Pazartesi, Eylül 24
Nurgül Yeşilçay :5 bin lira vermem
Bir elbise için 5 bin lira vermem..
Cannes’a giden ve giydiği kıyafetlerle gündemi meşgul eden Nurgül Yeşilçay, Haftasonu dergisine konuştu.
"Yaşamın Kıyısında" filmiyle iki ay önce Cannes’a giden, ama bu büyük sıçrayıştan çok orada giydiği kıyafetlerle gündemi meşgul eden Nurgül Yeşilçay, Haftasonu dergisine konuştu. Giyime kuşama kafayı takıp, bunun için servet harcayanları eleştiren ünlü oyuncu “Başkaları beğenmemiş olabilir ama ben o kıyafetleri beğendim. Öyle 100 çift ayakkabısı olanlardan, yok efendim gardırobunu yenilemeye Paris’e gidenlerden değilim ben. İsrafa karşıyım. Bir elbiseye 5 bin YTL asla vermem" dedi.
Rol aldığınız "Ezo Gelin" dizisi İstanbul’a geldi. Galiba Ezo Gelin’i oldukça zor günler bekliyor...
- Evet, bekliyor. Senaryoyu tam olarak bilmiyorum ama görünen o...
Sinemaya adım atmadan önce siz de bu tip zorluklar çektiniz mi?
- Ben konservatuvar bitirdim ve hiçbir zaman bu kadar zorluk çekmedim. Ama tabii ki hayatın kendisi zor. İyi bir oyuncu olmak için çok çabaladım.
Dizide Gaziantep faslı kapandı. Bundan sonra neler olacak?
- İstanbul zorlu... Ezo bir şekilde ev buldu, sonra iş bulacak. Bir otel sahibine aşık olacak ama onun bir manken sevgilisi var ve onunla mücadeleye girişecek.
Gaziantep’te geçen günleriniz için neler söyleyeceksiniz?
- Gaziantep, gelişmiş ekonomisi olan, çok güzel bir kent... Bizim çalıştığımız köy de çok güzeldi. Ben onları çok sevdim, onlar da beni ve tüm ekibi... Uzun bir süre kaldık o köyde. Zaman zaman onlarla birlikte oturduk, bizi evlerine davet ettiler. Yemekleri harika. Biraz daha kalsam kesin kilo alırdım. Kadınlarla aramızda sıcak bir bağ kuruldu. Telefonlarımı verdim, onlarınkini aldım. Daha şimdiden beni özlemişler, arıyorlar, konuşuyoruz.
Gaziantep’te yemeklerin çok iyi olduğunu söylediniz. Siz yemek yapmasını sever misiniz?
- Tabii ki severim, ama bu kadar güzel yemek yapmayı bilmiyordum. Şimdi onlardan öğrendiğim yemekleri yapıyorum evde. Ama yağlı oldukları için fazla da kaçırmamaya çalışıyorum. Örneğin, güveç yapmayı öğrendim onlardan. Benim kadar Cem de bayılıyor yeni yemeklerime...
Köyde kadınlarla yemekten başka neler konuşuyordunuz? Mesela kuma olan ya da kuması olan kadınlara bunun ne kadar yanlış bir şey olduğunu anlatma yoluna gittiniz mi?
- Tabii ki söyledim ama onlar kendi hayatlarını seviyorlar. Hepsi de mutlu. Öyle çok çocuk sahibi olan kişiler değiller. İkinci kadın olmayı kabullenerek, isteyerek gitmişler. Hepsi altına meraklı, kolları, boyunları altınla dolu. Düğünlerde bir geline altın kemer takılmadı mı çok ayıplıyorlar, ama gönülleri de çok zengin insanlar.
"Ezo Gelin"in setinde kardeşiniz Tuğtekin Yeşilçay da var. Cem Özer’in kızı Cemre oyuncu olmuş, o da dizide. Aile dizide nasıl toplandı?
- Kardeşim yıllardır kamera arkasında... Yönetmenimiz Yasemin Türkmenli ile birlikte çalışıyor. Cem’in kızı da dizide oyuncu olarak başladı. Şimdilik oyunculuğun ucundan tuttu, bakalım... Bir süre mutlaka benimle çalışacak.
Oğlunuz Osman Nejat’ın oyuncu olmasını ister misiniz?
- Daha çok küçük. İleride kendi karar verecek ama oyuncu olmasını isterdim. Babasının düşüncelerini bilmiyorum tabii.
Cem Özer’le sürekli ayrıldınız, ayrılacaksınız türünden dedikodular çıkıyor. Nedir bu meselenin esası?
- Öyle bir şey yok. Cem’i seviyorum. Bu tür dedikodular nereden çıkıyor bilmiyorum ama önemsemiyorum.
Cannes Film Festivali’nde giydiğiniz kıyafetler, özellikle ayakkabılarınız çok eleştirildi. Kıyafetlerinizi kim hazırlıyor?
- Modacı Arzu Kaprol hazırladı. Başkaları beğenmemiş olabilir ama ben o kıyafetleri beğendim. Ben öyle 100 çift ayakkabısı olanlardan, yok efendim gardırobunu yenilemeye Paris’e gidenlerden değilim. İsrafa karşıyım. Hava olsun diye Dolce&Gabbana giymem. Bir elbiseye 5 bin lira asla vermem!
Lezbiyen bir kadını oynamadım
Fatih Akın’ın Cannes’da ödül de alan filmi "Yaşamın Kıyısında"da bir lezbiyeni oynadınız. Bu tür projeler gelirse yine oynar mısınız?
- O filmde bir lezbiyeni oynamadım. Başına türlü olaylar gelen, zorluk içindeki bir kadını oynadım ama gazeteler işe hep diğer yönünden baktı. Yeni projelere gelince... Ben oyuncuyum. İnandığım, iyi bir senaryo gelirse her rolün hakkını veririm.
Ayşe Egesoy: Cilveli baktığım
Ayşe Egesoy, TRT dönemindeki 17 yılını ardından özel kanal serüvenini Kelebek'e anlattı.
Cilveli baktığım için çok ceza aldım..
Araştırmacı yazar Abdurrahman Şen tarafından kaleme alınan hayat hikayesinde birçok sanatçıyla ortak anılarına yer veren devlet ve protokol sunucusu unvanlı Ayşe Egesoy, TRT dönemindeki 17 yılını ardından özel kanal serüvenini Kelebek’e anlattı. Egesoy, "TRT sunucusuyken ’Cilve yapıyorsun’ diye kınama cezası bile aldım" dedi.
Yılların deneyimli bir sunucusu olarak uzun süredir bir kitap hazırlığı içindesiniz. Bu kitapta çok ünlü isimler var sanırım. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
- Evet, kitap serüvenim bir yıl önce başladı. Gazeteci yazar ve araştırmacı Abdurrahman Şen, 1,5 yıl önce, "Ayşe Hanım sizin yaşamınızı kaleme almak istiyorum. Nehir söyleşileri tarzında..." dedi. Ben de kabul ettim. Kitap, TRT döneminden bugüne gelen bir akış içinde ve yarı belgesel niteliğinde olacak. Ayrıca Türkiye’deki sahici sanatçılarla ortak anılarım yer alacak kitapta.
Sahici sanatçılar derken?
- Evet özellikle çiziyorum altını. Ben bir Zeki Müren, bir Hamiyet Yüceses zamanını yakaladım ve o insanlarla çalıştım. Paylaştığım çok anılarım var. Nigar Uluerer, Emel Sayın, Adnan Şenses, Muazzez Abacı ve daha birçok sanatçının anıları mevcut bende.
Meslekte kaçıncı yılınız?
- 25 yıl oldu. Gümüş yıl. (Gülüyor)
O zaman kitabınızla bir tanıtım partisi ve 25’inci yıl kutlaması da yaparsınız...
