Cuma, Temmuz 20

Gülben Ergen: Erdoğan oldum diye


'Erdoğan oldum diye oyum değişmez'

- Sizden röportaj talep ettiğimde, "Lütfen iyi niyetinizle gelecekseniz gelin, size güvenmek istiyorum," dediniz. Bir insan neden böyle bir şeyi sesli söyleyecek kadar tedirgin olabilir ki?
- Bu zamana kadar hayatla birçok sorunumu hallettim diyebilirim, geriye bir tek şey kaldı; güven sorunu. Her ne kadar törpülesem de maalesef hayata ve insanlara karşı bir güvensizliğim var. Mesleğimin getirdiği can yanmaları ve kendimi doğru ifade edemediğim zamanlar çok oldu. Bundan dolayı da ne yazık ki böyle önyargılı olabiliyorum.

- Bu güvensizliğe neden olan özel bir olay var mı? Ne zaman karar verdiniz 'kimseye güvenmemeye'?
- Galiba ben hep böyleydim, böyle yetiştim. Kendi ayaklarımın üzerinde durmak zorunda olduğumu hissettim her zaman. Belki bunda boşanmış bir annebabanın kızı olmamın payı vardır. Çalışmayan ve kendi maddi özgürlüğü olmadığı için bundan çok yakınan bir annenin kızı olarak, çalışan, başaran, kazanan, kendi kararlarını kendi veren biri olmak için çok çalıştım. Ve sadece şu son birkaç yıldır 'seçilen' değil, 'seçen' olmayı başarabildim. Bu hiç kolay olmadı. Şimdi benim için "Ararsınız hemen döner," diyenler, bundan üç yıl önce ben aradığımda bana geri dönmüyordu. Kısacası, 17 yıl içerisinde çok şaşkın kaldığım zamanlar oldu.

- Herkes sizin magazinle çok iyi başa çıktığınızı, kime nasıl davranacağını çok iyi bildiğinizi söylüyor oysa...
- Belli bir yerden sonra şöhret yönetimi değil, itibar yönetimi yapıyorsunuz. Şahsen ben böyle yapıyorum artık... Aslında magazini çok da iyi idare edebildiğim söylenemez. Ben başkalarının değil, kendi kurallarımı önde tutmaya çalışıyorum. Bu da nedir; insanları hatırlamak, özel günlerinde aramak... İnsan ilişkilerine emek vermeden, bedavadan hiçbir şey olmuyor çünkü. Eskiden ben öyle yapıyordum ve psikoloğum şöyle demişti bana: "Sen insanları serçe parmağınla idare etmek istiyorsun ama böyle olmaz. Dur ve emek ver." Bunu beş-altı sene önce hiç bilmiyordum ama artık biliyorum ki yüzeysel yaklaştığınız her şey size öyle dönüyor.

- 'Çok sevileyim' telaşı var mı sizde? Herkes sizi sevsin istiyorsunuz, niye?
- Evet, istiyorum... Beni sevsinler, sevgilerini belli etsinler, coşalım, coşalım... Bu mesleğin yapılmasının en önemli sebeplerinden biridir bu zaten. Benim ruhumun bu alkışa, bu ilgiye çok ihtiyacı var. Her ne kadar yogalar yaparak, Secret'ları okuyarak içimize dönmeye çalışsak da olmuyor işte! Ama tabii ki yeri geldiğinde egomu arka cebime koymayı biliyorum artık. Sahnede, ışıklar altında o ego yine ön cebe taşınıyor ama evde, arkadaşlarımla, kısaca hayatın içinde hep bir kameranın karşısındaymış gibi yaşamıyorum elbette.

- Egonuzu arka cebe koymayı ne zamandan beri başarabildiğinizi düşünüyorsunuz? Evlenmek, çocuk sahibi olmak bunda etkili olabilir mi?
- Bunun evliliğimle alakası olduğunu zannetmiyorum. Ama meslekte karşılaştığım insanlarla çok alakası var. Salt egosuyla hareket eden insanları gördüğümde çok üzülüyorum ve asla onların düştüğü duruma düşmek istemiyorum. Bir de şunu gördüm, ego arka cepte olduğu zaman hayat çok daha güzel oluyor. Daha az alınıyorsunuz, daha kolay mutlu oluyorsunuz ve hayat daha sorunsuz ilerliyor. Geçen gün Cem Yılmaz şovunda esprisini yapıyordu: "Madem her şey içimizde, ben niye Hindistan'a gidip o kadar para verdim kardeşim?" diye... Evet, gerçekten her şeyin cevabı içimizde, yeter ki biz kendimizle yüzleşmeye cesaret gösterebilelim.

- Siz bu cesareti gösterebildiniz mi peki?
- Ben çok ayna çalışmaları yaptım, çok ağladım, çok zorlandım... Kendi kendime itiraf etmem gereken şeyler vardı çünkü. Çok zorlandığım ve kendimi çok yalnız hissettiğim bir dönemdi. Ama bu yalnızlığı güce çevirmeyi başarmam gerekiyordu.

'Erdoğan oldum diye oyum değişmez'
- Siz Mustafa Erdoğan'la evlenince, bir 'Erdoğan ailesine gelin gitmek' meselesi yazılıp çizilmeye başlandı. Geçenlerde de Ahmet Hakan, " Eğer 'Erdoğan ailesi'ne gelin gitmeseydi, oyunu Cem Uzan'a bile verecek denli bilinç yoksunu bir görüntü çizebilirdi..." diyordu sizin için. Nedir Erdoğan ailesinin sırrı, bize bir anlatır mısınız?
- Nasıl anlatayım, bir şey yok ki... Birbirimizden bir farkımız olduğunu düşünmüyorum. Mustafa'yla bizim aramızda böyle bir kişilik çatışması yok ki, bu bir soyadı çatışmasına kadar gitsin. Eğer ben 'Erdoğan' ailesine gelin gittiysem, Erdoğan ailesi de bir 'Ergen' gelin almıştır. Gülben'i de gelin almak çok kıymetli bir değerdir, Gülben'in gelin gittiği aile de çok değerlidir. Benim oyumda da 'Erdoğan' soyadlı biriyle evlendiğim için hiçbir değişiklik olmaz. Ben doğduğumdan beri laik Türkiye Cumhuriyeti için oy verecek bir yapıya sahibim, böyle yetiştirildim. Ama ne yazık ki Gülben'in 17 yıl içerisindeki gelişimine baktığında, insanlar buna sebepler bulma ihtiyacı duyuyor. Bana şöyle bir soru sorulmuştu, "Mustafa Erdoğan'la sınıf mı atladınız?" diye. Sınıf atlamak ne demek? Biz aşık olduk. Ben aşk evliliği yaptım, mantık evliliği değil.

- Eşinizin ailesiyle ilişkileriniz nasıl, samimi mi yoksa mesafeli mi?
- Bir kere eşimin anne ve babası Antalya'da oturuyor, dolayısıyla çok bir arada olmamız mümkün değil. Belli zamanlarda bir araya geliyor ve bu zamanı gayet iyi geçiriyoruz. İki kayınbiraderim de (Yılmaz ve Deniz Erdoğan) çalışan ve yoğun insanlar. Yani çalışan ve daha az görüşen insanlar olarak, sorun yaşamamız mümkün değil. Ama şunu söyleyebilirim ki, hepsi çok sıcak insanlar. Benim de sıcak ve samimi insanlarla asla sorunum olmaz zaten.

- Peki, Yılmaz Erdoğan'ın eşinden boşanacağı haberlerinin aslını sorsam?
- Yok öyle bir şey. Şu an evlerinin dekorasyonunu değiştiriyorlar. Bu arada Yılmaz Çeşme'ye gitmiş, gelinimiz de arada İstanbul'a gidip geliyor buradaki işler için. Sanırım, bu yoklukta yakıştırmışlar öyle bir şeyi. Alakası yok, çok iyi anlaşıyorlar ve birbirlerine pek de aşıklar, ben size onu söyleyeyim!

- Sizin, bebeğinizi bile elinizde dekor olarak taşıdığınızı, her şeyin bir resim olduğunu söyleyenler var...
- O magazin programında beş dakika daha fazla görünmek için benim adımı ve benim için bu kadar kutsal olan çocuğumu malzeme yapabiliyorlarsa ben ne yapmalıyım, gerçekten bilmiyorum. Ben şu anki mutluluğum için Allah'a nasıl şükredeceğimi bilmez, hatta zaman zaman mutluluktan ağlarken, televizyonda "Lahana bebek, dekor bebek," sözlerini duyunca donup kalıyorum. Çaresiz bir durumdayım gerçekten.

- Neden üzerine gelinen ve eleştirilen genellikle siz oluyorsunuz, bunu hiç düşündünüz mü?
- Çünkü benden bir tane daha yok. Ben çok farklıyım; hayattaki duruşumla, yaptığım işlerle, samimiyetimle.... Kaliteliyim ve bunu her yerde korumaya çok özen gösteriyorum. Mesleğimde çok iyi bir yerdeyim, evliliğim ve hiçbir sanatçı eşine benzemeyen, sayılan bir eşim var, e bir de çocuğum... Daha ne olsun? Ama iyi insan olurlarsa onlar da tüm bunlara sahip olur. Önce iyi insan olsunlar.

- Bir de insanlar hep şüpheyle bakıyor sizin samimiyetinize... "Çok yapmacık," diyorlar, bundan ne kadar rahatsızsınız?
- Ben kendi mücadelemi verdim, samimiyetimle ilgili hiçbir sorunum yok. Asıl benim ismimin yanında duran isimler samimi değil... Ekranın içine bakarak yalan söylüyorlar. Onlarla yan yana anıldığım için zaman zaman onların eksilerini yüklenmek zorunda kalıyorum maalesef. Ama konu sadece ben olursam, bu yargısız infazlar da biter!

- Sibel Can'ın albümünü beğenmediğinizi söylemişsiniz... Bu polemiklerin içinde yer almak sıkıcı değil mi?
- İnanılmaz canım sıkılıyor bu tür haberlere... Bana son dönemde çıkan albümleri sordular ve ben sadece çok beğendiğim bir albüm olmadığını söyledim. Ertesi gün gazetelerde, "Gülben Ergen'den Sibel Can'ın albümüne taş," diye çıktı! Ben hiçbir ismi almadım ağzıma, üstelik Sibel Can'ın sesine diyecek bir şeyim elbette ki olamaz.

- Siz bugüne dek hep çok başarılı albümler mi yaptınız?
- Evet. Ben bütün albümlerimi hep inanarak ve önemseyerek yaptım. Sıradan olduğunu düşündüğüm bir şeyi asla insanların karşısına çıkarmam. Şarkı seçiminde çok başarılı olduğuma inanıyorum. Beş albümümün toplam satışı 1 milyonu aşar, bu rakam küçümsenemez.. İki saatlik bir konserde sadece Gülben Ergen şarkıları okumak da çok önemlidir.

- Bu arada mayolu fotoğraflarınızı konuşuyor herkes fotoshoplu mu, değil mi diye... Bunlar konuşulurken siz neler hissediyorsunuz?
- Bir kere şunu söyleyeyim, o fotoğraflar hiçbir şekilde fotoshoplu falan değil. Herkes doğumumdan altı ay sonra benim patates gibi, elbiselerine sığmayan, alaturka bir görüntü sergilememi bekliyordu ama öyle olmadı. İnanamadıkları şey bu, o yüzden 'foto-shopludur' diyorlar. Ama resimler çok güzel, bakmaya devam etsinler ve de konuşsunlar, hiç bozulmuyorum!

- Siz sürekli koşarken, eşiniz size nasıl ayak uyduruyor? Göründüğü kadarıyla birbirinize hiç benzemiyorsunuz...
- Biz gerçekten çok farklıyız... Hayata bakışımız farklı, giydiklerimiz farklı, yediklerimiz farklı... Ben elimde gazete "O da şöyle demiş biliyor musun?" diye gelirken, Mustafa "Bir dakika lütfen, ben şu anda bir köşe yazısı okuyorum," diyor.

- Merak ediyorum, sizin Mustafa Bey'le bir araya gelmeniz çok mu zor oldu? Bir ara ayrılmıştınız...
- Evet, Mustafa zor teslim oldu. Ama ben Mustafa'yı tanıdığım gün çocuğumun babası olacağını biliyordum, bunu hissettim ve ona âşık oldum. O, aşkını benim kadar açık yaşamadı. Çünkü onun hayatında bu kadar renkli, hareketli ve açıksözlü insan profili hiç yok. O yüzden de çok zor teslim oldu. Şimdi "İyi ki de olmuşum," diyor.

- Peki, sizin neyinize vuruldu acaba Mustafa Bey? Bunu söylemiştir mutlaka...
- Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum gerçekten, ama bunu şu an sormak istiyorum Mustafa'ya... (Telefonunu çeviriyor) "Mustafa, 'Eşiniz sizin neyinize vurulmuştur?' diye sordu İlknur Hanım.. Sahi, neyime vuruldun sen benim? Bak telefonun sesini açtım, hepimiz dinliyoruz!" (Mustafa Erdoğan şaşkın...) "Ne diyeyim, her şeyine..."

(Ama sonra, spottaki o cümle geliyor Mustafa Erdoğan'dan cevap olarak.) - Eşiniz kıyafetinize, dekoltenize karışır mı?
- Hayır. Eğer kendimi iyi hissediyorsam ve çıktığım sahne buna müsaitse mini elbise de giyerim, dekolte de.

- Dekolteyi bilmem ama giyim tarzınız epey değişti evlendikten sonra. Takılarınız, seçtiğiniz renkler, yanılıyor muyum?
- Sadece bir aile düğününde taktığım takıdan dolayı yazıldı böyle şeyler. Yoksa öyle bariz değişen bir şey yok benim tarzımda. Doğu'ya özgü sevdiğim, kendime yakıştırdığım renkli şeyleri de arada giyiyorum sadece. Hayatımın tümüne yansımış değil.

- O takı meselesi ailenin üç kadının; gelinler ve anne Erdoğan'ın aynı gerdanlığı takmış olmasıydı sanırım. Bu bir gelenek mi ki?
- Yok canım, hepimizin takısı farklıydı. Ama çok aynı dokuda oldukları için öyle algılandı. Ben aile düğününe gittiğim ve o kolyeyle küpe bana eşimin düğün hediyesi olduğu için onları takmanın uygun olacağını düşündüm. Bir de inanılmaz rakamlar yazdılar değeri için. Onlar sadece 24 ayar altındır, öyle servet falan değil!

Perşembe, Temmuz 12

Bengü: Kadın olduğumu


Kadın olduğumu yeni hissettim

Müzik piyasasına girdiği dönemde çizdiği "mahcup bakışlı kız" imajından sıyrılan ve daha dişi bir imajla müzikseverlerin karşısına çıkan Bengü, "Kadın olduğumu yeni yeni hissediyorum" dedi.


Neden müzik şirketinizi değiştirdiniz?

- Yeni albümümün hazırlıklarına başlamak istediğimde, şirketimin hiçbir adım atmadığını gördüm. Single önerisinde bulunduklarında, "Eğer albüm yapılmıyorsa ben gidiyorum" dedim. Sözleşmemiz de geçen aralık ayında bitmişti zaten.

