraşınca daha duyarlı oluyor insan.

Doktorlarla aranız nasıl, sağlık kontrolü yaptırır mısınız?


- Yok, hastalanmadığım sürece doktora gittiğim söylenemez. Ancak bu sene biraz daha ilgiliyim kendimle. Çünkü yeni yeni hayatım düzene giriyor. Hayatım düzene girdikçe kendime de daha fazla dönmeye başlayacağım.

Dans bana o kötü dönemi unutturdu

Nasıl baş ediyorsunuz sıkıntılarla?

- Kötü bir dönem atlattım. İşte ’yas’ dönemi gibi, sıkıntılı bir dönemdi benim için. Dansa başladım. Dans bana bir sürü şeyi unutturdu. Flamenko yapıyorum. ’Ne kadar şahane, boşuna stres yapıyoruz’ dedim.

Sporla aranız nasıl, düzenli yapar mısınız?

- Onu yapamıyorum, ama evimde iki tane güzel spor aletim var. Biri titreşime dayalı bir alet. Sıkılaşmaya yönelik. Kol ve bacaklar üzerine çalışıyorum onlarla. Diğeri de yürüyüş, bacak ve kalça için. Spor salonlarında sıkılıyorum. Toplu halde spor yapmak bana pek sevimli gelmiyor.

Alkol, sigara kullanıyor musunuz?

- Sigara kullanmam ama girdiğim ortamlar o kadar sigaralı ki kullanmıyor gibi değilim yani. Alkol de bir yerlere gittiğimde alıyorum bir miktar.

Uyku düzeniniz nasıl?

- Çok düzensiz değil ama çok fazla uyumuyorum. Sekiz saat uyumuyorum mesela. Beş saat falan. Ama bana yetiyor. Kendimi kötü hissetmiyorum. Çok geç yattığım zaman bile erken kalktığımda çok sersem olmuyorum.