- Evet, bunu düşünüyorum. Yeni bir şiir albümü de hazırlıyorum. Kasım ayı gibi, kitapla paralel çıkmasını arzu ediyorum. Ünlü şairlerin çok bilinen güzel şiirlerini okuyacağım.
25 yıl öncesine geri dönersek, neden bir genç kız o dönemler, üstelik sunucu olma hayalleriyle yola çıkar, merak ediyorum. Nasıl başladınız?
- Benim ailem yedi göbek İstanbullu. Babam askerdir. Biz çok temiz bir Türkçe’yle büyüdük evde. Ben dilimize sahip çıkma misyonunu çocuk yaşlardan beri üstlenen bir insanım. Koleji bitirince iş bulamadım Ankara’da. TRT’ye başvurdum daktilograf olarak. İki yıl çalıştım sonra bir sınav yaptılar, ilk ve son kez lise mezunları için sunuculuk sınavıydı bu. 3 bin 500 kişi içinden 15 kişi kazandık. Benim serüvenim böyle başladı.
TRT döneminiz ne kadar sürdü?
- 17 yıl TRT 1 kanalında aralıksız devam ettim.
Aralıksız program sunmak büyük başarı... Sırrı neydi bunun?
- Bir kere işimi iyi yaptım, ekrana çok yakışan bir kadınım ben, mütevazılık gösteremem, çok iyi bir Türkçem var. İşin önemli tarafı ekrandan seyirciye gönderdiğim müthiş bir pozitif elektriğim var.
TRT sonrasında özel kanal serüveniniz oldu değil mi?
- Evet, Türkiye’nin ilk özel televizyon kanalı Star açıldı. Ekibimle birlikte oraya transfer olduk.
TRT’nin devlet kanalı olmasıyla birlikte kuralları olan bir tarzdan özel kanal rahatlığına geçmeniz sizi nasıl etkiledi?
- Rahatlık benim için olmadı. Ben devletin gücünü arkamda hissetmekten keyif alan biriyimdir. Kuralların getirdiği emniyet hissi beni rahatlatıyordu. Özel kanala geçtiğim anda bana "İstediğin gibi giyinebilir, konuşabilir, istediğin takıları takabilir, konukları çağırabilirsin" dediler. TRT’de ise biraz fazla güldüm diye iki maaş ikramiyemi kestiler. Muazzez Abacı konserini sunarken diz kapağımın altına kadar yırtmaçlı kostüm giydim diye bir maaşım kesildi. Şiir okurken, "Sen pek gözünü süzüyorsun, cilve yapıyorsun" diyerek kınama cezası verdiler.
Ama bunlara rağmen TRT’den özel televizyona geçtiğinizde rahat hissetmediniz öyle mi?
- Evet sıkıntı çektim çünkü kendimi boşlukta hissedip korktum. Bir yere gittiğim zaman özel televizyonun personeli olarak gidiyordum. Devletin sağladığı görkemli manevi değer kaybolmuş oluyordu.
Devlet sunucusu unvanınız var değil mi?
- Evet devlet ve protokol sunucusuyum ben. İlk kez ben aldım bu unvanı. Rahmetli Turgut Özal zamanında verildi bana bu titr. Bütün devlet protokolünün gecelerini, etkinliklerini ben sundum ve devam ediyorum hálá. Ayrıca 42 basın ödülü, pek çok plaket ve mansiyon sahibiyim.
Sanatçılarla ilgili bir anınızı anlatabilir misiniz?
- TRT yıllarımda arabesk müzik sanatçılarını programa alamıyorduk, yasaktı. Star televizyonuna geçtiğimizde halkın çok sevdiği bu sanatçılardan birini konuk ettik. Kibariye canlı yayın konuğum oldu. Yine TRT formatıyla "Hoş geldiniz Kibariye Hanım" dedim. Kibariye bir anda "Ayy kız ben sana hastayım" dedi. Şaşırdım, "Teşekkür ederim efendim" dedim. Ardından yetmiyormuş gibi omuzumdan itti beni "Kız benim kocam da hasta sana" dedi. Ben acıklı acıklı bakakalmışım. Unutmuyorum yayın bitti telefonlar kilitlendi: "Bir sunucuyu bir sanatçı nasıl elle iter kakar" diye. Sevgi göstergesi de olsa seyirci de alışkın değildi tabii.
Şimdikilere sunucu derseniz, ayıp edersiniz
Genç sunucular arasında beğendikleriniz var mı?
- Sunucu mu?.. Bakın ben eğitmenlik yapıyorum. Sadri Alışık Kültür Merkezi’nde, özel üniversitelerde... Ve birçok öğrencim var. Düşünüyorum da bizim öğrencilerimiz, mezun olanlar, televizyonda değil. Almıyorlar eğitimli olanları... Bu ne kadar acı bir şey... Açıkçası "sunucu" derseniz şimdikilere bizlere ayıp etmiş olursunuz. Ben çok keyif alıyorum, eğleniyorum izlerken ama onlar şov kızı, şovmen gibi geliyor bana, sunucu değil ne yazık ki!
Eylül Deniz: Arabasını Parçaladım
Aldattığını öğrenince arabasını parçaladım..
Evlendikten üç ay sonra aldatıldığı için eşinden boşandığını belirten Deniz, "Göksel maneviyatı sarsacak bir şey yaptı. Çok çirkin bir şekilde beni aldattı. Bunu duyunca da evden çıkıp gittim. Göksel hep inkar etti. Ama aradan üç ay geçtikten sonra itiraf ederek 'Keşke kolumu kesselerdi ve ben bunu yapmasaydım' dedi. Büyük bir şoktu benim için" diye konuştu.
Eylül Deniz’i tanıyarak başlayalım...
- 1982 Antalya doğumluyum. İki kardeşiz. Baba tarafım Giritli, anne tarafım Yörük.
"Gardner Diamond Sendromu" denilen bir rahatsızlığınız olduğunu duydum. Doğru mu?
- Evet... Bu bir kan hastalığı... Kan hücreleri parçalanıyor ve vücudun her bölgesinde kanama oluyor. Lise hazırlık okurken durduk yere vücudumda morarmalar başladı. Bununla beraber çok ciddi eklem ağrılarım oldu. Önceleri kan kanserinden şüphelenildi. Bir yılın sonunda teşhis kondu. İki yılım hastanede geçti.
İki yıl hastanede mi yattınız?
- Evet, çünkü ne zaman, ne olacağı bilinmiyordu. Kanamaları çok ağır geçirdiğim dönemlerde kalbimde ritim bozukluğu başladı ve nefes almakta zorluk çektim. Uzun süre oksijen maskesiyle yaşadım. Dolayısıyla dışarıda hayatımı sürdüremiyordum. Liseyi dışarıdan bitirdim.
Şimdi tamamen iyileştiniz mi?
- Hayır. Ama teşhis konulduktan sonra biraz daha rahatladım. Kanamayı önlemek için sürekli ilaç kullanıyorum. Ani ruhsal değişimler yaşamamaya da özen gösteriyorum. Çünkü çok mutlu ya da üzüntülü olduğunuzda da vücudunuzda kanamalar olabiliyor.
Peki liseyi bitirdikten sonra ne yapmaya başladınız?
- Antalya ETV’de kültür ve sanat programı hazırlayıp sunmaya başladım. Bu arada "Sınır" filminden başrol teklifi geldi. 17 yaşında ilk sinema filmimi çektim. Sonra da evlendim zaten...
Evlendiniz mi?
- Evet. "Sınır" filminin çekimleri için İstanbul’a gelmiştim. İstiklal Caddesi’nde bir restoranda yemek yerken ilk eşimle tanıştım. Meğer o restoranın sahibiymiş. İlk aşkımdı. Evlendik. Fakat bu mutluluk 1.5 yıl sürdü.