Birçok müzik şirketinin arasından Erol Köse’yi seçme sebebiniz neydi peki?

- Erol Köse çok zeki ve müzikten anlayan biri. Kendisinin prodüktörlük başarısına inandım. Bu kararımda Serdar Ortaç’ın da katkısı büyük gerçi... Çünkü Erol Bey’le bizi bir araya getiren Serdar’dır.

Anladığım kadarıyla Serdar Ortaç’ın son dönemde hayatınızdaki etkisi büyük...

- Serdar bundan önceki albümde bana "Korkumdan Ağladım" parçasını vermişti. Daha o zaman sağlam bir dostluk oluştu aramızda. Serdar’ı dışarıdan soğuk bulanlar, tanıyınca çok iyi biri olduğunu anlayabilirler. Düet teklifimizi kırmadan kabul etti. Benim için stüdyoda kaç gece sabahladı. Çok ümitliyim bu albümden.

Sanki bu kez daha iddialı, daha kendinden emin bir Bengü var karşımızda...

- Eskiden bir kenarda oturan, hiçbir şeye karışmayan, kendi halinde bir Bengü’ydüm. 21 yaşında girdim müzik piyasasına, bugün 27 yaşındayım. Zaman geçtikçe insanın ruhu farklılaşıyor. Birtakım şeylere baş kaldırmayı öğreniyorsunuz. "Ben artık kadın oluyorum galiba"yı hissetmeye başlıyorsunuz. Eğer bu albümde iddialı olmazsam, bir daha hiçbir albümde iddialı olamam! Bu savaşa yeni başladım ben. En büyük silahım da şarkılarım ve sesim. Duruşumda da şöyle bir değişiklik oldu; bana bir şey söyleniyorsa ben de kendimi savunmak zorundayım.

Bu silahlara ek olarak bir de dişilik eklenmiş sanki. Klibiniz oldukça iddialı mesela...

- Fark ediyorum ben de. Kameraya bakışım bile değişti. Belki insanlar şaşkınlık içinde ama ben çok mutluyum. Sonuçta dünya değişiyor, fikirler değişiyor, ben niye değişmeyeyim? 30’a üç, dört merdivenim kalmış. Bu yaşların tadını çıkarayım biraz.

Önce Serdar Ortaç’ın açıklaması olarak okuduğumuz, ardından da aslında Erol Köse’nin açıklaması olduğunu öğrendiğimiz iddialı sözlere ne diyorsunuz?

- Serdar bir sabah kalkmış ve gazetelerde böyle bir haberle karşılaşmış. Bu durumda Erol Bey’in parmağı var! Kendisi de albüm için yaptığımız basın toplantısında belirtti: "Ben arada yaparım böyle şeyler. Çoğu kelime Serdar’ın değildi. Ama söylediklerim doğruydu" dedi. Bence de doğruydu sözleri. Tutan şarkı, sokakta çalan şarkıdır ve bu yaz böyle bir şarkı yok! İlk defa bu yaz böyle bir boşluk görüyorum. İnşallah bu boşluğu da ben dolduracağım.

Peki siz de Serdar Ortaç gibi bir sabah kalktığınızda, söylemediğiniz halde "Gülşen’den daha iyiyim" dediğinize dair bir haber okusanız, ne hissedersiniz?

- Evet, bu albümde Gülşen’den daha iyiyim! Kimseyle polemiğe girmeyi düşünmüyorum ama iyi bir şey yaptıysam da bunu söylemek en büyük hakkım. Tam istediğim gibi bir albüm oldu. O yüzden de kimseye laf ettirmem.

Peki bakkal şarkıları söyleyen biri olduğunuzu düşünüyor musunuz?

- Hande Yener, Serdar Ortaç için "Bakkal şarkıları yapıyor" dedi. Çok kırıcı geldi bana bu sözler ve hiç sevimli bulmadım. Hande’nin şunu görmesi lazım; kendisini buraya getiren şarkılar, bakkal benzetmesi yaptığı şarkılardır! Hálá sahneye çıktığında o şarkıları söylüyor. Üstelik soğuk ve kötü görünümlü bir hipermarket olacağıma, sıcak bir bakkal olmayı tercih ederim! Hepimiz bakkal dönemi çocuklarıyız, onlarla büyüdük. Hande’nin "Kibir" diye bir şarkısı var. "Bakkal" diye alay ettiğinde, tıpkı şarkısındaki gibi kibirli bir şekilde bizi küçümsemeye çalışıyor. Ben bu işlere girdiğimde 21 yaşındaydım, Hande Yener ilk çıktığında 28-29 yaşındaydı. 40’a doğru geldiğinde karar verdi tarzını değiştirmeye.

Ebru Destan "Serdar en iyi bestesini bana verdi" demiş. Siz de aynı şeyi söylüyorsunuz. Kim haklı?

- Hayırlı olsun kendilerine. Alkışlıyoruz Ebru Destan’ı! Başarılı bir iş yapıyorum ki, herkes bir şeyler söylüyor. Doya doya albümümü dinliyorum. Çok güzel bir yaz beni bekliyor.

Bunca yılın sonunda kendinizle ilgili neler öğrendiniz?

- Kendime daha çok güvenmem gerektiğini öğrendim ve son iki yıldır da kendime eskisinden çok güveniyorum. Özellikle son zamanlarda ayaklarım çok daha sağlam yere basıyor. Aynaya baktığımda "Ne güzelmişim ben ya" diyorum!

Birdenbire mi kendinizi güzel bulmaya başladınız?

- Bilmiyorum ki! Sadece son iki yıldır kendimi daha çok seviyorum.

EVLİLİKTEN ÇOK KORKUYORUM

"Aşk uğruna fedakarlık yapılmaması gerekir" cümlesi sizce doğru mu?

- Bence insanın kendisi her şeyden önemli. Önce kendisi, sonra aşk...

"Hiç aşkı bulamayabilirim" düşüncesi sizi korkutuyor mu?

- Bu örnekleri görünce korkuyorum. Mesela Tamer Karadağlı ve Arzu Balkan... Gönlünü kaptırdığı kişi muhteşem biri olsa, "Haydi neyse" diyeceğim. Oysa dünya güzeli bir karısı ve çocuğu vardı.

Kıraç: Yeterince seviştikten


Yeterince seviştikten sonra doğru eş bulunur.

Ünlü sarkıçı Kıraç yine polemik yaratacak bir açıklamada bulundu. "Evlilik aşkı öldürüyor" diyenlerin psikolojik sorunları olduğunu iddia eden Kıraç, mutlu birlikteliğin formülünü şöyle açıkladı: "Yeterince seviştikten sonra doğru eş bulunur."



Kıraç’la "Benim Yolum" adlı yeni albümünü konuşacaktık ancak röportaj, evlilik kurumu ve aldatmayı içeren farklı bir kulvara kaydı. Evlilik kurumuna yürekten inanan Kıraç mutlu birlikteliğin formülünü çoktan bulmuş: "Yeterince seviştikten sonra doğru eş bulunur."

Neden çıkış şarkısı olarak "Sana Mecburum"u seçtiniz?

- Aslında ilk şarkıya klip çekilmez. Çünkü albümde ilk sırada olduğu için şarkı zaten kendi tanıtımını yapar. Ancak "Sana Mecburum" enerji dolu bir şarkı. İyi bir altyapısı var, bu yüzden onu seçtik.

Bugüne kadar yapılan Kıraç şarkılarından biraz daha farklı bir şarkı diyebilir miyiz?

- Biraz farklılık var. Elektro gitarın solist olduğu bir şarkı. Sözleri de daha sade.

Hem Anadolu rock yapıyorsunuz, hem de kovboy gibi geziyorsunuz. Biraz çelişkili değil mi?

- Kovboy şapkası hoşuma gidiyor. İnsanlar bunu hep çelişki olarak görüyorlar bende. Çünkü ben emperyalizme çok ters bir adamım. Batı sömürgecilerine tepki gösteriyorum. Kovboyluk müessesesi Amerika’nın bir simgesi gibi gösterilse de, aslında hiç öyle değildir. Amerikan köylüsüdür kovboylar.

Uzun zamandır devam eden bir ilişkiniz var yoksa siz de evlilik kurumuna inanmayanlardan mısınız?

- Tabii inanıyorum evlilik kurumuna. "Evlilik, aşkı öldürüyor" diyenlerin bence psikolojik sorunları var. Dünyada çok basit bir kural var. Bu kurala karşı gelinirse insan ırkı yok olur. "İki kere iki dört eder"in üstüne gidemezsiniz, buna karşı gelemezsiniz. Evlilik kurumunu da tartışamazsınız. İnsanlık için evlenmemiz ve çocuk yapmamız gerekiyor. Modern bilim bunu kabul ediyor, ekosistem de aynı şeyi söylüyor. Bir erkek belirli bir yaşa geldiğinde üremek ister. Çok açık konuşuyorum tabiatım gereği, kadınlar nasıl regl oluyorlarsa, erkekler de çocuk istiyor. Evlilik olmalı. Olmazsa başka türlü problemler çıkar.

Çocuk yapmayı istiyor musunuz?

- Çocuk istememek psikolojik bir problemdir. Ama "Bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum" demek başka bir şeydir. Herkes çocuk ister. Evlilik, cinsel birleşme ve çocuk içindir.

Boşanmalar eskiye oranla arttı. Modaya uyup evlenenler de kısa sürede boşanıyorlar...

- Eskiden uzun yıllar insanlar birbirleriyle birlikte olur, daha açık konuşmak gerekirse yeterince seviştikten sonra doğru insana karar veriyordu.

Bu durum erkekler için böyleydi herhalde...

- Eski diyorsam 10 yıl öncesinden bahsediyorum. Erkekler zaten yapacaklarını her zaman yapar. Sevgilisi, karısı var ya da yok fark etmez. Çocuk ise hep bir ihtiyaçtır. Özellikle 30’undan sonra erkekler "Benim niye bir çocuğum yok?" demeye başlar. Günümüzdeyse kadınlar ekonomik özgürlüklerini ele alınca durumlar değişti. Erkekler gibi genç kızlarımız da artık iki-üç yıl seviştikten sonra bıkıyorlar. Genç kızlar parayı kazanıp, istediği zaman bara ya da eğlence yerlerine gidip orada bir adamla tanışıyorlar. Kendi evleri de var. Adamı eve at, seviş, ondan sonra sabah tanıma! Bu durumdan belli bir süre sonra sıkılıyor ve evlenmek istiyorlar. Hatta heyecan için çocuk doğurmak istiyorlar.

BEN FARKLI BİR ERKEĞİM

"Erkek, sevgilisi, karısı olsun ya da olmasın yapacağını yapar" dediniz. Siz de aldatır mısınız?

- Ben aldatırım demem. Ben farklı bir erkeğim.


Aldatan erkeklere nasıl bakıyorsunuz?

- Erkek aldatır. "Aldatması doğal mıdır, doğru mudur?" diye sorsan, bunu uzmanların konuşması gerekir. Bence, erkeklerin aldatması tamamıyla fiziksel. Evde, dünya güzeli karısı olsa, gene aldatır. Bu konuda da kadının erkekle yarışması kadar saçma bir şey yoktur. Kadınlar, benim söylediklerime pek sıcak bakmayacaklar ama kendi iç dünyalarında tek başına kaldıklarında bana hak vereceklerdir.

Selin Denizli: Salağı kolay


Salağı kolay oynadım çünkü akıllı değilim

Haluk Bilginer ve Şevval Sam’ın başrolleri paylaştığı "Yine de Aşığım" adlı komedi dizisindeki aptal garson rolüyle oyunculuğa adım atan Selin Denizli, Hafta Sonu dergisinin sorularını yanıtladı.


Denizli, "Hiç akıllı bir kadın değilimdir. Akıllı olmadığım için de gel-git akıllı, kısmen salak garsonu çok zorlanmadan oynadım" dedi.

Haluk Bilginer’in başrolünü oynadığı "Yine de Aşığım" adlı dizide aptal garson rolüyle oyunculuğa adım atan Selin Denizli, Hafta Sonu dergisinin sorularını yanıtladı. Denizli, "Hiç akıllı bir kadın değilimdir. Akıllı olmadığım için de salak garsonu çok zorlanmadan oynadım" dedi.

Oyunculuğa hangi diziyle başladın?

- Aslında cesaretim yoktu... İstanbul’a geldim, daha da göz önünde olmayayım diye uğraşıyordum. Ama öyle bir teklif geldi ki hemen kabul ettim. Bırak benim gibi aday adayını, 20 yıllık profesyonel oyuncu bile olsan, insan hayatında kaç kere Haluk Bilginer’in karşısına geçer?


Kamera karşısında ne hissettin?

- Çok heyecanlı bir insan değilim. Hiçbir zaman paniklemem. Fakat ilk gün TEM stüdyolarına girdim ve karşımda Haluk Bilginer’i buldum... Konuşmam mümkün değil, dilim dolandı, bacaklarım dolandı.

O dizideki rolün neydi?

- Kafeteryadaki gelgit akıllı, hatta kısmen salak bir garsonu oynuyordum. Ben hiç akıllı bir kadın değilimdir ama çok zekiyimdir. Bu yüzden de çok zorlanmadan oynadım garsonu!

Mustafa Denizli’nin kızı olmak nasıl bir şey?

- Dünyaya bir daha gelsem yine Mustafa Denizli’nin kızı olmak isterim. İnsan ve baba olarak onunla gurur duyuyorum. Hakikaten bu gurur ve sevgi beni bazen özel ilişkilerimde mutsuz edecek kadar da büyük üstelik. Çünkü herkesi ve her şeyi babamla karşılaştırıyorum. Babam çok yakışıklı, karizmatik ve çok da başarılı bir adam. Bütün bunları bir tarafa koyarsak Mustafa Denizli markasının adı altında yaşamak benim için zordu. Anladım ki bir markayı temsilen yaşarken, gençliğinin hakkını vermemen gerekiyor. Ben biraz hakkını verdim.

Genellikle ilk çocuklar babanın ikinci evliliğinden olan çocuğu kabul edemezler. Oysa Lal ve sen aynı anneden-babadan doğmuş kadar yakınsınız...

- Çiğdem’le (Çiğdem Kayalı) ben, babamın hayatında olduğu çok uzun yıllar görüşmedik. Lal’i ilk gördüğümde dört yaşındaydı. Benim kadar babasına aşık, annesini çok seven bir kız için İstanbul’daki hayata ve bu hayatın içindeki kadın modeline alışmam çok zordu. Nihayetinde ikinci bir kadın vardı ortada ve kardeşim doğduktan sonra annemle babam boşandı. Bu durum benim için yenilir yutulur değildi. Ben sivri bir kızımdır, benim annem Lal’le benden önce görüşmeye başlamıştı.

Çiğdem Kayalı’yı kabullenmek seni zorladı mı?

- Annemle babam ayrıldığı dönemde bilinçli isyanım ve hatalarımla babama ceza veriyordum. Sonradan anlıyor insan, kendisine ceza verdiğini. Bu arada Lal tek başına büyüyen bir çocuktu. Hayatına girdikten sonra bana müthiş yakınlaştı. Beni örnek alıp her şeyimi taklit ediyordu. Aramızda 13 yaş fark var. İlişkimiz bir süre sonra abla-kardeşten anne-kıza dönmeye başladı. Zaman içinde Çiğdem’i de tanıdım. Aşktan dolayı kimseye ceza verilemeyeceğini öğrendim. Bunun benim de başıma gelebileceğini anladım. Evli bir adamı sevebilirsin, benim kocamı da birileri sevebilir. Çiğdem’le arkadaş olduk, onu anladım. Annemle babam boşandı. Yaralarım kapandı mı, hayır.