Neden?
- Hayata birilerinin eşi ve çocuğunun annesi olarak gelmediğimi hissettim. Eşim film çekmeme izin vermiyordu. İlişkimizin çirkinleşmeye başladığını hissedince de bitirmek istedim ve 2000 yılında boşandık.
Sonra ne yaptınız?
- 1.5 yıl İstanbul’da tek başıma yaşadım, bu arada "Pera Masalı" adlı ilk şiir kitabımı çıkardım. Derken "Zerda" dizisinden teklif geldi. Çok geçmeden de ikinci eşim Göksel Sunter’le tanıştım.
Göksel Bey’le nasıl tanıştınız?
- İlk kitabımı yeni çıkarmıştım. Kutlamak için kuzenimle beraber Ortaköy’e yemeğe gittik. Yemekte birinin gözlerini dikip bana baktığını fark ettim. Bir süre sonra bu bakışlardan rahatsız oldum ve apar topar restorandan kalktık. Ortaköy caddelerinde yürürken Göksel de arkamızdan geldi. Hızlı hızlı yürüyerek arabamızın olduğu otoparka gittik. Arabama bindim, bir anda sağ camda Göksel belirdi ve bana "38 yaşındayım. Hayatımın hiçbir döneminde, hiçbir kadının peşinden bu şekilde gitmedim. Gözlerinizi gördüğüm zaman tuhaf bir şey hissettim ve bunu kaçırmak istemedim" dedi. Sonra kartını vererek otoparktan uzaklaştı.
Hoşunuza da gitti tabii...
- Gitmez mi! Ama aklımın ucundan onu aramak, buluşmak geçmemişti.
Aradınız mı peki?
- Aramadım. Bu olayın üzerinden iki ay geçtikten sonra kız arkadaşlarımla Çiçek Pasajı’na yemeğe gittik. Bu arada Göksel benim şiir kitabı çıkardığımı öğrenmiş. Kitabın içinde yazan mail adresine de sürekli mesajlar atıyordu. Bense bu mesajları yanıtsız bırakıyordum. Çiçek Pasajı’nda olduğumuz gece, Göksel’in verdiği kartı bulup durur duruken cep telefonuna "Kitabımı beğendim mi?" diye mesaj attım.
Nasıl bir yanıt geldi?
- Hemen aradı ve 10 dakika içinde Çiçek Pasajı’na geldi. O gece oradan el ele çıktık. Sonra Göksel, Ortaköy’deki kendi mekanı olan Şarap Evi’ni açtırdı. Sabahın 04.00’ünde, yağmurun altında dans ettik.
Çok romantik bir başlangıç...
- Ama ertesi gün ona, kendisiyle bir ilişkiye başlamak istemediğime dair mesaj gönderdim. Ondan "Eylül geçti sanmıştım yazla kış arasında. Nereden bilirdim gelip beni bulacak, yüreğimden vuracak, ekimin ortasında" şeklinde bir yanıt geldi ve aynı gün Üsküdar’daki evime geldi. Beni aldı, saatlerce dolaşıp konuştuk. O gün beraberliğimiz başladı. Evlilik de dahil 5 yıl birlikte olduk.
İyi ama üç ay sonra boşandınız... Neden?
- Çünkü aldatıldığımı öğrendim ve o an boşanmaya karar verdim.
Sizi aldattığını nasıl öğrendiniz?
- Söylediler.
Nasıl emin oldunuz ki?
- Bunu asla söylemeyeceğim. Göksel çok çirkin bir şekilde beni aldattı. Bunu duyunca evden çıkıp gittim. Göksel hep inkar etti. Ama aradan üç ay geçtikten sonra "Keşke kolumu kesselerdi ve ben bunu yapmasaydım" dedi. Büyük bir şoktu.
Nasıl bir evlilikti sizinki?
- Çok tutkulu bir ilişki yaşadık. İnişleri, çıkışları olan bir ilişkiydi...
Hiç şiddet uyguladı mı Göksel Bey size?
- Hayır. Ama biz şiddetli ve tutkulu bir ilişki yaşadık. Mesela beni aldattığını öğrendiğim gün sinirimden arabasını parçalamıştım. Hırsımı Göksel’den de alabilirdim ki aldığım zamanlar da olmuştur yani.
Adamı dövdünüz mü?
- Yok canım... Bağırıp, çağırıyordum. Sözlerimle incitiyordum onu.
Peki... Aldatıldığınızı öğrendiniz, araba parçaladınız falan, sonra ne oldu?
- Göksel boşanmak istemedi ama boşandık. Sonrasında ona dönmem için çok jestler yaptı. Mesela koluna kocaman "Benim Eylül’üm" diye dövme yaptırdı. Ama dünya tersine dönse, yine ona dönmeyeceğim.
Oysa bana yeniden barışacaksınız gibi geliyor...
- Kırgınlığım geçse çoktan dönerdim ama geçmiyor. Göksel barışmak için mücadele ediyor, ama ben kırgınım... Hayatıma kimse sokmadım, çünkü karşıma buna değecek biri çıkmadı. Karşıma çıkacak adamın hem bana hem de Göksel’e karşı çok sağlam durması gerek. Çünkü Göksel, ancak öyle birini bulduğum zaman arkasını dönüp gidebilir.
Şimdi ne yapıyorsunuz?
- Üçüncü şiir kitabımı çıkaracağım. Adı "İçimdekiler"...
Kerem’le aşk yaşamıyorum
Kerem Alışık’la aşk yaşamıyorum. Eğer aramızda bir şey olsaydı, bunu saklamazdım. Bodrum’a tatile gittim, birkaç kişiyle beni yazdılar. Sonra Göksel’in Bodrum’u bastığını söylediler. Böyle bir şey yok. Göksel beni aradı ve "Neyin ne olduğunu biliyorum. Bana verilecek bir hesabın yok, ama biraz daha dikkatli ol" dedi. Sonra da kızını görmek için
Röportaj: Sema DENKER
Fotoğraflar:
Sinan ÖZBALKAN
Bodrum’a geldi. Gelmişken beni görmek istedi. Kalabalık bir arakadaş grubumuzla yemek yedik, o kadar. Ne Bodrum’u bastı ne de beni dövdü. Biz böyle çirkinlikler yaşamıyoruz.
Giden hep ben oldum, Göksel peşimden geldi
Şimdi sizden, hırslı, şöhret meraklısı, Göksel Sunter’e çok sıkıntılar yaşatmış bir kadın olarak söz ediyorlar...
- Evet, Göksel’e sıkıntı yaşattım ama şöyle yaşattım; tanıştığımız günden itibaren asla toleranslı olmayan, sürekli gitmeye meyilli duran bir kızdım. Affetmeyi bilmiyorum. En küçük kavgalarda Göksel’i terk ettim. Hep giden ben oldum. O da peşimden gelen adamdı. Eğer hırslı olsaydım, bu evlilik bitmezdi. Bu evlilik, bana karşı büyük aşkı olan, boşanmaya direnen bir adama karşı bitti.
Birbirimizden vazgeçemiyoruz
Artık Göksel Sunter’le evli değilsiniz, ama hálá birliktesiniz, öyle değil mi?
Hayır, birlikte değiliz, ama kopamadığımız, sürekli temas halinde olduğumuz doğru. Göksel, hayatımda olmazsa birileri bana zarar verecekmiş gibi hissediyor. Çocuğu, kardeşi, vücudunun bir parçası gibi görüyor beni. O yüzden yalnız bırakmıyor. Onun hayatında her zaman bir Eylül’ü olacak, çünkü hálá bir umudu var. Ayrıca ben de ona bağlıyım. Çok güzel şeyler paylaştık ve birbirimizden vazgeçmek zorunda da değiliz.