Kaç yıldır Lal ile birlikte yaşıyorsun?

- Çiğdem ile babam ayrıldıktan sonra Lal’in benimle yaşamasına babam karar verdi. Çiğdem çok güzel bir kadın. Tabii ki birtakım ilişkileri, aşkları olacak. Babam da bunun farkında. Babam yaşanacak bu ilişkiler içinde Lal’in olmasını uygun bulmadı. Çalıştığı için de bire bir Lal’le ilgilenemeyecekti. Neticede Lal’in yanında bir kadın olmalıydı. Bu noktada annemle ben devreye girdik. Annem bu noktada en büyük destekçim. İzmir’den bir haftalığına gelir, altı ay kalır. Bunu benden çok Lal için yaptığını biliyorum. Çünkü annem Lal’e aşık. Lal de ona. Birbirlerine olan aşklarını kıskanmamaya çalışıyorum.

Erkek çocuk istiyorum

Basının iddia ettiği gibi çapkın mısın?

- Ben bekar, eli yüzü düzgün bir kadınım. Bana ilgi duyanlar da, benim de ilgi duyduğum kişiler de oluyor. Hayalleri olan biriyim. Bir erkek çocuk için ömrümü verebilirim. Ve bunları gerçekleştirmek için doğru insanı arayacağım. Evlenebileceğim, çocuk yapabileceğim, beni sevecek, değer verecek birini bulmak için çabalamak beni çapkın yapıyorsa, evet çapkınım. Hayatımda bir tane futbolcu erkek arkadaşım oldu. Kimseden gizlemeden çıktım, uluorta yaşadım. Aşkım yüzünden ailemle aram açıldı ama hiç pişman değilim. Öyle olması gerekiyormuş.

Selda Uskan: Aldatan erkekler


Aldatan erkekler korksun

"Aldatan Erkekler Anlatıyor" adlı kitabın yazarı Selda Uskan, ihanet eden erkeği "enselemenin" yollarını madde madde sıraladı.


Erkekler her zaman çok eşli
"Erkekler için aldatmak kural, sadakat istisna mı?" sorusunun cevabını arayan Selda Uskan, ikinci kitabında aldatan erkek hikayelerini derledi. "Erkekler edep yerlerinde yapraklarla dolaştıkları zamanlardan beri çok eşliler. Giderek sosyalleşen, toplum kurallarına uyan sadece kadınlar oldu. Onlar hâlâ çok eşli" diyen Uskan, ihanet eden erkeği yakalamanın yollarını da sıraladı:

Su çulluğuna döndüyse dikkat
Kredi kartı ekstrelerini inceleyin... İhanet temizliği de beraberinde getirir; koca su çulluğu gibi her dakika yıkanıyor ve parfümler sürüyorsa dikkat edin... Cep telefonundaki İsmail-Nevzat gibi kayıtlı numaraları araştırın; bunlar İnci, Nevval gibi kadınlar olabilir. Size sürekli adınızla hitap etmesini isteyin; bir gün nasıl olsa şaşırıp sevgilisinin adıyla çağıracaktır sizi...

"Erkekler için aldatmak kural, sadakat istisna mı?" sorusunun cevabını, 30 yıl öncesinin Elidor reklam kızı, çiçeği burnunda yazar, gazeteci Arda Uskan’ın eşi Selda Uskan veriyor: "Erkek ilgisini yitirdiyse, isterseniz Aysun Kayacı olun, ağzınızla kuş tutun yüzünüze bakmaz." "Aldatan Erkekler Anlatıyor" adlı kitabın yazarı Uskan, Tempo’ya konuştu.

İlk kitabınızda, sizi aldatan bir erkek vardı. İkinci kitabınız ise başka kadınları aldatan erkekler üzerine.

- İkinci kitabım, Posta gazetesine hazırladığım bir yazı dizisi ile ortaya çıktı. ’Aldatan erkekler’ yazılarına başladıktan sonra, 300 civarında mektup aldım. Aralarından 35 tanesini seçtim. Üzerine kendi yorumlarımı ekledim.

Kitaba, "Uzaktaki kadın cazip gelir" diyerek başlıyorsunuz. Nedir uzaktaki kadının cazibesi?

- Biz kadınlar, her şeyden daha çabuk eskiriz. Bir ilişkinin katili, geçen zamandır. Çünkü erkek, koynuna aldığı kadının her yerini ezberler. Bir süre sonra, dışarıdaki herhangi bir vücut, ses tonu, saç rengi, bakış adamı cezp edebilir. Tüm erkekler için bu böyledir. Yalnız erkekler, burada ikiye ayrılır. İlki sakindir. Biz kadınlar, bunlara ’salak’ deriz. Az paralı, muhtemelen gözlüklü, mütevazı tiplerdir. Bunlar da çevredeki güzel kadınların farkındadır, fakat cesaretleri yoktur. İkinci grup kocalar; karizmatik, paralı, ağzı laf yapan adamlardır. Ki biz bunlara ’koca’ değil, ’erkek’ deriz. Böyle bir erkekle yaşamak, bir kadın için müthiş heyecan vericidir. Ama bunun yanı sıra, son derece tehlikeli ve yorucudur. Bu durumda da tercih biz kadınlara kalmıştır. Huzurlu, parasız, her akşam elinde bir fileyle gelen, akşam 21.00’de uyuyan bir koca mı; yoksa her an onu zevkin doruklarına çıkaran, koluna takıp gezdiğinde tüm kadınların gıptayla baktığı bir koca mı?.. Buna kendileri karar verecekler.

Genellikle her kadın, ikinci tip erkekleri, yani heyecan verecek olanları seçer değil mi?

- Doğru. Bu, kadının kendine güveninden kaynaklanır. "Ben o kadar mükemmelim ki, karşımdaki ne kadar azgın olursa olsun, benden başkasını gözü görmez" deriz ve bir süre sonra yanıldığımızı anlarız.

Erkek neden ihanet eder? Bunun da çeşitleri var mı?

- Var tabii. İster koca, ister sevgili olsun, dediğim gibi, yanındaki kadın eskimişse, uzaktaki kadın cazip hale gelir! Karşı cinsten gelen taarruza karşı koyamayan erkeklerimiz de vardır. Çok para kazanınca azanları da unutmayalım. Ama içimize en dokunan, andropoz paniğine kapılıp eşlerini aldatan beylerdir.

Erkeğin başka vücut, başka ses arayışını kadın nasıl durdurabilir?

- Aslında klasik bir söylev vardır: "Kocan başka birinden hoşlanıyorsa, eve bağlamak için sen tipini değiştireceksin." Bence gönlü başkasına kaymış adamın gözü, sen istersen Aysun Kayacı’nın tipine bürün, seni görmez. Farkına bile varmaz.

Size en enteresan gelen ihanet öyküsü hangisiydi?

- Bir tanesi çok korkunçtu. Adam biraz parasız ve eşiyle sevgilisinin aynı evde yaşaması için plan yapıyor. Bir gün sevgilisi, karısına adres sormak için kapılarını çalıyor ve böylece arkadaş oluyorlar. Daha sonra, aynı evde kalmaya başlıyorlar. Bunu okuduktan sonra, "Bu adamların yatacak yeri yok gerçekten" diye düşünmüştüm.

Siz ihanete uğradınız mı?

- Evet. Arda, biz evlenmeden iki ay önce, genç bir model kızla beni aldatmıştı.

İç çamaşırlarını kontrol edin

İhanet, yakın çevrenizden biriyle oluyorsa, bakışmalar çok önemlidir. O kadının yüzüne bakamıyorsa veya sürekli ’onu beğenmediğini, tipi olmadığını söylüyorsa...

Kredi kartı ekstreleri ve telefon mesajları inceleyin. Hatta bu kurum santrallerinde çalışan bir kızla acil dostluk kurun.

İhanet temizliği de beraberinde getirir. Koca su çulluğu gibi her dakika yıkanıyor ve parfümler sürüyorsa dikkat! Banyoya kokulu sabun yerine arap sabunu koyup deneyin.

Göbeğini ve dişlerini sorun eder ve tedavi yoluna giderse nedenini sorun.

İç çamaşırlarını kontrol edin. Sperm testine bile götürebilirsiniz.

Seyahate giderse, ilk uçakla yanına gidin. O sizi hálá evde sansın. Otel resepsiyonundan arayın odasını. Ve beş dakika sonra ’Sürpriz’ diyerek içeri dalın.

Cep telefonundaki, İsmail-Nevzat gibi kayıtlı numaraları araştırın. Bunlar İnci, Nevval gibi kadınlar olabilir.

Siyah çarşaf giyip, sabahtan peşine düşün. İş çıkışları mesela...

Ani ruh değişiklikleri önemlidir. Gözü dalıp gitmeler, ani kavga çıkarmalar, çocuklara bağırıp çağırmalar veya tam tersi kazık kadar oğlanı omuzlarda gezdirmeler.

Tanımadığı bir kadın arkadaşınızı peşine takın... Ama kadın güvenilir olsun!

Size birden bir kudurukluk gelsin, her gece sevişmek isteyin! Helak edin adamı.

Arabasına aldığı yeni kasetlere dikkat edin. Tarzı dışıysa ve hele aşk,hasret şarkılarıysa...

Size sürekli adınızla hitap etmesini isteyin. Bir gün nasıl olsa şaşırıp sevgilisinin adıyla çağıracaktır sizi

Özgün'ün açıklamaları müzik


Özgün'ün açıklamaları müzik piyasasını karıştıracak

İkinci albümüyle yaza damgasını vuracağını iddia eden Özgün, diğer şarkıcıların yaz albümlerinin kendisini hayal kırıklığına uğrattığını söyledi.



İşte "Yalın'ın albümünün tutmayacağını biliyordum... Hande’nin boşluğunu Demet doldurdu... Burak Kut eski imajını kaybetti" gibi sivri sözler sarf etmekten kaçınmayan Özgün'den sürpriz açıklamalar...

Yeni albüm ne kadar sürede hazırlandı?

- Ortalama yedi ay gibi bir sürede hazırlandı. İlk albümden hemen sonra promosyon çalışmalarıyla ilgili bir koşuşturma başladı. Bir baktım yeni albüm için hiç şarkı yok elimizde... Neyse ki ilham perileri geldi de bu albümü hazırlayabildik.

Beste yapmak için oturup çalışmak mı gerekir, yoksa ilham perilerini beklemek mi?

- Şarkı yazmak için çok uğraşırım ve yazamam. Sonra da hiç ummadığım bir anda ilham gelir. Mesela bu albümde bana göre en güzel şarkı "Yalnızlık". Öyle bir zamanda geldi ki... Ertesi sabah 09:00’da kalkıp, okula gitmem gerekiyordu. Bu arada Sakarya Üniversitesi’nde master yapıyorum. Sabaha karşı 02:00 gibi bir melodi geldi aklıma. Telefona kaydettim. "Bir de şuna söz yazayım" derken, sabah 06:30’a kadar bitirdim şarkıyı.

Daha önce kendisine şarkı yaptığınız isimlerle, şöhret olduktan sonra karşılaştınız mı hiç?

- Bir kulübün açılışına davetliydim. Orada karşılaştık. Enteresan oldu tabii. Bir tuhaf oluyor insan. Kalbi sıkışıyor. Sonuçta çok uzun zaman geçmiş, iki dost gibi selamlaştık, o kadar!

Yeniden bir araya gelme ihtimaliniz olamaz mı?

- Zaten ayrılık esnasında uzatmaları çok oynadık. Tekrar tekrar birleştik, ayrıldık. "Elveda" şarkısındaki "Ben seni kaç kere sevdiğimi unuttum" sözleri de o aşka dairdir. Ben çok ilişki yaşamadım. Sadece iki ciddi ilişkim oldu.

Bu albüm özellikle yaz dönemine mi denk getirilmek istendi, yoksa daha çalışılabilir miydi üzerinde?

- Yaz albümü yapmak istiyorduk. Bir de bu yaz o kadar iyi albümler çıkmadı. Eğer fırsatı kaçırsaydım, yazın patlayacak şarkılarım olmayacaktı. İşimizi savsaklamadık ama şarkılar da kulüplerde çalsın istedik.

Mustafa Sandal, İzel, Hande Yener, Yalın, Emre Altuğ, Burak Kut yaz albümü çıkaran isimler arasında... Bu yaz iyi albümlerin çıkmadığını söylediniz. Bunun sebebi ne olabilir sizce?

- Yalın’ın daha ikinci albümünü dinlediğimde şunu söyledim: "Böyle devam ederse tutmaz!" Çünkü çok tekrar yapıyor. Albümünü Amerika’da yaptı ama Türkiye’deki albümlerden hiçbir farkı yok. Emre Altuğ’dan ümitliydim ama o da ses getirmedi. Hande Yener çok cesurca ve geri dönüşü olmayan bir yola girdi. Bu saatten sonra eski Hande Yener şarkılarını okuyamaz. Çünkü okursa bütün söylediklerini yalanlamış olacak. Türkiye’nin Madonna’sı olacağını söylüyor. İyi bir yorumcu Hande Yener ama benim hoşlandığım bir müzik tarzı yapmıyor. Ben akustik enstrümanlarla yapılan müziği seviyorum. Hande Yener radikal bir karar verdi. Onun boşluğunu da hemen Demet Akalın doldurdu.

Siz kimleri beğeniyorsunuz?

- Tarkan bence Türkiye’nin en iyi erkek vokali. Kenan Doğulu’nun duruşunu ve sahne performansını çok beğenirim. Mustafa Sandal çok iyi bir söz yazarı. Doğru işler yapıyor. Onlar 15 yıldır bu işi yapıyor. Bense iki yıldır bu işin içindeyim. Keşke onların zamanında çıkmış olsaydım.

O zaman ne gibi bir fark olacaktı?

- 90’lı yıllarda kim çıktıysa kalıcı oldu. Piyasanın boşlukta olduğu bir dönemdi. O dönemde olsaydık, kalıcı olmak daha kolaydı. Şimdi bir şarkıyı yerine ulaştırmak çok zor. Pop müzikte tanınmamız çok önemli. Çünkü daha geniş bir kitleye hitap ediyoruz. Rock’çıların ise hiç böyle kaygıları yok. Çünkü belli bir kitleye yapıyorlar müziklerini. Bana gelince... Ben de tanınmadığım zamanlarda ağlayacak gibi çok oldum. "Neden olmuyor" diyordum. Anladım ki bu iş çok fazla emek ve sabır gerektiriyor.

Kendimi üzmek hoşuma gidiyor


Özellikle slow şarkılarda çok iyisiniz. Sizden güzel şarkılar çıkması için devamlı aşk acısı mı yaşamanız gerekli?