Emre Altuğ: Herşey Lisede..
Her şey lisede başladı..
1970 yılında, diş hekimi bir baba ile ev hanımı bir annenin ikinci oğlu olarak İstanbul'da dünyaya gelmiş Emre Altuğ. Ortaokulu ve liseyi okuduğu Şişli Terakki Lisesi'nde ilk kez "merhaba" demiş hem tiyatroya hem de müziğe. Sadece lise öğrencilerini aldıkları halde, henüz ortaokul son sınıftayken girmeyi başarmış tiyatro koluna. Aynı zamanda da müzik bölümünde açılan gitar kurslarına devam etmeye başlamış. "Şimdi bana 'ille de birini tercih etmek zorunda kalırsan, tiyatro mu müzik mi' diye sorduklarında çok anlamsız buluyorum. Çünkü kendimi bildim bileli hep ikisini bir arada yürüttüm ben" diyor.
Liseyi bitirir bitirmez İstanbul Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'ne girmiş. O yıl konservatuvar sınavına giren 830 kişi içinden seçilen 10 kişi arasındaymış. Ailesinin bu duruma ne dediğini soruyoruz. Diş hekimi olan babası, oyuncu ve müzisyen olma isteğini bakın nasıl karşılamış: "Çok enteresan bir ailem var benim. Babam, hayatım boyunca ben neye merak sararsam salayım, onu en iyi, en doğru şekilde yapmamı istedi hep. Gitar çalmaya başlayınca, gitmiş bana gitar metotları bulmuş almış. 'Bak da doğru dürüst öğren' diye. Oyuncu olmak istediğimi söyleyince de 'O zaman okuluna git' demişti bana."
Barlarda şarkı söylüyor
Konservatuvara başladığı sene aynı zamanda barlarda şarkı söylemeye de başlamış Altuğ. Bir arkadaşının babasının kulübünde takılırken bir anda kendini sahnede buluvermiş. "15-20 şarkı ezberimizdeydi kendi kendimize söylerken, ki o zaman tek amacımız kumsalda kızlara hava atmaktı, bir anda kendimizi sahnede bulduk" diye açıklıyor bu ilk sahneye çıkma macerasını.. Ama böylece ilk kez kendi parasını da kazanmaya başlamış. Ve ailesinin yanından ayrılıp kendine ev tutmuş. "16 yaşındayken babama, '18 yaşında evi terk edebilir miyim' diye sormuştum. Babam da 'Eğer öyle bir gücün olursa, terk edersin tabii' demişti. Ben 18'ime gelince her şey değişecek sanıyordum. Hiçbir şey değişmediği gibi, beş kuruş da param yoktu o yaşta. Evden ayrılmam 21-22 yaşlarında oldu. O da müzik sayesinde, barlarda şarkı söyleyerek para kazanmaya başladım ve Ortaköy'de bir ev tuttum kendime."
1995 yılından itibaren dönemin ünlü sanatçılarına vokal yapmaya başlamış Emre Altuğ. Sezen Aksu'dan Nilüfer'e, Sertab Erener'den Leman Sam'a kadar pek çok sanatçıya vokalistlik yapmış. Ama aynı zamanda Dormen Tiyatrosu'nda çeşitli oyunlarda da rol alıyormuş. İlk sahneye çıktığı oyun ise 'Şarkılar Susarsa" adlı bir müzikal. Yazları da yine Haldun Dormen önderliğinde kurdukları amatör tiyatroyla Assos'tan Bozcaada'ya, Adana'dan Mersin'e kadar Türkiye'nin pek çok yerini dolaşıyorlarmış. Ekipte kimler yokmiş ki: Şebnem Sönmez, Olgun Şimşek, Güneş Berberoğlu... "Bunlar bir dönemin çok ciddi oyuncuları. Ben onları çok tehlikeli oyuncular olarak tarif ediyorum." "Neden tekrar bir araya gelmiyorsunuz?" sorumuza "Neden olmasın" diye cevap veriyor Altuğ.
Tiyatro hocalığı
Altuğ, konservatuvar son sınıfta öğrenciyken Şişli Terakki Lisesi'nden tiyatro hocalığı teklifi gelmiş. "Çok keyifli olarak yaptığım bir görevdi" diyor bunun için ve ekliyor: "Şu anda hâlâ tiyatroya devam eden dört oyuncu çıkardım o dönem." Konu tiyatro olunca, Altuğ heyecanını gizleyemiyor. "Şu anda gittikçe çoğalan yeni tiyatro grupları var, bu beni heyecanlandırıyor. Bu sene de doğru zaman mı tiyatro yapmam için onun kararını vermedim ama beni çok heyecanlandıran birkaç proje var."
Emre Altuğ'un konservatuvardan mezun olması biraz uzun sürmüş ve maceralı olmuş aslında. Bakın nasıl: "Üniversite dönemi öyle bir şeydir ya hani, anarşistsinizdir biraz. Her şeye isyan edersiniz, ota çamura... Dördüncü senemdi, tam mezun olacakken karşılaştığım saçma sapan bir kural hatası yüzünden sinirlendim ve bıraktım gittim. Tabii suç yine benim aslında, bu kadar önemsenecek bir hata mıydı hâlâ tartışırım yani. İki seneye yakın ara verdikten sonra Bakanlar Kurulu kararı çıktı da sınavlara girip mezun olabildim. Ondan sonra da hayat başladı zaten."
Her şeyi yalanlamakla uğraşamam
Bu arada konservatuvardan birkaç hocası "Eğer müziği bırakmazsan, okuldan mezun olamazsın" demişler Emre Altuğ'a. Ama onlara inat bırakmamış müziği Altuğ. Tam Sezen Aksu'yla albüm yapacaklarken Onno Tunç'un ölüm haberi gelmiş. Albüm için repertuvar çalışması yapacakları günün bir gün öncesi yani. "O andan sonra da her şey durdu zaten, Sezen durdu... Üç dört ay hiç sesimi çıkarmadım saygımdan. Çünkü görüyordum bitik vaziyetteydi. Dört ay sonra kendi yolumda ilerlemeye karar verdim ve gittim Sezen'e dedim ki, 'Benim kafama koydunuz bir kere bu meseleyi, ben kendi yolumda ilerliyorum." "Eğer psikolojim elverirse ben de yanında olurum' dedi bana."
Ama daha sonra Sezen Aksu'yla iş anlamında hiçbir bağı olmamış Emre Altuğ'un. Ondan hiç şarkı istememiş mesela. Adı hep Sezen Aksu'yla anılan genç sanatçılar topluluğu vardır ya hani, acaba o gruba mı dahil olmak istememiş Altuğ? "Belki de" diye yanıtlıyor sorumuzu, "Hep kendi kendimi var etmek istedim. Birinin bestesiyle bir yerlere gelme fikri çok doğru gelmedi bana. Madem ben de söz yazıyorum, beste yapıyorum..."
Özel hayat çok özeldir
İlk albümü "İbret-i Alem"i çıkarmış böylece. Ve albüm satış rakamından çok daha fazla ses getirmiş. Emre Altuğ'a şöhretin, popülerliğin kapılarını açmış. "Peki, bu popülariteyi nasıl karşıladınız, normal hayattan öbür tarafa nasıl geçtiniz" sorumuza da ilginç bir yanıt veriyor genç şarkıcı: "Geçmedim ki! Hep ortada kuyu var yandan geç durumu yarattım, o kuyuya düşmemek için. Hiçbir zaman öyle atar havasına falan girmedim. Öğrenemedim ama kabul etmek zorunda kaldım bazı şeyleri. Şöhret benim yaptığım işin yan etkisi sadece. Ne kadar havaya girmen gerektiğini, ne kadar girmemen gerektiğini sen seçiyorsun."
İşte şöhretle olan ilişkisini böyle açıklıyor Altuğ. Ama şu da var ki, ünlü olmak demek, isteseniz de istemeseniz de özel hayatınızı diğer insanların gözü önünde yaşamak oluyor biraz da. Özellikle bizim ülkemizde bu böyle. Altuğ, özel hayatının bu kadar deşifre edilmesinden fena halde şikâyetçi. Bu konuda bu kadar dertli olan birine yaşadığı ilişkiyle ilgili soru sormak biraz zor tabii. Ama biz yine de sözü bu hassas konuya, Çağla Şıkel'le yaşadığı ilişkiye getiriyoruz. Ve bir dokun bin ah işit misali bakın neler duyuyoruz ünlü sanatçıdan: "İki tane medyatik insanın birlikte olması zaten başlı başına bir haber biliyorum. Ama biz daha yaşadığımız şeyi kendimize tanımlayamadan insanlara nasıl tanımlayacaktık? Ben bu ilişkiyi her şeyiyle kabullenip ortaya çıksaydım, duymak istedikleri ikinci haber ayrılık haberi olacaktı. Bunun için de uğraşılacaktı. Şimdi de uğraşılıyor. En yakın arkadaşlarımızla adımız çıkartılıyor. Ben niye cıvık cıvık yaşayayım ki ilişkimi, insanların gözü önünde? Yaşayan yaşasın ama ben sevmiyorum bunu! Erkek adamın çıkıp da sevgilisi hakkında car car konuşmasından hoşlanmıyorum. Onun için de çok fazla konuşmak istemiyorum. Ben hiçbir şey söylemeden ağzımdan bin tane laf yazıldı. Yok 'Benim kariyerim mahvolur" demişim, yok 'Evlenilecek kız var eğlenilcek kız var" demişim. Ben bir şey söylemeyince de böyle şeyler yazıyorlar ve insanlar inanıyor bunlara. O kadar ahlaksızca üzerimize geldiler ki ne yapayım yani gücüm yetmez bunlara, gazetem yok ki benim. Kimse beklemesin ki, ayrıldığım zaman da basına faks çekip bildireceğim."
Tuğba Ünsal: Hayatımda aldatmadım
Hayatımda hiçbir erkeği aldatmadım..
Adının karıştığı aşk haberleriyle ilgili soruları yanıtlayan Ünsal, "Küçük flörtlere aşk demek, önceki ilişkilere ve aşka haksızlık yapmaktır. Bu aşka da haksızlık. Ben aşık olduğum varsa, açıkça çıkıp söylüyorum. Zaten bugüne kadar hiçbir şeyi saklayamadım" dedi.
n Aynı anda birçok projede yer alıyorsunuz...
- "Çocuk" filminde oynuyorum. Yapımcısı Sinan Çetin, yönetmeni Onur Ünlü... Rol arkadaşım "Babam ve Oğlum"daki Ege Tanman. Çok keyifli gidiyor. "Çocuk"ta oynadığım Rüya, komik bir karakter, ama fantastik bir film. Zekice yazılmış bir proje. Onur Ünlü, sinemanın altın çocuğu olarak nitelendirilebilecek bir yönetmen. Murat Şeker’in yönettiği "Plajda" filmi de çok eğlenceli bir gençlik ve komedi filmi. "Suluboya" ise bir sene önce yaptığım bir projeydi. Bu çok önemli bir sanat filmi. Venedik’te geçen bu filmin enteresan bir hikayesi var. Aynı anda Fox’taki dizim "Yemin" devam ediyor. Yönetmenimiz Sadullah Celen, çok pratik ve çok yetenekli.
Oldukça huzurlusunuz. Sizdeki bu değişim nasıl gelişti?
- Ben artık büyüdüğümü ve genç kadınlığa doğru adımımı attığımı hissediyorum. Hayatta yalnız kalabilmeyi öğrendiğim bir dönemdeyim. Arkadaşlarımla güzel ve keyifli vakit geçiriyorum. Ayrıca iş anlamında da geleceğimle ilgili çok sağlam adımlar attım.
Umut Elçioğlu, Kenan Doğulu, Ozan Sevindik ile birlikte olduğunuz, Yalın’la tekrar barıştığınız yazıldı. Şimdi hayatınızda kim var?
- Ozan Sevindik kim? Tanımıyorum bile. Ben de dün internette gördüm. Bu kadar yoğun çalışırken hakkımda neler yazılıyor! Tabii ki vakit bulduğum zamanlar, küçük ve güzel flörtler var... Bu flörtlerin adına aşk demek, biraz haksızlık gibi geliyor önceki ilişkilere. Bu aşka da haksızlık. Ben aşık olduğum biri varsa, açıkça çıkıp söylüyorum. Bugüne kadar hiçbir şeyi saklayamadım. Evet uzun süredir hayatımda aşk yok.
Bizim algılayamadığımız, sizin yüreğinizde ne var?
- İmajım kolay ilişki kurabilen, çok kolay aşık olabilen, gezip tozan, çok fazla sorumluluk sahibi olmayan bir genç kız. Ben aslında çok zor ilişki kurabilirim, çok zor aşık olabilirim, ilişkilerimde utangacımdır ve çok rahat değilimdir.
Aksel Goldenberg, Mustafa Sandal, Cem Cantaş, Yalın, Arben İçli, Kenan Doğulu... Yüreğinizdeki gerçekler nedir?
- İsimlere girmeyeceğim. Arben flörtümdü. Bu sorulara çok da fazla ince eleyip sık dokuyarak cevap vermek istemiyorum. Bunlar benim özelim, 70 milyonun bilmesine gerek yok. İnsanların bende ilgilenmelerini istediğim nokta başka. Ben günümün 20 saatini çalışarak geçiriyorum, üniversiteye gidiyorum, okulda çok güzel şeyler yapıyorum.
İlişkilerinin başlama ve bitme noktasını tetikleyen şeyler neler?
- O bir dönem, bir illüzyon. Aşkla ilgili aslolan karşındaki kişi değil, senin ona yüklediğin anlamdır. Hayatındaki o dönemle ve yaratmak istediğinle ilgilidir.
Bir ilişkiniz başlıyor, diğeri bitiyor...
- Hayır! Bittiği için diğeri başlama şansına sahip oluyor.
Karma’da bir felsefe vardır; tepkiselliği azalttığımız zaman gerçek içimizi dolduran, hayatta bize huzur veren enerji alanından, o güzel ışıkları manevi bedenimize alabiliyoruz. Ben proaktif kişiliğe bürünmeye çalışıyorum. Yani manevi huzuru yaşadığımız bir yaşam...
Sizi sosyetik mekanlarda eğlenirken görüyoruz. Diğer Tuba’nın sosyal yaşamı nasıldır?
- Örneğin setten çıkıp iki kız arkadaşımla birlikte Rock’n Coke’a gittim. Franz Ferdinand’ı izledim. En önde konseri izlerken bir anda arkadaşıma dönüp "Şu an genç olduğumu hissettim" dedim. Bütün gece boyunca zıp zıp zıpladım. Tromboline çıktım. İngiltere’deki Glastonbury Müzik Festvali’ne katılamadım ama Amsterdam’daki Sensation White Dance Party’ye gittim. Çok eğlenceliydi. Güzel, kaliteli müziğin olduğu yerlerde eğlenmeyi seviyorum. Üniversiteli Tuba’nın yaşadığı hayat da hoşuma gidiyor.