- Bu daha çok ruh halimle alakalı. Ben huzurlu bir ilişki yaşayamıyorum. Açıkçası bunu şarkı yazabilmek için mi yapıyorum, onu da bilmiyorum! İstesem çok mutlu bir adam olabilirim ama "Şöyle bir şey olsa da üzülsem" diyorum zaman zaman. Üzülmeden şarkı yazamıyorum. Kendimi üzmek hoşuma gidiyor. Sonra onun meyvesini alıyorum. Sanırım iyi bir sevgili değilim.

Antonio D’Amico: Cinayette


Cinayette çözemediğim garip bir şeyler var

Gianni Versace’nin, Miami’deki evinin önünde öldürülmesinin üzerinden tam 10 yıl geçti. Moda devi, 15 Temmuz’da düzenlenecek bir törenle anılacak.

Ancak onun 15 yıl birlikte yaşadığı sevgilisi Antonio D’Amico, bu törende bulunmayacak. Versace’nin ölümünden sonra aile tarafından dışlandığını söyleyen D’Amico’yu Defne Barak buldu. D’Amico, Milano’ya bir saat uzaklıktaki La Carrea adlı restoranında sorularını yanıtladığı Barak’a şok itiraflarda bulundu.

Burada ne yapıyorsunuz?

- Bazı şeylerden uzak durmaya ihtiyacım var ve burası yeterince sessiz... Restoranı altı ay önce açtık. Yemek yapmayı ve arkadaşlarımı eğlendirmeyi seviyorum.

Sonunda mutlusunuz...

- Evet, 10 yıl oldu.

15 Temmuz’da Gianni Versace’nin ölümünün 10’uncu yılı nedeniyle bir anma töreni yapılacak...

- O benim partnerim, sevgilim, arkadaşım... 10 yıl öncesi hálá dün gibi aklımda.

Ne kadar sürmüştü ilişkiniz?

- 15 yıl boyunca her gün, her gece birlikteydik.

Ben anma töreni için davet aldım, siz de davetliler arasında mısınız?

- Hayır. Eğer bu aileyi biraz olsun tanıyorsam, orada olacağımı sanmam!

O gün siz nerede olacaksınız peki?

- Buradayım. Yalnız... Sonra mum yakmak ve dua etmek için kiliseye gideceğim.

Versace Ailesi’nin sizden pek hoşlanmadığı sır değil...

- Gerçekten mi!

Kendi markanızı yarattığınızda, düzenlediğiniz şova katılmak için Elton John Londra’dan geldi, ben de New York’tan... Ama Donatella Versace orada yoktu...

- O benim çevremde olmak istemiyordu. Sorun parayla ilgili değil ama; daha fazla güç ve daha fazla ilgi çekmek istiyordu sanırım. O sadece Versace’nin kraliçesi olmak istiyordu. Yıllarca içinde tuttuğu kin ve düşmanlık beni çok şaşırttı.

Gianni Versace, kardeşi Donatella’nın kızı Allegra’nın anoreksiya hastalığını fark etmiş miydi?

- Hayır. Ben Allegra’nın amcası gibiydim. O da Gianni’ye ve bana çok yakındı. Bu yüzden bir gün Donatella’ya "Kızın yardım için ağlıyor" dedim, ancak o bunu duymak istemedi.

Siz onun düzenli olarak yemek yemediğini anlamış mıydınız yani?

- Evet. Allegra yemediği yemekleri peçetesinde saklar, sonra bunları atardı. O dinlenilmek istedi. "Bana yardım edin" diye ağlıyordu.

Kaç yaşındaydı?

- 9 civarında...

Gianni Versace’nin imparatorluğu Allegra’ya bırakmasına şaşırdınız mı?

- Hayır, çünkü önceden biliyordum. Gianni, imparatorluğunun geleceğini düşünürdü. Allegra da Gianni’nin prensesiydi. Ona aşıktı.

Neden?

- O müzeleri ziyaret etmesini seven, kitap okumaktan hoşlanan, sarışın, güzel bir kızdı. Allegra, Gianni’nin kendi kızı gibiydi...

Allegra ile çok mu samimiydiniz?

- Evet, dediğim gibi onu çok severdim. Onu yeğenim gibi görürdüm. Kardeşi Daniel için de geçerli bu...

GIANNI HAYATTA OLSAYDI YEĞENİNİ KORURDU

Çocuklarla bu kadar yakındınız, ama Gianni Versace öldükten sonra onlardan koptunuz.

- Evet, maalesef... Bu benim için çok üzücüydü, çünkü ailenin bir parçası olarak kalmak istiyordum. Ama Gianni’nin ölümünden 3-4 ay sonra kendimi tamamen dışlanmış buldum.

Hiç onlarla iletişime geçmeyi denediniz mi?

- Mesajlar yollamıştım, ancak hiçbirine cevap alamadım. Donatella çocukları benden kopardı.

Şu an Allegra’nın çok kötü bir durumda olduğu herkesçe biliniyor. Ona ulaşmak ve yardım etmek istemez miydiniz?

- Çok isterdim. Ama telefon numarasını bilmiyorum. Eğer Versace’yi ararsam da mesajımı ona iletmezler.

Onun neredeyse bir iskelete dönüştüğünü kanıtlayan ve kolunda serumla yürürken çekilmiş fotoğraflarını gördüğünüzde neler hissettiniz?

- Çok korktum... Ben güneş gibi güzel bir sarışın kız hatırlıyorum. Onu böyle görmek çok üzücü...

Sizce suçlu kim?

- Eğer annesi veya babası olsaydım, kesinlikle kendimi suçlardım.

Eğer Gianni Versace hayatta olsaydı, Allegra yine böyle hasta olur muydu sizce?

- Kesinlikle hayır! Gianni onunla ilgilenir, tehlikelerden korur ve onu kurtarırdı.

DONATELLA 20 YILDIR UYUŞTURUCU BAĞIMLISI

Donatella benimle konuşurken uyuşturucu bağımlılığı olduğunu kabul etmişti. Eski eşi Paul ise alkolizm yüzünden rehabilitasyon tedavisi görüyordu. Peki Gianni Versace’nin bir bağımlılığı var mıydı?

- Evet, yemek yemek! Güzel yemeğe bayılırdı. Gianni içki içmezdi, uyuyakalırdı çünkü... Sigara ve uyuşturucudan da uzak dururdu. O daha ziyade makarna, kek ve meyveleri severdi.

Gianni Versace, kardeşinin bağımlılığından haberdar mıydı?

- Evet.

Evet mi?

- Dedikodular Paris’ten Londra’ya kadar her yerde kulaktan kulağa dolaşıyordu. Elton John da Gianni’ye, ölümünden iki yıl önce bu dedikodulardan bahsetmişti.

Bunu ona Elton John mu söyledi?

- Evet. Gianni de bunun üzerine bir aile yemeği düzenledi. Yemekte kardeşleri Santo, Donatella ve Donatella’nın eşi Paul vardı. Gianni o yemekte söz konusu dedikodulardan bahsetti.

Yani Donatella’yı aileyle yüz yüze getirdi!

- Evet! Donatella "Bu doğru değil" diye bağırıyordu. Şiddetle reddetti. Gianni yalan söylüyor diye ona kızıyordu, ama sonunda affetti.

ALLEGRA'YI ZAYIF OLMAYA ZORLAYAN ANNESİDİR

Donatella’ya inanmış mıydı?

- Hayır, sadece inkar ettiği için konuyu uzatmadı. Ama o günden sonra Donatella’ya karşı tavırları değişti. Bu arada Donatella, Gianni’nin ölümünden sonra uyuşturucu kullanmaya başladığını iddia etmişti. Oysa hepimiz 20 yıllık geçmişi olduğunu biliyoruz!

Peki Gianni Versace bu yüzleşmeyi nasıl sonuçlandırdı?

- Donatella’ya "Bu tarz şeyler yaptığını biliyorum, yanlış ama seni affediyorum. Yine de sana artık güvenmeyeceğim" demişti. Şimdi her şeyi Allegra’ya bırakmasının altında yatan haklı sebebi görüyorsunuz, değil mi?

Ama Allegra da çok sağlıklı değil ki; anoreksik bir kız...

- Onun anoreksiyası Gianni öldükten sonra başladı. Önceden de iyi beslenmiyordu ama bu, annesinin zayıf olması için zorlamasından kaynaklanıyordu. Donatella’ya söyledim, aldırış etmedi. Eğer Gianni yaşasaydı, Allegra anoreksik olmayacaktı. Gianni ona gereken bütün sevgiyi ve gücü verirdi. Ona göz kulak olmak için işini de bırakırdı.

CİNAYET SORUŞTURMASI ÇABUK KAPATILDI

Siz Gianni Versace vurulduğu sabah, onun evindeydiniz. Olayı anlatır mısınız?

- Evet. Paris’ten yeni gelmiştik ve Gianni o sabah uyanıp gazeteleri almaya gitmişti. Saat yaklaşık 07.30 civarıydı ve ben arkadaşımız Lazaro ile kahvaltı ediyordum. O sırada iki el silah sesi duydum. Kafamı çevirdiğimde kapı açıktı. Ne olduğunu anlayamamıştım. Lazaro ve evdeki diğer insanlarla kapıya doğru koştuk. Gianni’yi kanlar içinde yerde yatarken gördüğümde şoke oldum. Hareket etmiyordu. Katil sokakta yürüyen bir adamdı, çok uzakta değildi. Lazaro onu yakalamaya çalıştı, ancak katil koşarak kaçmayı başardı.

Can güvenliğinden endişe ediyor muydu?

- Hayır, asla! Gianni hiçbir zaman korumalarla dolaşmayı sevmezdi. Biz hep daha sakin bir hayatı tercih ettik.

Gianni Versace’den sonra da katili öldürüldü. Ne düşünüyorsunuz?

- Amerika’da katil bulunur bulunmaz davayı kapattılar, aile de üzerinde durmadı... Bana göre olayda garip bir şey var ama çözemiyorum.

EN BÜYÜK SORUN EŞCİNSEL BİR ÇİFT OLMAMIZDI

Kafanızdaki soru işaretleri neler?

- Bilmiyorum... Katili 3-4 hafta bulamadılar. Polis merkezine gittiğimde ise bana bu adamın resimlerini gösterdiler. Çok garipti... Resimler çoktan ellerindeydi... Adamın çevrede gezindiğini biliyorlardı. Bunun için ne yaptılar peki?

Neden daha kapsamlı bir soruşturma talep etmediniz?

- En büyük problem şu: Ona en yakın kişi olmama rağmen ben hiç kimseydim!

Çünkü siz eşcinsel bir çifttiniz...

- Evet, çünkü biz eşcinsel bir çifttik. İtalya’da birlikte yaşayan eşcinselleri koruyan yasalar yok. Kardeşleri Santo ve Donatella da nihayet beni yolladıkları için çok mutluydular.

Diana’nın gerçek aşkı Dodi değil doktordu

1997 yazında pek çok kişiyi kaybettik. Gianni Versace, Rahibe Theresa, Prenses Diana... Siz Diana’yla en son ne zaman konuşmuştunuz?

- Gianni’nin cenazesine gelmişti, en son orada gördüm. Çok tatlıydı. Bana sarılıp "Gianni ile biz çok yakındık" demişti. Bir ay sonra ise televizyonu açtığımda Diana’nın öldüğünü öğrendim. Çok garipti. O aralar bir rüya görmüştüm, Gianni’ye "Neden Diana öldü" diye soruyordum. O da "Ona hep söylemiştim, yanlış adamla beraberdi" demişti.

Diana cenazeye geldiğinde, çoktan Dodi El Fayed ile görüntülenmişti...

- Ama aslında Doktor Hasnat Khan’a aşıktı... Diana, Gianni’yi severdi, Gianni de onun duygularını, durumunu anlayışla karşılardı. Bir gün Elton John’un Windsor’daki evinde hep beraber akşam yemeğindeydik. Diana kendini arkadaşlarının arasında rahat hissetmiş ve duygularından bahsetmişti.

Doktora olan aşkından da söz etmiş miydi?

- Diana bu konudan pek bahsetmeyi sevmezdi, ama doktorun onun gerçek aşkı olduğunu biliyorduk. Prens Charles’tan sonraki büyük aşkı... Charles’a da çok aşıktı, sadece bir prenses değil, aynı zamanda aşık bir kadındı. Acısını Elton John, Gianni ve benimle paylaşırdı. Gianni ile ben, hep onun gözlerindeki hüzünden bahsederdik. Gerçekten çok üzgün bir kadındı.

Peki Hasnat Khan ile ilgili tam olarak ne söylerdi?

- Bu konuda temkinliydi, pek konuşmazdı. Sadece Hasnat’ın kendisi için çok önemli olduğunu söylerdi. Hasnat küçük bir kızla ilgilenen, ona değer veren bir adam gibiydi. Diana sevgiye, şefkate, aşka çok açtı...

Bunları kendisine onun verdiğini mi düşünürdü?

- Evet... Dodi’nin daha çok arkadaş gibi olduğunu söylerdi, yani hayatının aşkı falan değildi. Dodi ile görüntülenmiş de olsa, biz onun hálá doktora aşık olduğunu bilirdik. Çünkü hálá onu düşündüğünü söylemişti.

BEN GIANNI’YI ÇOK SEVDİM

Neden aile için bir tehdit olarak görülüyorsunuz?

- Bilmiyorum...

Gianni Versace tüm mal varlığını Allegra’ya bırakırken size danışmış mıydı?

- Bana hep işleri Allegra’nın devralacağını söylüyordu. Evet, biliyordum. Benim ondan hiç para talebim olmadı. Sadece onunla olmak istiyordum çünkü... Ben onu sevdim... Bu yüzden, bana da para bıraktığını söylediklerinde çok şaşırmıştım. Aynı zamanda sahip olduğu evlerde yaşama hakkım da olacaktı.

O evlerden birinde yaşadınız mı peki?

- Hayır! Hoş karşılanmadığım bir yerde kalamazdım. Milano’da kendi evim vardı zaten...

Peki Donatella’nın imparatorluğun kendisine değil de kızına bırakılmasına tepkisi ne oldu?

- Gianni’nin işi ona devretmediğini görünce şaşırdı. Hatta benden nefret etmeye başladı...

Bu kararda sizin etkili olduğunuzu mu düşünüyordu acaba?

- Sonuçta Gianni kararını kendisi verdi. Donatella’nın ne düşündüğünü bilmiyorum...

VERSACE AİLESİ DAĞILDI

Burada benim yerime Allegra oturuyor olsaydı ona neler söylerdiniz?

- Ona onu her şeyden daha çok sevdiğimi söylerdim. "Gianni’yi sevdim. O da seni sevdi. Sen benim için çok önemlisin" derdim.

Eğer Gianni bir yerlerden aileyi izliyorsa, şu anki duruma şaşırıyor mudur?

- Hayır, kesinlikle şaşırmazdı. Eskiden bir ailelerdi. O da ailenin babasıydı. Bağları sıkı tuttu. Herkesin kişiliklerini ve problemlerini biliyordu... Şimdi olay iş ortaklığına dönüştü, aile kayboldu. Buna çok kızardı ama şaşırır mıydı; kesinlikle hayır.

2007 Güzeli Selen Soyder


Bana birinciliği yakıştırmadılar

Miss Turkey 2007 Güzeli Selen Soyder, kamp döneminde rakiplerinin sözleri nedeniyle demoralize olduğunu söyledi.