Sadelik arıyorum
İşin ne kadar şaşaalı ise, özel hayatında o kadar sadelik arıyorsun. Kitap okuyup kahve içmek beni gerçekten mutlu ediyor mesela. Ama Budha değilim, ermedim de... 26 yaşında bir gencim ve tabii ki eğleniyorum. Çocuk sahibi olmak da istiyorum. Bu isteğimi şu an oynadığım "Yemin" dizisinde tatmin ediyorum gerçi. Sette üç aylık bir bebeğim var; benim kucağımda huzurlu oluyor ve susuyor. Biraz daha büyük çocuk duygumu da "Çocuk" filmi setinde gideriyorum.
Aşk yaşamak isteyince hayali sevgilime yemekler yapıyorum
Angela Monet diyor ki "Müziği duyamayanlar dans edenlerin deli olduğunu düşünüyorlardı"... İçimde yaptığım kişisel yolculuğu göremeyen insanlar işte beni bir gölge olarak görebilirler, ama ben hepsinin çok ötesinde bir şeyler yaşıyorum. Aşk yaşamak istediğimde kendi kendime bir aşk yaratıyorum; hayali sevgilimle kavga ediyorum veya ona yemekler yapıyorum.
Seda’nın geleceği Şenay’ın
Seda’nın geleceği Şenay’ın ellerinde..
Şenay Akay’ın üç ay önce kurduğu, imaj danışmanlığından moda editörlüğüne kadar birçok alanda faaliyet gösteren Project by Şenay Akay adlı şirketin son müşterisi manken Seda Ertan oldu. Başarılı işlere imza atmasına rağmen kendini yeterince tanıtamadığını düşünen Ertan’ın yükselişi, artık Şenay Akay’a bağlı...
Mankenlikte artık doyuma ulaştım
Kendinizi hiç genç kadınların rol modeli olarak gördüğünüz oluyor mu?
- Yaptığım meslek dikkatleri üzerime çekiyor, bu bir gerçek. Fakat hakkımda bir şeyler okuyan genç kızların, bütün hayatımın partiler ve modadan ibaret olduğunu düşünmelerini istemem.
Geçmişte yaşadığınız bir olay ya da bir tecrübe bugünlere gelmenize yardımcı oldu mu?
- Bana inanmayan insanlara teşekkür ederim, onların sayesinde şu anda bulunduğum yerdeyim.
Beraber çalışılması kolay bir kadın olduğunuzu düşünüyor musunuz?
- Project by Şenay Akay’ı kurarken, çalışma arkadaşım olarak benim gibi mükemmeli seven insanları seçtim. Bu yüzden benimle çalışmanın onları zorladığını düşünmüyorum. Modellik yanımı soracak olursanız, Türkiye’de istediğim başarıyı elde ettiğime göre uyumlu bir insanımdır.
İnsanlar sizin hakkınızda şaşırtıcı bir şey keşfetselerdi, bu ne olurdu?
- Sanırım düşündüklerinden çok daha normal ve gerçek bir insan olduğum! Bu onların gözden kaçırmaya yatkın oldukları bir şey. Ekranın karşısındasınız ya da televizyonda iki boyutlusunuz. Sizi bir dergide görüyorlar ve insan olduğunuzu unutuyorlar.
Yeni şirketiniz Project by Şenay Akay ne zaman faaliyete geçti ve orada ne gibi işler yapıyorsunuz?
- Project by Şenay Akay üç ay önce kuruldu. İmaj danışmanlığı, moda editörlüğü ve fotoğraf çekimi, defile koreografisi, kampanya projelendirmesi ve yürütülmesi gibi birçok konuda, görsel ve yazılı projelerin yaratılması ve takibini yapıyoruz.
Kaç kişilik bir ekiple çalışıyorsunuz?
- 8 kişilik bir ekibim var. Ekipteki herkesin kendi alanlarında profesyonel olması da işimi çok kolaylaştırıyor. Ben hayalimdeki şirketi kurdum ve kendi başına birer değer olan ekip arkadaşlarımı bir araya getirdim. En önemli görevim, bu ekibi bir arada tutmak ve onların huzur içinde çalışmasını sağlamak.
Bu durumda modelliği bıraktığınızı söyleyebilir miyiz?
- Henüz değil... Mankenlik ve modellikte doyuma ulaştım, bu nedenle sadece beni heyecanlandıran projelerde yer alıyorum. Yeni şirketim neredeyse tüm vaktimi alıyor zaten, o yüzden katıldığım defile ve organizasyon sayısı çok azaldı.
Mesleğinizde son noktaya ulaştınız. Peki yeni işinizle ilgili gelecekte kendinizi görmek istediğiniz nokta neresi?
- Aslında bu soruya cevap vermek için henüz çok erken. Ben de bu piyasayı ve neler yapabileceğimizi yeni yeni keşfediyorum. Eminim ki şimdi hayal ettiklerimle 5 yıl sonra hayal ettiklerim çok farklı olacak. Şu anda sadece şirketimin aldığı işleri başarıyla neticelendirmek ve project by Şenay Akay’ı daha geniş kitlelere ulaştırmak istiyorum.
Son zamanlarda Seda Ertan’la çalışmalarınız basında çok yer alıyor. Seda Hanım hangi konuda sizden yardım alıyor?
- Seda, Türkiye’nin sayılı mankenleri arasında... Yurtdışında ve yurtiçinde katıldığı organizasyonlarla da başarısını kanıtlamış biri... Ancak bilinirlik yönü, başarılarına oranla biraz eksik kalmış. İşte biz burada devreye girdik. Şimdi onun bu konudaki yükseliş planlamasını yürütüyoruz.
Onun detaycılığı beni bazen zorluyor
Modacılık eğitimi aldığınızı biliyoruz. İleride kariyerinize bu alanda devam etmeyi düşünüyor musunuz?
- Evet, moda tasarımı eğitimi aldım, ama bununla ilgili planlarımı hayata geçirmek için henüz erken... Şu anda podyumlardayım ve uzun bir süre daha devam etmeyi düşünüyorum. Uzun vadede ise bir tasarım ofisi açmayı düşünüyorum.
Stilini beğendiğiniz modacılar kimler?
- Michael Kors, Balenciaga, Karl Lagerfeld ve hayal gücüne hayran olduğum John Galliano.
Neden manken oldunuz?
- Küçüklüğümden beri manken olmak istiyordum. Çocukluğumda odamın duvarlarında, dergilerden kestiğim manken fotoğrafları asılıydı. Sık sık arkadaşlarımın karşısına geçip o fotoğraflardaki pozların aynısını verirdim. Ama bu işi belli bir yere kadar yapabileceğimi biliyorum. İşte o yüzden moda üzerine eğitim aldım zaten. Bu sayede geleceğimi garantilediğimi düşünüyorum.
Podyuma çıktığınızda neler hissediyorsunuz peki?
- Her şeye hakim olduğumu!
Neden Project by Şenay Akay’la çalışmaya ihtiyaç duydunuz?
- 1,5 sene boyunca, dünyanın en önemli üç ajansından biri sayılan Women Italy ile çalıştım. Prag’da Eva Herzigova ve Alek Wek ile aynı podyumu paylaştım. 2006 New York Fashion Week’de Atıl Kutoğlu defilesine katılmış tek Türk
mankendim. Bu kadar iyi işler yapmama rağmen kendimi yeterince iyi ifade edemediğimi düşündüm. Bu noktada Project by Şenay Akay ile çalışmaya karar verdim.
Şenay Akay’la çalışmak nasıl?
- Mükemmeliyetçiliği ve detaycılığıyla zaman zaman zorluyor. Ama bu özellikleri sayesinde, bana sadece işimi yapmak kalıyor. Hiçbir şey düşünmeme gerek yok. Çünkü o her şeyi en ince detayına kadar düşünüp uyguluyor.
Şenay Akay ve Seda Ertan, yaptıkları işbirliğinden çok memnun... Akay, şirketine başvuran ünlü mankenin daha tanınır bir isim olması için çalışıyor, Ertan’a ise sadece meslektaşının çizdiği yolda yürümek kalıyor.
Şahnaz Çakıralp: Yazar olmadığımı
Ben yazar olmadığımı söylemiştim.
Şahnaz Çakıralp'in yazdığı "Çıplak Ayakla Yürümek" adlı kitabı basıp dağıtan yayınevinin ilanından sonra kendini savundu.
Şahnaz Çakıralp'in yazdığı "Çıplak Ayakla Yürümek" adlı kitabı basıp dağıtan yayınevi, geçtiğimiz günlerde satmayan kitap için gazete ilanı vererek dağıtımcılardan ve mağazalardan özür diledi. Olayın kahramanı Çakıralp, "Ben kitabın önsözüne 'Ben bir tiyatro ve sinema sanatçısıyım. Ama bir yazar değilim' diye başlamıştım. O ilanda, 'Kendisini yazar olarak görmeyen biri tarafından yazılmıştır' diye yazılmış. Benim burada maksadım, profesyonel bir yazar olmadığımı ifade etmekti" diyor.
Opera, oyunculuk, siyaset derken, şimdi de bir kitap krizi ile gündeme geldiniz. Yayıncınızı gazetelere ilan verecek kadar kızdıracak ne yaptınız?
- Vallahi bir şey yapmadım. Sadece hakkım olan telif ücretini istedim. 2004 yılı boyunca Cumhuriyet’te köşe yazıları yazdım. Yayıncı olduğunu söyleyen Şenol Koray Sakınmaz, bu yazıları bir kitapta toplamamızı istedi. Ben, kaç adet basıldı, ne kadarı dağıtıldı, ne kadarı satıldı, ne kadarı bu kişinin borçları yüzünden haciz edilip icra depolarına kondu, bilmiyorum. Bir arkadaşım, dördüncü baskı olan kitaptan aldığını söyledi. Aradan bir yıla yakın zaman geçti. Bir kuruş telif ödemedi.
Peki neden hakkınızı yasal yoldan aramadınız?
- Tam işin hukuki safhası başlamak üzereydi ki, bu ilanı gördüm. Bu, adımı kullanarak medyatik olma hevesinden de kaynaklanıyor olabilir. Benim gibi, bu yayıncının mağduru olan yazar Derya Aydın Hanım kendisi ile ilgili bir araştırma yapmış. Yayıncı, kendisini Doç. Dr. olarak tanıtıyor. Derya Hanım şüpheleniyor ve bunu YÖK’ten araştıyor. YÖK Başkanlığı yanıt veriyor. Böyle bir akademik unvan kendisine verilmemiş. Ayrıca, kendisinin Boğaziçi Üniversitesi’nde Doç. Dr. olarak görev yaptığını yazıyor. Boğaziçi Üniversitesi böyle bir kimseyi tanımıyor.
Yayıncınız kitabın satmadığını da iddia ediyor...
- Bir kitabın değerini, onu okuyan belirler. Ama kitabın satmaması, yayıncının başarısızlığını belgeler.
Bu ilanı görünce ne hissettiniz?
- Bir insanın, nasıl kendi ayağına kurşun sıkabildiğini anlamaya çalıştım. Avukatlarımı aradım. Şimdi o, yargıyla muhatap olacak.
İlanda, dağıtım firmaları ve dükkánlardan da özür dileniyor. Bu ne anlama geliyor?
- Bilmem. Zaten böyle bir şey kesinlikle olmamıştır. Akıl dışı bir iddia. Ben kimseyi rahatsız etmedim. Sadece kendisinden telif ücretini istedim.
Yayıncınız sizin baskınız yüzünden Remzi Kitabevi’nin kendi kitaplarını satmadığını da iddia ediyor.
- Remzi Kitabevi’nden kimseyi tanımıyorum. Remzi Kitabevi, Türkiye’nin en önemli ve güçlü kuruluşlarından biri. Onu kimsenin etkileyecek gücü olduğuna inanmıyorum.
Hayatımı yazarak kazanmıyorum
İlan, "Bu kitap kendisini yazar olarak görmeyen biri tarafından yazılmıştır" gibi garip bir cümleyle başlıyor. Siz kendinizi ne olarak görüyorsunuz?
- Ben kitabın önsözüne "Ben bir tiyatro ve sinema sanatçısıyım. Ama bir yazar değilim" diye başlamıştım. O da ilanında demiş ki: "Kendisini yazar olarak görmeyen biri tarafından yazılmıştır" Benim maksadım, profesyonel bir yazar olmadığımı ifade etmekti. Hayatımı yazı yazarak kazanmıyorum. Ama bu demek değildir ki yazı yazmak sadece belli kişilere ait... Yazılarınız değer görüyorsa yayımlanır.
Merve İldeniz: Gazete okumuyorum
11 yıllık eşi Serdar Önal'dan sessiz sedasız boşanan Merve İldeniz, ilk kez Kelebek'e konuştu.
Bodrum'da korunaklı bir yaşam süren eski manken, "10 yıldır televizyon izlemiyorum, gazete bile okumuyorum. Kızım Leyla benim hayatım, onunla yeniden büyüyorum ve ben böyle çok mutluyum" dedi.
Neden bunca zamandır ortalarda yoksunuz?
- Çünkü Bodrum’da yaşıyorum ve yaklaşık 10 yıldır gazete dahi okumuyorum. Zaman zaman gazeteciler telefon açıp gündemdeki bazı manken veya sanatçılarla ilgili şeyler soruyor, görüş almak istiyorlar. Onlara bahsettikleri haberlerin ne olduğunu bile bilmediğimi söylüyorum, ama inanmıyorlar.
Peki podyumlardan niçin bu kadar erken koptunuz?
- Ben mankenlik mesleğini çok sevdiğim, zevk aldığım için tam 16 yıl yaptım. Mesleğe 18 yaşında atılmıştım. Sonraları zevk vermemeye başladı, sadece iyi para kazanmak için de sürdürmek istemedim. Para kazanacağım diye ruhumu satmadım, satmam da... Üç kuruş kazanmak için bu yapılır mı? Aslında 4-5 yıl daha rahat rahat devam ederdim ama benim için artık zevki bittiyse, üstelik kariyer de yaptıysam, artık bana bir şey katmıyorsa neden devam edeyim? Zaten zamanında sen bırakmazsan, yavaş yavaş zirveden düşmeye başlarsın. "Yaşlandı" derler, "Eskidi artık, defileye çıkmasın" derler, çekerler aşağı...
Mesleği bırakırken aklınızda ne vardı? Neleri hedefliyordunuz?
- İş kariyeri yeter dedim ve yaşam kariyeri yapmaya karar verdim.
Şöhretten vazgeçmek bu kadar kolay mı?
- Mesleğin ilk yıllarında şöhret olmak, kendimizi tanıtmak için çok uğraştık. Bu doğru... Ama yıllar ilerledikçe, insan şöhretin çok da matah bir şey olmadığını anlıyor. Ayrıca bana olan ilgi hálá eskisi gibi... Tükenmeyen bir şöhretim var. Yine de bunu hiçbir zaman, hiçbir yerde kullanmıyorum, kullanmayacağım da...
Mankenliği bıraktıktan sonra modayı takip etmeyi sürdürdünüz mü? Sonuçta yıllarca bu sektörün içindeydiniz...
- Bodrum’da yaşıyorum ve inanın uzun zamandır podyumlardan da modadan da haberim yok. Televizyon izlemiyor, gazete okumuyorum. Ben mankenlik yaparken de modayı takip etmezdim ki ayrıca... İlgi alanıma girmezdi. Annem bile sorardı "Kızım bu yıl ne moda olacak" diye, "Ne bileyim ben" diye cevap verirdim. Modayı takip eden mankenlerin aksine, benim üzerimde trendy hiçbir şey olmazdı. Farklılığı tercih ediyordum çünkü.