Selen Soyder "Arkadaşlar birinci olamayacağımı söylüyorlardı. Kendime ne kadar güvenirsem güveneyim bu sözler yüzünden demoralize oldum. Hatta son iki açıklandıktan sonra 'Tamam beni seçmediler' dedim."

İDOL MANKENİM YOK

Miss Turkey 2007 Güzeli Selen Soyder, bilinmeyenlerini Kelebek’e anlattı. İki senedir profesyonel anlamda fotoğraf çektiğini, şimdilik oyunculuğu düşünmediğini ve magazin basınından uzak kalacağını belirten Soyder, "Beğendiğim isimler var ama Türkiye’de ’Benim idolüm’ diyebileceğim bir manken yok..." dedi.

Birinciliğiniz açıklandığında çok şaşırmıştınız. Türkiye’nin en güzel kızısınız, artık bu durumu kabullenebildiniz mi?

- Evet... Artık sokakta yürürken bile tanımaya başladılar. Örneğin yarışmanın ertesi günü yemek yemeye gittim, orada çok fazla tanıyan olmuştu.

İzmir’de mi?

- Hayır, işin enteresanı İzmir’de tanıyan olmadı. İstanbul’da daha fazla tanıyorlar. Tanınmanın dışında şu an için hayatımda değişen bir şey yok.

Peki, zaman içerisinde nelerin değişmesini bekliyorsunuz?

- Şu anda gelen projelerle ilgili bir fikrim yok. Oturup konuşacağız, ondan sonra bir şeylerin değişeceğinden eminim. Yarışmadan sonra hemen İzmir’e gitmek zorunda kaldım.

Yarışmadan sonra üniversite sınavına girdiniz. Nasıl geçti?

- Güzel geçti. İlk sene fotoğrafçılık istiyordum, olmadı. Geçen yıl sınav zamanı yurtdışındaydım, sınava giremedim. Bu sene tekrar girdim, umutluyum.

Fotoğraf çekiyorsunuz yani...

- Evet, profesyonele yakın anlamda iki senedir çekiyorum. Manzara çekerek başladım ama işin içine girince fotoğraf sanatıyla yakından ilgilenmeye başladım.

Birinciliği beklemiyordunuz. Diğer finalistlerle aranızda favori belirliyor muydunuz?

- Evet, kızlar kendi içlerinde favorilerini söylüyorlardı. Benim favorim yarışmada 4’üncü olan Aslı’ydı. Arkadaşlar benim dereceye girebileceğimi söylüyorlardı ama birinci olamayacağımı da vurguluyorlardı. Sebep olarak da Türk tipine yakın olmamamı gösteriyorlardı. Finale kalanlar genelde buğday tenli, kumraldı. Aralarında peynir gibi parlayan bir tek ben vardım. Kendime ne kadar güvenirsem güveneyim finalistlerin açıklamaları yüzünden demoralize oldum. Hatta son iki açıklandıktan sonra ’Tamam beni seçmediler’ dedim.

Peki, 20 günlük kamp süreci yarışmadaki performansınızı etkiledi mi?


- Bazen moral bozukluğu yaşadım ama bu durum yarışmadaki performansımı etkilemedi. Çünkü kafamdan her şeyi silerek çıktım yarışmaya.

OYUNCULUĞU HAK EDENLER YAPSIN

Yarışmaya katılanların aynı tip olduklarına dair eleştiriler yapıldı. Sizce de öyle mi?

- Evet... Genelde herkesin saç ve cilt renkleri aynıydı. Kişisel bir tarz yoktu. Zaten hepimiz tek tiptik. Yalnız ben diğerlerinden biraz farklıydım.

Yani bu fark mı birinciliği getirdi diyorsunuz?

- Saçlarımın kızıl olması ve beyaz tenli oluşum beni farklı kılmış olabilir. Şimdiye kadar hiç kızıl saçlı güzellik kraliçesi görmedim. Dört senedir birinciler hep Ankara’dan çıkıyordu. Bu sene yine İzmir’e getirdik.

Birinciliği hak ettiğinizi düşünüyor musunuz?

- Kesinlikle hak ettiğimi düşünüyorum.

Mankenliği meslek olarak yapmayı düşünüyor musunuz?

- Düşünüyorum çünkü çok seviyorum. Zaten bir senedir İzmir’de mankenlik yapıyordum. "Miss Model of Turkey"e katıldıktan sonra yarışmanın Çin’de yapılan ayağına katılmak zorundaydım. Miss Turkey hep içimdeydi. Bodrum’da düzenlenen yarışmaya ajansım, "Tecrüben olsun" diyerek gönderdi. İyi ki de girmişim çünkü orada yaşadıklarım bu yarışmada rahat hareket etmemi sağladı.

Oyunculuk tekliflerine açık mısınız?

- Tiyatro mezunu o kadar çok insan varken, sırf güzel ya da popüler olanların oyunculuk yapmasından yana değilim. Ama yine de oyunculuk teklifi gelirse değerlendirebilirim. Dediğim gibi çok sıcak bakmıyorum bu duruma çünkü hiç oyunculuk deneyimim yok. Şu an modellik benim için daha önemli.

"Beyaz Show"dan sonra Özcan Deniz’le yakınlaştığınız konuşuluyor, doğru mu?

- Hayır... Özcan Deniz’i hayatımda ilk ve son defa o programda gördüm. Aslında programa katılmadan önce böyle dedikoduların çıkabileceğini tahmin ediyordum ama bu kadar çok konuşulacağını hiç düşünmemiştim.

Artık siz de bir ünlüsünüz. Magazin basını hakkında görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

- Tercih meselesi diyorum... Eğer birisiyle görülmek istiyorsan, magazincilerin olduğu mekana gidersin ve haberin çıkar. Benim böyle bir tercihim olmayacak. Magazinciler işlerini yapıyorlar, onlara saygı duyuyorum ama ben magazin basınından uzak kalmakta kararlıyım.

Peki, bu tercihiniz zamanla değişebileceğini düşünüyor musunuz?

- Düşünmüyorum... 18 yaşıma girdiğim zaman da bu yarışmaya katılmayı düşünüyordum. Yaşım artık 20. Karakterimin oturduğunu ve ne istediğimi biliyorum.

Bu camiada idolüm diyebileceğiniz isimler var mı?

- Beğendiğim isimler var ama Türkiye’de ’Bu model benim idolüm’ diyebileceğim bir manken yok. Örneğin Ahu Yağtuğ, Ece Sükan, Hande Subaşı’yı beğenirim. Çünkü bu isimler sadece model kalmayı tercih ediyorlar.

Estetik yaptırmam

Yarışmada ilk 20’ye kalan bir finalist, dereceye giremeyince organizasyonu düzenleyenleri ağır bir dille eleştirmişti. Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?

- 19 günümüzü bir arada geçirdiğimiz bir arkadaşımız, bir gazeteciye talihsiz bir mail atmış. Aynı elbiseleri giydik, aynı yemeği yedik. Kimsenin kimseden farkı yoktu. Kamp zordu ama bir o kadar da keyifliydi.

Peki, sizce neden böyle bir şey yapmış olabilir?

- Dereceye girseydi böyle bir şey söylemezdi. Kıskançlıktan olsa gerek. Herhalde ilk dört için kendisini çok adapte etmişti. Olmayınca da organizasyonu karalamaya başladı.

Burnunuzun estetiğe ihtiyacı olduğunu düşünüyor musunuz?

- Estetiği gerçekten ihtiyacı olanların yaptırmasından yanayım. Benim burnumda kıkırdak fazlası var ama ben onu seviyorum.

Güzide Duran gibi doğal olmayı tercih ediyorsunuz yani...

- Burnum fotoğraflarda biraz kötü duruyor ama yine de estetik yaptırmayı düşünmüyorum.

Mine Tugay: Evli de değilim


Her şey bitebilir çocuk sevgisi asla

STAR TV'nin büyük ilgi gören yeni dizisi "Benden Baba Olmaz"ın başrol oyuncuları Mine Tugay ve Atılgan Gümüş'le konuştuk. Gümüş'ün "Dizideki rolümle empati kuruyorum. Çocuğunuz olduysa ve oyuncuysanız her şey bitiyor; hem babalığı hem de oyunculuğu baştan öğreniyorsunuz. Bütün kimyanız değişiyor. Her şey bitebilir ama çocuk sevgisi asla" açıklaması dizinin özeti aslında.

Atılgan Bey sizden baba olmaz mı?


- Atılgan Gümüş: Benden çok iyi baba olur da koca olur mu, bunu iyi sorgulamak lazım! Kendi çocuğun olsun olmasın, dışarıda ufacık bir çocuğa göstereceği şefkat bile erkeğin içgüdüsel babalığıdır. Vicdanlı olan herkes baba olabilir ama bunu unutmuştur. Bu dizide bana eski karım bunu hatırlatıyor.

Biraz oynadığınız karakterlerden konuşalım mı?

- Mine Tugay: Selin karakteri kocası Soner’den ayrılmış ve doçent olmak üzere. Amerika’da iyi bir profesörden ders alma şansına erişiyor. Fakat çocuğu yedi yaşında ve o yaşına kadar da onu hiç yalnız bırakmamış. Kadın çocuğu bırakmak için alternatifler düşünüyor. Fakat annesinin bel fıtığı var, kardeşi ise yurtdışında... Derken bir arkadaşı "Babasına bırak, o baksın, yakınlaşıp bağ kursunlar" diyor. Selin, bu fikre pek olumlu bakmıyor. Çünkü baba zampara ve çapkın bir adam.

O ana kadar eşini düşünmemesi de ilginç değil mi?

- M. Tugay: Evet, düşünmüyor ama mecbur kalıyor; uzun süre kabul etmiyor zaten durumu. Ama sonra ilginç bir şekilde Soner’in hayatının düzene girdiğini görüyor. Ve iki aylığına oğlunu bırakıp gidiyor.

- A. Gümüş: Sonraki süreç tabii adam için tam bir azap. Büyük zorluklar yaşıyor ve bir ara çocuğuna bakmakla bakmamak arasında kalıyor, büyük çelişkiler yaşıyor. Fakat zamanla değişiyor, etrafına huzur veren adam rolünü üstlenmeye başlıyor. Buna karşılık değiştiğini idrak edemiyor ve üstlendiği yeni kimliği yıkacak nedenler bulmaya çalışıyor. "Hálá zamparayım, devam etmem lazım..." diye düşünerek eski hayatını sürdürmeye çalışsa da çocuğunu unutamıyor.

Gerçek hayatta da anne babası boşanmış olanların evliliği pek uzun sürmüyor...

- M. Tugay: Evet, dizide alt metin olarak bunlar var. Bu karı kocanın da aileleri ayrılmış mesela.

- A. Gümüş: Diziyi izleyenler kendilerinden bir şey bulmak isterlerse bulacaklar. "Kargaya yavrusu şahin gibi gelir" sözünden yola çıkarak söylemiyorum ama iyi bir iş çıkardığımızı düşünüyorum. Bu diziyi herkesin seveceğinden eminim.

Peki, siz evli ve çocuklu musunuz?

- A. Gümüş: Evet, evli ve çocukluyum. İki yaşına basacak Rüzgar adında bir oğlum var.

O zaman dizideki rolünüzle mutlaka empati kuruyorsunuzdur...

- A. Gümüş: Evet. Zaten ben askere gittim geçen sene ve ilk yaş gününde oğlumun yanında olamadım. Her şey bitebilir. Karınızla, sevgilinize ilişkiniz bitebilir ama çocuğunuzla ilişkiniz bitemez. Et tırnaktan ayrılamaz. Bu dizi de bunu anlatıyor. Çocuğun olduysa oyuncu bile olsan her şey bitiyor ve hem babalığı hem de oyunculuğu baştan öğreniyorsunuz. Kısacası bütün kimyanız değişiyor.

Mine Hanım siz evli değilsiniz değil mi?

- M. Tugay: Evet, evli de değilim, anne de değilim. Ama oyunculuk yaparken bazı duygularınızı çağırıyorsunuz. Benim yeğenim var ve o ağladığı zaman içim kıyılıyor. Bütün çocuklar ağlamasın ama o hiç ağlamasın, mutlu olsun istiyorum.


Selin’i oynarken içinizde annelik duygusu oluşuyor mu?

- M. Tugay: Elbette zaman zaman bunu hissediyorum. Hatta istiyorum da! Günü gelince anne olacağım. Oynadığım anne karakteri çocuğuna hem anne hem de baba olduğu için biraz dominant. Yumuşak değil, mantığıyla hareket ediyor, psikoloji okumuş ve disiplini elden bırakmıyor diyebiliriz. Ama annelik duygusunu çok da bastırmıyor.

"Benden Baba Olmaz", Atılgan Gümüş’ün ilk dizi projesi sanırım?

- A. Gümüş: Evet, yaklaşık 10 yıldır dizi ve sinema projeleri teklifleri alıyorum. Ama ben bir müzikal oyuncusuyum her şeyden önce. Tiyatroyu, operayı ve dans eğitimini bitirip müzikal alanında iyi olmak için çok uğraştım. Bu, benim tercih ettiğim ilk proje. Bunun nedeni de projenin arkasında Birol Güven’in olması.

Mine Tugay’ın birkaç projesi oldu değil mi?

- M. Tugay: Evet, bu altıncı dizi oluyor. "Gülbeyaz" ile başladım dizi oyunculuğuna. Sonra "Aşk Her Yaşta", "Adı Aşk Olsun", "Aliye", "Gülpare" de oynadım ve şimdi "Benden Baba Olmaz" var.

Nilüfer Sultan: Padişah torunu ama


Padişah torunu ama önce anne

Osmanlı Hanedanı'nın 'hanım sultan'larından olan Nilüfer Sultan, 17 yaşında kaybettiği kızı Tatiana için Benim Küçük Prensesim adlı bir kitap yazdı. Kızının doktorlar tarafından yapılan yanlış tedavi sonucu öldüğünü iddia eden sultan, yaşadıklarını anlattı..

Padişah Abdülmecid'in torunun oğlu Şehzade Burhaneddin Cem'in kızı olan Nilüfer Sultan, annesi Prenses İrina'nın yardımıyla kaleme aldığı kitabı Benim Küçük Prensesim'de, kızı Tatiana'yı ve onu kaybettikten sonra çocuklara yardım için kurduğu vakfı anlatıyor. Nilüfer Sultan'la bir İstanbul ziyaretinde, genetik kistik fibroz hastası olan kızının ölümünü ve yardım çalışmalarını konuştuk.

- Bu kitabı yazmanın kendinize verilmiş bir görev olduğunu mu düşünüyorsunuz? - Evet, bu kitabı yazmaya annemle birlikte karar verdik. Kızım Tatiana'yı 17 yaşında kaybettikten sonra çok zor zamanlar geçirdik. Onu kaybedeli dokuz yıl oluyor ve aslında biz daha yeni yeni kendimize geliyoruz. Kendimize gelmemizi sağlayan da çocuklara yardım edecek bir vakıf kurmamız oldu. Adı 'Prenses Tatiana'nın Anısına Nilüfer Sultan Hazretleri Vakfı' Bu vakıfla Türkiye, Gürcistan ve Ürdün'deki çocuklara yardım ediyoruz. İşte bu kitapta Tatiana'yı kaybetmemizi, vakfın kuruluşunu ve yaptığımız yardımları anlattık.

- Türkiye'de bir hastaneye kuvöz alımı için İsviçre'de bir balo yapmıştınız. Bu kuvözler alındı mı? - Evet, Cerrahpaşa Hastanesi'ne iki tane kuvöz aldık. Hatta üzerlerinde benim adım yazıyor.

- Kitapta kızınızın ölümüne şüpheyle baktığınızı söylüyorsunuz. Sizce kızınız öldürüldü mü? - Başka ne olabilir ki? Kızım hastaneye yattıktan sonra doktorlar tedavi diye onlarca hata yaptı. Sonra da "Üzgünüz," dediler. Ama ben kızımı kaybettim ve o artık geri gelmeyecek. Ama bu savımı kanıtlayamıyorum. Çünkü gerçeğin ortaya çıkması için doktorların aleyhine dava açtım ama davayı kaybettik. Biliyor musunuz, dünyanın her yerinde doktorlar her zaman haklı. Onlara karşı hiçbir zaman kazanamıyorsunuz. Kimse kazanamıyor, prenses olsanız da olmasanız da.

- Dediğiniz gibi kızınızı bilerek ölüme göndermişlerse, nedeni ne olabilir? - O kadar çok hata yaptılar ki, bunun üstünü kapatmak zorunda kaldılar. Yaptıkları hataları annem de, kardeşim Selim de, ben de gördük. 'Neler oluyor?' diye sormamıza fırsat tanımadan ölümüne neden olan iğneyi yaptılar. Tedavisi ve ölümüyle ilgili belgeleri bize hiç vermediler. Zaten bu belgeleri alabilmek için avukat tutuk, dava açtık.

- Sizce hayatınızdaki en büyük hata Tatiana'yı o hastaneye götürmek miydi? - Evet, kesinlikle. Hep böyle düşüneceğim, her zaman da pişman olacağım.

- Hâlâ doktorlara güvenmiyor musunuz? - Artık o duygularım geçti. Zaten güvenmek zorundayım, çünkü hastalanırsam doktora gitmekten başka bir çarem yok (gülüyor). Annem de "Doktorların bana dokunmasına asla izin vermem," diyordu ama kısa bir süre önce kolundan ameliyat oldu. Yani o da kendisini doktorlara teslim etmek zorunda kaldı.

- Kızınızın ölümü sizi daha dindar yaptı mı? - Olabilir. Çünkü kitapta da anlattığım gibi annem ölümünden sonra Tatiana'yı gördü. Bu deneyim beni çok etkiledi. Eskiden çok da inançlı biri olduğumu söyleyemem ama şimdi biraz daha inanır oldum. En azından artık ölümden sonra bir hayat olduğuna inanıyorum. Tatiana bizi bekliyor. Çocuklara ne kadar çok yardım edersek, Tatiana'yla buluşmamız o kadar kolay olacak.

- Çocuklara yardım etmenin Tatiana'nın size bıraktığı bir miras olduğuna mı inanıyorsunuz? - Evet. Biz onun ayak izlerini takip ediyoruz. Tatiana o kadar iyi bir kızdı ki; bütün insanlara, çocuklara, hayvanlara yardım ederdi. Zaten ben onun ölümünden sonra girdiğim ağır depresyondan ancak bu yardım faaliyetleriyle çıkabildim. Biliyor musunuz ben hâlâ bir anneyim ve hep anne olacağım. Bir çocuk annesine seslendiğinde dönüp ben de bakıyorum, bana seslenmediğini bildiğim halde...

-"Unvan, insanı mutsuzluktan korumaz," diyorsunuz... - Evet, hepimiz aynıyız. Benim sizden hiç farkım yok. Hatta unvan sahibi olmak zaman zaman kötü bile olabiliyor. Çünkü insanlar size önyargıyla bakıyor, burnunuzun havada olacağını düşünüyor. Ama bu doğru değil. Ben çok mütevazı ve sade bir insanım. Bence insanlar prensler, prensesler hakkında yanlış önyargılara sahip. Bence buna genç soylular neden oluyor. Çünkü bizim aldığımız eski eğitimi almıyorlar.

- Kitabınızda Batı'nın Osmanlı Hanedanı'nı alaya aldığını söylüyorsunuz. Nasıl alayla alıyorlar? - Osmanlı İmparatorluğu çok toleranslı ve insancılmış. Yahudilere kapılarını açan da Müslüman olmalarına rağmen Osmanlı İmparatorluğu olmuş. Ama bugün Batı'da bunu hiç kimse hatırlamıyor, tarihi unuttular. Türkiye'yi hep Müslüman bir ülke olarak değerlendiriyorlar. Evet, Türkiye Müslüman bir ülke ama zamanında Yahudilere kapılarını açmamış olsaydı, onlar şimdi Avrupa'da bu kadar varlık içinde yaşıyor olmayacaklardı.

Canan Barlas: Sürat teknesiyle


Gazeteci - yazar Canan Barlas Merkez Kitaplar'dan çıkan son kitabı Eğreti Burjuvalar'da kendi hayatıyla, Türkiye'nin modernleşme sürecini iç içe geçmiş bir şekilde anlatıyor. Saray çevresinde büyüyen bin anneanne, Uşak'ta araba kullanan ve Türkiye'nin ilk kadın kimyagerlerinden olan bir anne, konaktan apartmana geçiş, modern Anadolu kentlerinden, taşralaşmış büyük kentlere o kentlerin statü peşinde koşan yeni zenginlerine kadar her şey Barlas'ın tezgâhından geçmiş. Bir zamanlar Niyazi Berkes'in sorduğu "200 yıldır Neden Bocalıyoruz?" sorusuna Barlas kendi deneyimleri ışığında cevap veriyor ve eğreti hayatlarımıza, eğreti burjuvalarımıza ilişkin görüşlerini sergiliyor.

- Mustafa Kemal'in bir büyükelçi ziyaretinde masaya hizmet eden bir hizmetlinin hata yapmasından sonra "Bu millete her şeyi öğrettim ama uşaklığı öğretemedim," dediği rivayet edilir. Bu anekdot sizin kitabınızda anlattığınız Türkiye'nin dönüşümüne dair bir örnek olabilir mi?
- O sözler milliyetçi anlamda bir vurgu içeriyor. Sofra adabıyla ilgili olduğunu sanmıyorum ama yine de dönüşüm olduğuna dair bir işaret var. İmparatorluğun mirası topraklarda hizmet etmeye alışmamış insanların varlığına işaret ettiği söylenebilir.

BATICILIK DEVLET POLİTİKASI
-Anneanneniz saray çevresinde büyümüş...
- Saray çevresinde büyüyüp Anadolu'ya gelin gitmiş. İstanbul'da o zaman Batılı yaşam tarzı var ama tabakalar halinde, toplumun geneline sirayet etmemiş. Bir de Atatürk, Osmanlı yaşam biçiminin önünü kesmek istediği için zaten belirli bir zümrenin alışkanlığı da Cumhuriyet'in kültürüne sokulmamış. Üretilen edebi eserlere bakın, yeni alfabe kullanıyor ve eski eserler anlaşılmaz hale geliyor. Dolayısıyla saray çevresinde yaşanan hiçbir görgü, adap sürekliliğini koruyamamış. İmparatorluk dağılıp, Atatürk Batıcılığı devlet politikası olarak kullanılınca, saray çevresinin dışındaki insanlara da görev veriliyor. Aydınlar, bürokratlar, askerler Atatürk'ün Batıcılık anlayışının misyonerleri durumunda. Kimse "Neden Batıcılık?" diye sormuyor. Yine İttihat Terakki geleneği var, Üst düzey bürokratların yaşam biçimi halk tarafından kabul görmedi. Halk, Batıcılığa karşı çıkmadı ama içlerine de sindiremedi.

- Bahsettiğiniz Atatürk Batıcılığı, Cumhuriyet balolarında sergilenen bir şey. Ama bu tip Batıcı eğilimlere tepki de oluştu.
- Gelenek yok sayılıyor. Aslında Atatürk, Türk musikisini seviyor, sofrada musiki okunuyor ama belki aydınlar Batıcılığı içine sindiremedikleri için kolaycılığa başvuruyor. Bize uygun bir kültür yerine Batı'da olanları ithal etmekle yetiniyorlar. Modernleşme, demokrasi, giyim kuşam tarzı ithal edilmiş.

- Kitabınızın girişinde de her şeyin taklit olduğunu söylüyorsunuz zaten...
- Her şey taklit. Mesela bugün sosyete düğününde geline kaftan giydirilip kına gecesi yapılıyor. Kaftan sarayda giyiliyor ama kına gecesi Anadolu köylüsünün geleneği. Alaturka sofranın özü çeşitliliktir, evin zenginliğini, bereketini gösterir. Sosyete bugün alaturka davet veriyor ama ortada sosluklar geziniyor, alaturka yemekte sos zaten yemeğin içinde olur. Düğünlerimiz Batılı gibi görünüyor, pasta kesiliyor ama o da bizim adetimiz değil. Protokol oluşturuluyor mesela iki sanayi patronu bir medya patronu çağrılıyor. O kentin en büyük mülki amiri yok, sanat çevresinde seçkin insanı yok. Her şey gösteriş halinde yaşanıyor. Protokoldeki bu adamlar daha sonra vakıf kuruyor, üniversite açıyor, gayet güzel işleyen bir PR düzeni kurulmuş.

ALTTA NIKE ÜSTTE TÜRBAN
- Türban meselesi 1980'li yıllardan sonra ortaya çıktı. Belki de ilk defa bu dönemde "Biz kimiz?" sorusu sorulmaya başlandı?
- Bu soru devamlı vardı. "Biz Batılı mıyız? Kentli miyiz?" gibi. Nike marka ayakkabı giyip türban takılıyor. Davet veriyorlar dışardan catering hizmeti alınıyor, yenilen yemek ne Batı ne de Doğu'ya ait. Belirli bir adap, kültür oluşmayınca sorular da artar.

- Kitabınızda konakta başlayıp apartmanlara sıkışan hayatlardan da bahsediyorsunuz. Sizin kişisel deneyimleriniz yine Türkiye'nin modernleşme deneyimleriyle de paralel.
- Kiralık ev çok eskiden ayıptı, büyük bir konakta yaşanıyordu. Konak hayatının duygusal alanı daha gelişkin. 10 odalı bir evden apartman katına geçerseniz aile ilişkilerinden çevre ilişkilerine kadar her şey değişir. Eskişehir'de yaşarken apartmanda yaşayan birkaç aileden biriydik ama konserve hayatı yaşıyorduk. Apartmana geçince misafir odası icat edildi, televizyon devreye girince televizyon seyredilen oda haline geldi.

- Geldiğimiz nokta neresi?
- Eskiden konakta çalışanların kılık kıyafeti bile farklıydı, konağın çalışanı kendini oraya ait hissederdi. Şimdi evde bir örnek kıyafet giyen, sanki kiliseden çıkmış vaziyette insanlar var ortada. Alaturka mı, alafranga mı, ne olduğu belli olmayan yemekler yeniliyor. Her şey gövde gösterisine dönüşmüş, eskiden konakta evin sahibi misafirlerini kapıdan karşılarmış şimdi bazen ev sahibini görmeniz bile mümkün olmuyor. Zaten kendine ait değer yargısı olmayan burjuva kesim kendi köksüzlüğünü sürdürüp duruyor. Biraz kendimizi tanımamız gerektiğini düşünüyorum.

Gülse Birsel: Bomba bir isim katılıyor


Ekibe bomba bir isim katılıyor

Tatile girmek nasıl bir duygu?
- Tam 40 hafta, hafta sonu tatili bile yapmadım, öyle söyleyeyim... Sadece dizi yerine maç yayını olduğu bir hafta, beş gün Londra'ya gittim. Aralıksız çalışmak çok ağır bir şey. İnsan hiç tatil yapamadığı zaman, sokaktaki herkesi kıskanmaya başlıyor bir süre sonra. Alışveriş yapanlar, kafelerde oturanlar, herkes senden şanslı gibi geliyor sana... Neyse ki tam "Artık kaldırımayacağım," dediğin noktada tatile giriyorsun. Şimdi iki ay tatilimiz var. Tabii bu kadar severek ve eğlenerek yapmadığı bir iş olsa, asla 40 hafta aralıksız çalışamaz insan.

- Genelde uykusuzluğa, böyle ağır tempolara alışık mıdır bünyeniz?
- Doğrusunu söylemek gerekirse, hayatımda tempo düştüğü zaman depresyona yakın bir durum oluyor bende. Hafif depresif bir ruh haline bürünüyorum çünkü 19 yaşımdan beri çalışıyorum. Ben üniversite birinci sınıfta bile sıkıldım, çok rahat geldi üniversite bana. O yüzden de işe girdim ve gazeteciliğe öyle başladım. Ben tembellik yapmayı, evde oturup keyif yapmayı bilmiyorum gerçekten. Ama hiç bu yılki kadar çok çalışmamıştım hayatımda. 90 dakika dizi çekmek delice bir şey gerçekten... Dünyada 40 dakikalık bir sitcom bile yok!

'BİZDEN İYİ KOMEDİ DİZİSİ YOK'
- Peki bu delice işi nasıl beceriyorsunuz? Açıkçası bir ara dizinin temposu düşüyor gibiydi ama sonra tekrar müthiş keyiflendi...
- Doğru, geçen senenin sonlarında oldu öyle bir şey ama bu kadar süre içersinde bunun olması çok normal. Genele bakacaksın, son dört yıldır bizden daha iyi komedi dizisi olmadığı gibi bize yakın iyilikte bir komedi dizisi de yok. Yani, bizim en kötü bölümümüz bile piyasadaki bütün komedi dizilerinden daha iyi.

- İnsanları hep iyiye alıştırdığınız için, her bölüm müthiş eğlendirsin isteniyor sanırım...
- Tabii bizi bizle karşılaştırıyor insanlar. Ama bizim de kendimize göre daha düşük veya yorgun olduğumuz haftalar olabiliyor. Geçen senenin sonunda benim yorulmamın sebebi ise ekip içindeki anlaşmazlıklar, devam edecek miyiz, etmeyecek miyiz kaygıları ve bunların getirdiği bıkkınlıktı. Komedi moralle yapılan bir iş, bir de annem ve babam bir hafta arayla trafik kazası geçirmişti. Kısacası zor bir yıldı benim için. Ama ben belli bir standartı tutturmak için elimden geleni yapıyor, bunu tutturduğuma da inanıyorum.

'ZOR OLAN HİKÂYEYİ KURMAK!'
- Bu yılki ekibin uyumu nasıl? Diziye yansıyan herkesin inanılmaz eğlendiği...
- Biz bu yıl, yepyeni bir diziye başlıyor gibi olduk. Ekip çok uyumlu, herkes birbirini çok seviyor, kulis her zamankinden daha neşeli... Bu reytinglere de yansıdı. Ama en önemlisi ben artık daha tecrübeli bir senarist oldum ve dizi 90 dakikaya uzayınca da iyi kıvırabildim.

- Tek başına mı yazıyorsunuz tüm senaryoyu gerçekten?
- Tek başıma yazıyorum ve birkaç kişi birden nasıl yazılır, hiç canlandıramıyorum kafamda. Birçok dizide öyle yapılıyor aslında. Ama ben yapamam çünkü hikâyeyi ben oluşturuyorum, karakterleri ben biliyor, ben konuşturuyorum... Birinin başladığı bir işi, bir başkası nasıl aynı şekilde devam ettirebilir anlamış değilim. Benim asla tercih etmeyeceğim bir şey ekiple yazma işi.

- Size fikir veren de mi yok hiç?
- Yok. Bir de epey tecrübelendim herhalde, 130 bölüm oldu... Bu işin en zor tarafı hikâyeyi kurmak, gerisi benim için çok kolay. Yazarken espriler geliyor zaten, her karakterin sesini duyuyorum sanki. Size garip gelebilir ama kiminle ilgili bir replik yazacaksam, o karakter sanki repliği kulağıma fısıldıyor. Önemli olan şu benim için; bu hafta ne olacak? Aslı Cem'le küsecek, o yüzden Fatoş'la Tanrıverdi kavga edecek vs. Onu hallettikten sonra, gerisi gerçekten eğlence benim için.

- Tıkandığınızda ne yapıyorsunuz? Ne bileyim dışarı çıkıp bir tur atmak, evde bir aşağı bir yukarı yürümek ya da çok güvendiğiniz birini arayıp "Sence şöyle mi olsa?" demek...
- Konsantrasyonum daha çok akşamları yükseliyor, o yüzden de gece yazıyorum. Bol bol kahve ve çay içiyorum. Düzenli olarak fikrini aldığım kimse yok. Bilgisayarın başına oturduğun zaman, dizi için çalışan o kadar insanın sorumluluğunu aldığını ve milyonların televizyon karşısında bu diziyi beklediğini düşününce, yazacaksın zaten, başka çaren yok. Kendine zarar vermek istemiyorsan da yazabileceğinin en iyisini yazacaksın!

- Elinizi bu kadar büyük bir taşın altına koyduğunuz için zaman zaman, "Ben kendime iyilik mi ediyorum, kötülük mü?" diye düşünüyor musunuz?
- Aslında düşünmüyorum çünkü her şeye rağmen, bu iş benim çok zorlandığım bir iş değil. Hatta itiraf edeyim, bu, hayatımda yaptığım en kolay iş! Ben 19 yaşımdan beri yazarak para kazanıyorum zaten... Gazetecilik sayesinde bu işi başarıyorum.

'Komedi oynayan kadınlara baktığımda, iyi bir yerdeyim'
- Dışarıdan çok yabancı ve uzak gibi duruyorsunuz ama Avrupa Yakası'na bakınca, bir kapıcı ailesinde yaşananları da en az Nişantaşı'nda oturan elit bir ailede olup bitenler kadar iyi bildiğiniz çıkıyor ortaya. Bu hayat bilgisi nereden geliyor?
- Gazeteci olup da çok steril olan bir insan tanımadım ben. Moda dergisinde çalışan üç-beş hanım kız olabilir ama... Zaten İstanbul'da yaşıyorsan, ne kadar steril kalabilirsin ki? Bir de benim avantajım şu oldu; gazeteciyken yüzlerce eve girip çıkıyor, her kesimden farklı insanlarla tanışıyordum. Bu müthiş bir bilgi kaynağı. Mesela bana, "Bu erkek muhabbetlerini nasıl bu kadar iyi yazıyorsun?" diye soruyorlar. Ben iki yıl da erkek dergisi çıkardım. Tamamı erkek bir kadroyla çalışarak erkek kafasına hitap etmeye çalıştım. Erkeklerle bu kadar iç içe yaşayınca neye önem verdiklerini, kadınların neresini beğenip beğenmediklerini, aralarında nasıl muhabbet ettiklerini çok iyi biliyorsun. Bu bir de gözle, bakışla, hayatta nelere önem verdiğinle alakalı bir şey tabii. Ben bir kafede içtiğim kahvenin tadını fark etmem ama karşı köşede oturan adamı fark ederim. Hem görmediği şeyleri de hayal edebilir insan...

- Etrafındakilerle çok sohbet eden, girişken biri olduğunuz söylenebilir mi?
- Yok, pek girişken biri değilimdir, daha çok seyrederim.

- Dizideki oyuncular sizin yazdığınız repliklere birebir uyuyor mu, mesela Burhan? Öyle ki izlerken o kendi kendine doğaçlama yapıyormuş gibi bir hisse kapılıyor insan...
- Evet, öyle zannediliyor ama aslında hepsi benim yazdığım replikler. Yalnızca Engin'in (Günaydın) her bölümde doğaçlama yaptığı bir-iki cümle vardır, o da maksimum. Mesela 'Gerri' onun lafıdır, 'Elly Makbile'yi o bulmuştur... Ben 'şiştim' yazmışımdır, o onu 'sistim' diye söyler. Ama çoğu şeyi onun o anda kafasına göre uydurduğunu düşünmenizin nedeni, Engin'in inanılmaz bir oyuncu olması. Ben onun için, 'Türkiye'de bizim jenerasyonun gördüğü en iyi birkaç erkek oyuncudan biri,' derim rahatlıkla. Teksti alıp sanki kendi o anda bulmuş gibi satabiliyor. Karakteri bu kadar iyi giyen bir oyuncu ben çok az gördüm. Bazen ben bile kontrol etme ihtiyacı duyuyorum çekim sırasında, 'Bunu ben mi yazdım, yoksa Engin mi şimdi uydurdu?' diye. İkincisi, ben Burhan'ı o kadar iyi öğrendim ki tamamen Engin'in ağzına göre yazıyorum.

- Sizin en keyifle yazdığınız ve güldüğünüz karakter kim dizide?
- Ben herkese hayranım, favori bir karakterim yok gerçekten. O günkü hikayeye göre değişiyor güldüklerim. Burhan'a da çok gülüyorum, Sertaç'a da... Sertaç'ın da o kadar yersiz, absürd ve komik replikleri oluyor ki, nereden aklıma geliyor ben de bilmiyorum. Bu arada en az Aslı'nın repliklerine önem veriyorum kendim oynadığım için.

- Oyuncu olarak ilerleme kaydettiğinizi düşünüyor musunuz?
- Tabii, artık şunu rahatlıkla söyleyeyim kendimi izlerken içim rahat. Piyasadaki komedi oynayan kadınlara baktığımda da iyi bir yerdeyim. Ama kendime ilk başta nasıl başrol vermişim inanamıyorum. Tamamen cahil cesaretiymiş!

- Niye heves ettiniz peki oyunculuğa bu kadar?
- E, altı yaşımdan beri hayalimdi oyuncu olmak... Bir de Aslı bana yakın bir karakter, herhalde 'kıvırırım' dedim. Aslında çok korkunç bir durum da olmadı. Asıl işimi zorlaştıran şu; senaryoyu, dekoru, kostümü ve aklınıza gelebilecek tüm detayları düşünmekten bazen oyunculuğun kendisine konsantre olacak vakit kalmıyor. Yönetmen "Kayıt," demeden oyuncu olduğumun farkına varamıyorum.

- Her şeyi kontrol etme ve her şeye hâkim olma hali de var sanırım sizde...
- Evet, her şeyi kontrol deliliği var bende maalesef ama biraz da 'Nasıl olsa Gülse hallediyor,' diye bana kalıyor işler...

'Fatoş ile Tanrıverdi ilişkisi aslında kumardı'
- Gaffur için ne söyleyeceksiniz, onu eleştirildiği için mi biraz geri plana çektiniz?
- Gaffur her şeyiyle çok sivri bir karakter. O yüzden çok dozunda kullanılması gerekiyor. Ben onu daha tehlikeli, daha potansiyel katil yönü olan ve girdiği her ortamı geren bir karakter olarak planladım ve Peker de (Açıkalın) bunu müthiş oynadı. Ama maalesef bu işi hiç bilmeyen kişiler, Gaffur karakteri hakkında isabetsiz yorumlar yaptı. Gaffur, fenomen haline gelince herkes yorum yapma ihtiyacı hissetti. Ama o bıçaksırtı karakteri anlayan anladı ve çok sevdi.

- Fatoş ile Tanrıverdi'nin ilişkisi de bizim toplumumuzda sıcak bakılmayacak bir ilişki aslında. Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
- O ilişki benim için bir kumardı, yazarken büyük bir riski göze aldım. Ben de tepki gelmesini bekledim, 'olgun kadın-genç erkek' ilişkisi öyle kolay benimsenecek bir şey değildi. Ama bilakis çok sahip çıktı seyirci bu ilişkiye. İmkânsız aşklar çok seviliyor, insanlar bir şekilde sempati duyuyor bu birlikteliğe. Beni de şaşırttı gerçekten.

- Dizide çok romantik görünüyor da, sonu var mı bu ilişkinin?
- Neden olmasın? Orta yaşlı güzel bir kadınla genç bir adam evlenemez mi?

- Evlilikten söz açılmışken, dizide Rutkay Aziz'in canlanlandırdığı Bülent Bey'in evliliğe bakışı da çok hoş gerçekten. "Evlilik olmazsa, aşk olur mu?" diyor ya, siz evli biri olarak buna katılır mısınız?
- (Gülüyor) Bülent Bey çok hoş gerçekten, ama tabii ki ben onun gibi düşünmüyorum. O, "Eve dönmeyecek olduktan sonra özgürlüğün ne tadı var?" diyor ve evlilik dışı ilişkilerin tadını çıkarmak için evliliği tercih ediyor! Evliliklerde belli konularda özgürlük elbette olmalı ama bu, ne tür bir özgürlükten bahsettiğimize bağlı. Mesela sevdiğin mesleği yapabilmekle keyiflerinle, mutlu olmakla ilgili özgürlükler elbette olmalı. Ben içerisinde esaret olan bir evliliğe tahammül edemem. Sonuçta hepimiz mutlu olmak için yaşıyoruz, başka bir derdimiz yok ki...

- Siz neler izliyorsunuz televizyonda?
- Avrupa Yakası'nı ve bir-iki bölümüne rastladığım Hatırla Sevgili ve Binbir Gece. İkisi de gayet temiz ve özenli işlerdi bence.

- Siz de sıkı bir melodram yazmak ister misiniz?
- Komedi yapabilen bir insan, niye başka bir tür yapsın ki? Çok ukalalık gibi olacak ama onu yapmak kolay, komedi yapmak zor. Hem kendi içinde bir draması olacak, hem gerçekçi olacak, hem insanlar gülecek... Ama dramada durumların insanları etkilemesi daha kolay. Bir tane aile koyarsın; kız hasta olur, ötekisinin karısı onu aldatır, ortada bir çocuk kaçırılır, falan filan... Yani bir şekilde insanları bağlarsın hikâyeye. Komediyi seçmemin sebebi biraz da hayata bakışla ilgili.

- Avrupa Yakası daha ne kadar devam eder sizce?
- Dizi önümüzdeki sezon da devam edecek ama gerisini gerçekten bilmiyorum. Ama şunu söyleyeyim; ben sıkıldığım anda biter.

- Kafanızda yeni projeler var mı?
- Tabii, kesinlikle bir film yapacağım. İki yıldır oturup yazmak istiyorum zaten.

- Onda da rolünüz olacak mı?
- Bu sefer oynar mıyım, bilmiyorum. Öyle bir ihtiras içinde değilim... Esas olarak yazmak istiyorum ama bana 'cuk' oturan bir rolse, neden olmasın? Ben öncelikle işin iyi olmasını isterim, benim olup olmamam önemli değil. Ama bu büyük ihtimalle bir şehir hikâyesi olacağı için, bana da kıyısından köşesinden bir şey düşer, diye düşünüyorum (gülüyor)... Aslına bakarsanız, asıl yapmak istediğim tiyatro...

- Yakında böyle bir şey olacak mı yoksa?..
- Henüz bir şey yok. Daha doğrusu kafamda bir hikâye var ama henüz oturmuş değil. Avrupa Yakası ekibi olarak bir müzikal- komedi yapmayı hayal ediyoruz. Beni şu anda en çok heyecanlandıran şey bu. Öyle bir şey olsun ki, insanlar üç dört kere izlesin. Gülmekten nefessiz kalacakları bir tiyatro oyunu olsun.

'Ekibe bomba bir isim katılıyor'
- Merak ediyorum, geçen yıl diziden ayrılanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben bir izleyici olarak, açıkçası "Yazık ettiler kendilerine," diyorum...
- Üçü de kendi istekleriyle ayrıldılar; Ata da (Demirer), Bülent de (Polat), Evrim de (Akın)... Üçüne de kalmaları için çok ısrar edildi. Hepsini de çok seviyorum, arkadaşım onlar. Zaten Ata'yla gerçekten kardeş gibi bir ilişkimiz vardı... Keşke gitmeselerdi ama kendi gelecekleri için öyle bir seçim yaptılar, ne diyebilirim ki? Kendilerine göre haklı oldukları sebepleri vardır herhalde... Ama hiçbiriyle aramda ne bir tartışma oldu ne de kavga. Sadece Bülent'in ayrılması biraz ani oldu ve beni üzdü, o kadar.

- Dizide Volkan'ın askerde olması, bende Ata Demirer'in geri dönmesi için açık bir kapı bırakılmış hissi uyandırıyor... Ne dersiniz?
- Asla! üstelik Ata'nın da öyle bir arzusu olduğunu zannetmiyorum. Olsa da artık birlikte yapamayız. Çok sebepten; senaryodan, bütçeden, genel ekibin duygusuyla ilgili sebeplerden... Kapandı artık o iş, öyle bir şey olamaz. Avrupa Yakası'nın yepyeni bir ekibi var ve bu ekip çok daha yüksek bir enerjiyle çalışıyor.

- Diziyle ilgili biraz ipucu sorayım, Sacit'le Zeynep Amerika'da evlenecekler mi?
- Onu biraz sabredip eylülde görün diyeceğim ama her an bir sürpriz yapabilirler!

- Peki yeni isimler katılacak mı kadroya?
- Evet, büyük bomba var!

- Kim?
- Söylesem mi, hadi söyleyeyim... Binnur Kaya!

- Sizin ekibe çok yakışır...
- Bence de. Çok iyi bir oyuncu ve müthiş bir insan gerçekten.

- Hangi rolde olacak peki, Burhan'ın kız kardeşi mi yoksa?
- Hayır. Bambaşka, çok ters köşe bir rolde olacak. Bu kadarını söyleyeyim yeter.

Salı, Temmuz 3

Kenan Erçetingöz: Sezen Aksu


'100 metre için tekneye 100 dolar veriyorlar'

Kurduğu internet sitesinde, bizi magazin dünyasının ve gece âleminin her türlü detayından haberdar eden Kenan Erçetingöz, etrafa para saçan 'yeni zenginlerin' onu çok şaşırttığını söylüyor: "Çevresine hava satmaya meraklı çok insan var." Erçetingöz'le gece hayatında olup bitenleri ve tabii ki ünlüleri konuştuk..

- Siz sürekli geziyorsunuz, gece hayatında sizi en çok şaşırtan, "Pes," dedirten şey ne?
- Küçük kızlar... Yaşları 17'yi geçmiyor. Ben onlara 'küçük hanımefendiler' diyorum. Ben bunlarla konuşuyorum, işletmecileri de uyarıyorum. Hatta Türkbükü'nde jandarmayı bile alıp mekâna götürdüm, küçük kızlar nasıl içki içiyor diye. Ama "Bizim yetkimiz yok," dediler. Kim yetkili, kim yetkisiz belli değil. Ailelerini ise hiç anlamıyorum, nasıl bırakıyorlar bu küçücük kızları?

- O gece kıyafetleri ve pür makyajla sokağa çıktıklarını görüyorlardır herhalde...
- Onu görmüyor olabilirler çünkü kimileri tuvaletlerde kıyafet değiştiriyor. Ama ben bu çocukların anne babalarının da çapkın olduklarını düşünüyorum. Herkes kendi hayatını yaşıyor. Ya da çoğu ayrı çiftler ve çocuklarının nerede olduklarından haberleri yok. "Nerdesin kızım?" "Falanca yerdeyim..." İnsan bir gelip bakmaz mı, nasıl bir yer burası, kızım kimle diye? Zaten görse ya intihar eder o baba ya da kızını bir daha asla bırakmaz. O tip annelerin babaların da sevgilileri var ve çocuklar bu ortamda istedikleri gibi at koşturuyor, çok büyük yalanlar söylüyor...

- Gece isim yapmış bir mekânda yemek yiyip eğlendikten sonra, hep şu duyguyu taşıyor insan "Acayip kazıklandık!" Gerçekten kazıklanıyor muyuz, yoksa onlar hak ettiklerini alıyorlar da biz mi yanılıyoruz?
- Bilinçli müşteri olacaksınız, gecce.com'u okursanız kazıklanmazsınız! Şöyle; iyi mekânda gidip en ön masalardan birine oturur, şişe açtırırsanız her şey değişir... Mesela çoğu zaman etrafa hava atmak için deniz kenarındaki ön masaya oturulur, masada "Ne kadar pahalı olabilir ki?" dedikleri bir şişe içki vardır. O, 600 YTL'lik bir şeydir, devamı da aynı şişeden gelir ve yemekle de hesap olur 2 bin YTL... O yüzden en güzeli normal bir masa ve kadeh içki almaktır Reina, Sortie vb. yerlerde. Balıkçılar da kelle başıdır. Yani altı kişi geldiniz diyelim, iki kişi balık yemez ama hesap altı kişi yemiş gibi gelir. Onun için en iyisi karnınız toksa da balık yiyin. Bir de gittiğiniz yerde mutlaka mönü isteyeceksiniz ve fiyatları kontrol edeceksiniz.

- Bir de araba getiren valelere verilen servetler var. Gerçekten 100 dolar veren oluyor mu park parası diye?
- Elbette, her şey 100 dolar. Reina'dan Sortie'ye tekneye binip 100 dolar ödüyorlar! 100 metrelik mesafeyi yürümemek, dahası hava atmak için kıyıdan tekneyle yan tarafa geçip bu parayı veren çok var gecelerde!

- Gece hayatının müdavimleri siteniz gecce.com'u delice takip ediyor. Bir magazin sitesinin bu kadar tutmasını nasıl açıklıyorsunuz?
- İnternette çok daha hızlısınız, anında haberi aktarabiliyorsunuz. Hiç unutmam Ender Mermerci yeni sevgilisiyle Reina'da oturuyor, biz de bunu hemen verdik. Kızı Amerika'dan telefonla arıyor "Anne yanındaki beyaz takım elbiseli adam kim?" diyor. Ender Hanım, "Nereden biliyorsun?" deyince, "E anne, gecce.com haberlerinde hepsi yazıyor şu an," diyor! Bir de bizim sırrımız detayda saklı. Çok iyi muhabirlerimiz ve editörlerimiz var. Buna ek olarak, bize dışarıdan haber aktaran 'ajanlarımız' da var tabii. Gazete sayfasında veremediğiniz tüm detayları, internette yazabiliyorsunuz. Örneğin, "Saat 19.35. Şu an bilmem kim, karşısında şu isimle kırmızı şarabını yudumluyor," diye. Zaten bütün polisler, cemiyet hayatının önde gelen işadamları ve onların hanımları bizi dakika dakika takip ediyor. 'Kim nerede, ne yapıyor?' diye. İnsanlar magazin dünyasında ve gece hayatında neler olup bittiğini çok merak ediyor gerçekten.

- Peki böyle bir sitenin sahibi olmak, birçok şeye yön verebilecek büyük bir gücünüz olduğu anlamına gelir mi?
- Aynen! Hatta geçmişe göre gücüm daha da arttı çünkü internet sitemde özgürüm. Eskiden gazetede ya da televizyonda olduğu gibi patronun eşi beni arayıp, "Biz Sezen Hanım'la (Aksu) yatta şu an beraberiz. Onunla ilgili bir daha böyle haber yapmayalım," diyemiyor. Bir de ben sürekli geziyorum, gittiğim yerleri eksikleri varsa eleştiriyorum.

Sezen Aksu istediği haberi yaptırıyor istemediğini yaptırmıyor
- Bir dönem herkes korkardı sizden. Magazinin en tepedeki ismi ve açığını bulduğunda ünlüleri acımasızca köşeye sıkıştıran biriydiniz...
- Acımasız demeyelim de, doğru olanı yazan diyelim! Bizim eleştirdiğimiz normal vatandaş değil ki, sanatçılar. "Bizim özel yaşantımız yok mu? Ben balkonum da güneşlenemez miyim?" diyorlar... Ama onlar sıradan insanlar değil, bunu anlamıyorlar.

- Gazetenin magazin müdürüyken bir gün SABAH'la yollarınız ayrıldı. Merak ediyorum, mesleğin zirvesinde ve bu kadar etkiliyken birdenbire işsiz kalmak sizi nasıl etkiledi? O dönemi nasıl atlattınız?
- Ben o müesseye çok emek vermiştim, yeri geldiğinde gazetede yatıyordum. Ayrılınca tabii ki çok üzüldüm ama her olay bir tecrübedir. Çok şey yaşayıp öğrendim bu meslekte. Bunu da bir tecrübe olarak görüp ders çıkardım kendime. 'Demek ki bu da olabilirmiş. Yerimize başkaları gelebilir, biz başka işler yapabiliriz... Ama hayat devam ediyor,' diye. Şimdi geçmişe ve o üzüldüğüm günlere bakınca, şükrediyorum. Çünkü o gün ayrılmasaydım, bugün kendi işimin patronu olamayacaktım.

- Zaman zaman kayırdığınız kimse olmuyor mu?
- Kayırma derken, doğru sanatçılara doğru haberler yaparız. Ama biraz önce dediğim gibi çok havalı ve kendini bu dünyanın kralı sananlara, bu dünyanın kralı olamayacağını göstermek için de yaptığı tüm şımarıklıkları, ukalalıkları da birebir yansıtırız. Ama elbette sanatçıların bazı haberlerini görmeyiz, bu bizim inisiyatifimizde.

- Magazin basınıyla en iyi başa çıkanlar kimler?
- Bunların başında Gülben Ergen gelir, çok beceriklidir bu konuda.

- Nasıl beceriyor bunu?
- Doğru insanlarla, doğru şekilde temas kurar. Saygısızlık yapmaz. Mesaj bırakırsınız hemen döner. Bir magazin müdürü ya da programının başındaysanız, sizin için en önemli şey bir ünlüye direkt ulaşmaktır çünkü. Ulaşamazsanız ikinci şahıslardan, menajerlerden duyduklarınızla haber yapıyorsunuz. Kimi zaman da duyduklarınız doğru olmuyor, menajerler sizi yanlış anlıyor. Zaten bizdeki menajerlik sistemi de bir âlem. Şımarıklık yapıp dünya starlarının menajeriymiş gibi "Sorularınızı alayım," falan yapıyorlar.

- Siz mesaj bıraktığınız halde dönmeyende mi var?
- Mesela Hülya Avşar, ama o bambaşka bu camiada. Bunları aştığını sanıyor, Sezen Aksu gibi olmak istiyor ama arada bocalıyor şu an. Hem muhatap almak istemiyor, hem aşağıda kalmamak...

- "Sezen Aksu gibi olmak istiyor," derken Sezen Aksu'nun nesi var?
- Sezen Aksu bambaşka bir kategoride. Müritlerin müriti oldu, kendi camiası var artık. Görüntü vermek istemeyebilir, kendi ruh halini saklamak isteyebilir, bunu da anlıyorum. Dünyanın her yerinde belli bir yere gelene kadar insanlar basını kullanır, sonra araya perdeler koyar. Anlaşılır bir şey bu... Ben Ajda Pekkan'ı çok seviyorum. Bu camiadaki en iyi yürekli kadın olduğuna inanıyorum. Sezen Aksu bile 'Sezen Aksu' olmak için Ajda Pekkan'ı örnek almıştır. Ama Ajda Hanım bu politikaları tam yapamadığı için, bence hak ettiği yerde olmadı hiçbir zaman. Çok daha iyi konumlarda olabilirdi.

- Siz Sezen Aksu'nun çok politik olduğunu mu düşünüyorsunuz?
- Tabii, bu işi çok çok iyi beceriyor.

- İstediği zaman istediği haberi yaptırabilme gücü var deniyor, öyle mi gerçekten?
- Aynen öyle çünkü şu anki yayın yönetmenleriyle hep geçmişten tanışıklığı var... Her sanatçı kendi kategorisine göre biriyle muhatap olur. Eskiden en önemli şey muhabirlikti çok havalıydık... Ama şimdi öyle değil.

'Hülya Avşar hata yapıyor'
- Türkiye'de ünlülere baktığınızda ne düşünüyorsunuz?
- Sanatçılar çok havalı bizim ülkemizde, burunlarından kıl aldırmıyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok gerçekten.

- Ünlüler zaman zaman magazincilerden yaka silker, "Bıktım, peşimi bırakın," der... Ne kadarı samimidir bu sözlerin?
- Sanat dünyası bambaşka bir dünyadır. Bu dünyaya girdiğin zaman çıkman mümkün değildir çünkü çıkarsan bunalıma girersin. Haberinizin çıkmamasını bırakın, telefonunuz çalmazsa bile bunalıma girersiniz. Kimse kimseyi kandırmasın. "Ay haberim çıkmasın, istemiyorum," diyen Hülya Avşar dahil buna. Niye Hülya Avşar'ın adını veriyorum hep? Çünkü o gerçekten en güzel örnek hepsi için. Hata yapıyor ama bunu kabul ettiğini göstermek istemiyor, ben biliyorum. Tenis oynarken çekilen görüntüleri mesela... Sen onu giyiyorsan elbette ki çekilecek. "Alttan çekmişler," diyor, nereden çekeceklerdi? Bir şekilde gündeme gelmenin yolları bunlar, o anda haber olmak istiyor. Dünyanın her yerinde böyle yapar sanatçılar.

'Kerem Alışık 'Lütfen haber yapmayın' dedi, aynı gece yine Nazan Şoray'a gitti'

- "Bazı haberleri görmezden geliriz," dediniz. Burada kriter ne, mesela yuva yıkacak şeyler falan mı?
- Zamanında benden öcü gibi kaçıştıkları, yani Şamdan'ı yaptığımız dönemde büyük bir rekabet vardı basında. Bizim için kapağımız da çok önemliydi. Ama her şeye rağmen bize gelip doğruyu anlattıkları için geri verdiğimiz çok film makarası olmuştur. Buna Kaya Çilingiroğlu da dahildir, ne çapkınlıklarını yakalamışızdır... Ama biz bazı haberler yüzünden 'yuva yıkan' olarak suçlandık yine de, oysa işin aslını ben biliyorum.

- Mesela aklınızda kalan en çarpıcı çapkınlık hikâyesi hangisi?
- Hiç unutmam, Kerem Alışık'ı Sibel Turnagöl'le evliyken, Nazan Şoray'la birlikte yakalamıştık. Biz bundan dolayı da suçlandık... Onu çektiğimizin ertesi günü Kerem geldi, karşımda oturdu alnından terler akarak, "Ben evliyim, bir eşeklik yaptım, yuvam yıkılır bu haberi girerseniz. Lütfen, rica ediyorum," dedi. O benim kapak haberimdi, çok da önemliydi yani. Ben aslında işimde babamı bile tanımam, bize öyle öğretildi çünkü. Ama dedim ki, "Peki al bu resimleri, evine dön mutlu ol. Ben başka bir haber bulurum." Ama o akşam yine Nazan Şoray'ın evinin oraya bir muhabir gönderdim, bakalım gidecek mi diye...

- Gitti tabii ki, değil mi?
- Gitmez olur mu... Halbuki biz yakalandığı fotoğrafları kendisine vermiştik! Aynen devam edince ben de haberi yaptım. Tabii insanlar bunları bilmiyor ve 'yuva yıkan' biz oluyoruz. Gece hayatında da aynı şey, gece kulüplerine gencecik kızlar geliyor ama basın yazıp yayınlayınca, kötü örnek oluyor... Anlamıyorum, biz yazmasak gelmeyecekler mi? Ben özellikle yazıyorum, aileleri uyarmak için.

24 saat boyunca canlı yayın magazin

- gecce. com'u kurmak ve internet işine girmek nereden geldi aklınıza? Ne de olsa internet o dönem, bu kadar hayatımızın merkezinde değildi...
- Açıkçası buna vesile olan eşimdir. Ben hiç anlamazdım ama o hep internete girip Londra'daki gece kulüplerini takip ediyordu. Daha sonra sevgili Ufuk Güldemir, daha yayına sokmadan bir gün bana laptop'uyla Habertürk'ü göstermiş, "Sen de bunun magazin tarzını yap," demişti. gecce.com'un tasarımlarını da beraber yaptık onunla, bana çok yardımcı oldu. Biz zaman içinde siteyi çok geliştirdik, detaylandırdık, hatta kısa süre önce gecce yaz rehberi 2007 adlı bir rehber kitap çıkardık. Burada İstanbul'un tüm restoran ve eğlence yerlerini; nasıl bir mekân olduğundan tutun yemeklerine, valesinden tekne servisine veya sigara içilmeyen bölümü olup olmadığına kadar her şeyiyle detaylandırıyoruz. Aslına bakarsanız deli işi ama gurmeler ve turzimcilerden oluşan bir kurulla her yeri tek tek gidip, denedik.

- Magazin ve gece alemine ilgi duyanlara daha başka hizmetler sunmayı düşünüyor musunuz?
- Gecce TV diye bir magazin kanalı kuracağım. 24 saat yayın yapacağız, örneğin Reina'dan canlı yayınlanacak gece boyunca her şey.

Erçetingöz'ün 'En'leri
En zeki: Hülya Avşar - Petek Dinçöz
En donanımlı: Sezen Aksu - Candan Erçetin
En güvenilir: Türkan Şoray - İbrahim Tatlıses
En dost: Ajda Pekkan - Mehmet Ali Erbil
En 'yanar döner': Ebru Gündeş - Bülent Ersoy
En işini bilir: Gülben Ergen - Seda Sayan
En 'iyi aile çocuğu': Beyazıt Öztürk
En 'sokak çocuğu': Alişan- Özcan Deniz
En yakışıklı: Kadir İnanır - Tamer Karadağlı
En çapkın: Cem Yılmaz - Gülşen