Hayatınızda radikal bir değişim daha yaşandı, Serdar Önal’dan boşandınız. Herkes sizi örnek çift olarak gösterirken ne oldu da birdenbire bitiverdi evlilik?
- Serdar’la 18 yaşında tanışmıştık ve 11 yıldır da evliydik. Ben hep erkek gibi yaşayan, ayakları yere basan bir kadındım. Ama kızım Leyla dünyaya geldikten sonra değiştim. Onu nasıl yetiştireceğimin, ona neler öğreteceğimin derdine düştüm. Daha ruhani şeylerle ilgilenmeye başladım. Dolayısıyla Serdar’ın tanıdığı Merve’ye ters düştüm. Ona göre ben bu dünyada yaşamıyordum. Yaşamadığım için de çok şey kaçırıyordum.
Sevgi bitmiş miydi yani?
- Sevgi, özgür bırakmaktır. Herkes ne yapmak istiyorsa, nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşamalı. Bir kurum yüzünden insanlar birbirine bağlı olmamalı. O zaman mutsuz olursunuz. Biz Serdar’la o bağı koparıp attık. O teknesinde yaşamak istiyor, bense spiritüel konularla ilgilenerek mutlu oluyorum.
Geçtiğimiz günlerde Bağdat Caddesi’nde birlikte görülmüşsünüz. Kızınız Leyla da yanınızdaymış...
- Görüşmüyor değiliz ki zaten... Hatta birbirimize olan ilgimiz ayrılınca daha da arttı. Daha çok bir arada olmaya, daha çok konuşmaya başladık. O benim canım, kankam, arkadaşım...
Kızım ve kendim için güzel bir dünya kurdum
Şimdi hayatınız ne durumda? Günleriniz nasıl geçiyor?
- Kızım Leyla benim hayatım, onunla yeniden büyüyorum. O kadar güzel bir dünya ve hayat kurduk ki kendimize... Ayrıca hayatımızda Serdar da var tabii... Yaşantımıza ayrılık öncesinde olduğu gibi Bodrum’da devam ediyoruz. Kızım bu yıl okula başlıyor ayrıca...
Politikaya atılmayı hiç düşündünüz mü?
- Hayır, işim olmaz! Politika Latince’de "çok yüzlü" anlamına gelir. Ben tek yüzlüyüm. İçinde bulunabileceğim bir dünya değil.
Burçin Terzioğlu: Jön Çıkaramıyorlar
Dizi setlerine yaklaşık 20 yıl önce adım atan bir dönemin çocuk oyuncusu Burçin Terzioğlu, piyasada kendisine uygun partner bulunmamasından yakındı. Genç oyuncu, "Yapımcılar karşıma iyi oynayacak jön çıkaramıyorlar. Çünkü adaylar ya isimsiz ya da sadece yakışıklı oluyor" dedi.
Siz Karadeniz’den döneli ne kadar oldu? "Fırtına" duruldu artık değil mi?
- Evet duruldu hatta dindi. 3 buçuk ay oldu döneli. Dizinin hakkını aldık ve de verdik. Doğru zamanda bitti.
Yeni projeler geldiğini ve birkaç tanesinde size eşlek edecek jön bulamadıklarını söylediniz. Öyle mi gerçekten?
- Evet, iki proje için görüşmüştüm. Birinde özellikle jön bulunamadı karşıma. Bir tanesi olamadı ama tanıtımı şu anda dönüyor ve senaryosu başarılıydı. Ben kabul etmedim çünkü jönle ilgili bir sıkıntı vardı görüştüğüm anda. Bana da soruyorlar mesela jön. Benim de aklıma gelmiyor. Ya yeni başlamış ya isimsiz oluyorlar ya da sadece yakışıklı. Ama yapımcılar iyi oynamasını aynı zamanda yakışıklı ve genç olmasını istiyorlar projelerini emanet etmek için. Hülya Avşar çok haklıymış "Jön yok" derken... Oyunculuk yapacak kişi manav da olabilir. Yapabiliyorsa ve oyunculuğa çaba gösterip, destek alıyorsa neden olmasın?.. Bir dönem yarışmalar yapıldı ve çok beğendiğim Beren Saat ve Özgür Çevik çıktı. Keşke öyle yarışmalar yapılsa da iyi isimler olsa böyle.
"Fırtına" dizisinde başrol oynadınız. Şimdiki kıstaslarınız sizi teklifleri değerlendirirken zorluyor mu?
- Evet her şey daha zor benim için. Önceden senaryoya ve yapım şirketine bakıp, içimdeki sese kulak verirdim. Doğru ve uzun süreli seçimlerdi. Şimdi "Kim oynuyor" diye değil, "Benimle kim oynuyor" diye bakıyorum. Biraz daha seçici olup, biraz daha iyi iş yapma zorunluluğu oluyor ister istemez.
Sizi hayatta en çok ne korkutur?
- Sağlıkla ilgili problemler. Benim düsturum, ailem, işim ve eşimdir.
Ne tür teklifler alıyorsunuz?
- Fırtına’dan sonra gelen teklifler başrol oldu. "Kadın İsterse" komediydi, "Fırtına" ise hem komedi hem drama ağırlıklı... Gelen teklifler de karma. Hem komedi hem drama ağırlıklıydı. İki tarzın olması da benim için iyi oldu.
Gelen tekliflerin içinde sivri olmayan tipler var ama genel olarak benim tercihim oyunculuğum açısından sivri karakterler. Şunu biliyorum ki ekrandan vizöründen iyi bir elektrilikle seyirciye ulaşıyorum. Çok güzel insanlar çok iyi biliyorum ki ekrandan iyi elektrikle geçemiyorlar. Ben karakterin içine girip o vizörden iyi geçiyorum.
Aşkta büyük konuşmuşum
- Önceleri reddettiniz ama Fırtına dizisindeki rol arkadaşınız Murat Yıldırım ile birliktelik yaşıyorsunuz?
Aslında "Fırtına" sonrasına denk düşüyor bu. Dizinin son haftalarında oldu olan. Herkes ilk günden beri yakıştırıyordu bizi, hep yazılıyorduk ve biz ekipçe bunları okuyup gülüyorduk, "Vay be yine yazmışlar" diye eğleniyorduk. Hatta aramızda bir aşk ilişkisi başlayınca "İnsanlar, ’Bak, biz demiştik’ diyecekler" diye düşündük. Ama oldu işte... Ben büyük konuşmuşum. "Sette ilişki yaşamayacaksın, olmaz!" derken oldu. Ama biz hiç göz önünde olmadık. Böyle sağlıklı gidiyor.
Tan Sağtürk: Uçuyorum
Eskiden yürüyordum şimdi ise uçuyorum.
Üç kat fazla çalışıyor
Doğuştan kalbimde bir delik varmış. Bunu iki yıl öncesine kadar bilmiyordum. Bu rahatsızlık ani kalp krizi getirmiyor, ama ömrünüzden yiyorsunuz. Çünkü kalbim, sağlıklı birinden üç kat fazla çalışıyormuş. O şekilde 38 yıl yaşamışım.
Damar işler hale geldi
Kendimi ancak iki yılda bu ameliyata hazırlayabildim. Amerika'da önce kalpteki deliğin ne boyutta olduğuna bakıldı. Doktor, kalpteki deformasyonun büyük olduğunu söyledi. Kalp açıldı, dikildi ve bir damar işler hale getirildi.
Tan Sağtürk, en büyük desteği sevgilisi Bergüzar Korel'den gördüğünü söyledi: "Bergüzar her şeyim oldu. Annemin taşıması gereken sorumlulukları o taşıdı. Olmasaydı ne yapardım bilmiyorum."
Amerika’ya tatil için gittiğinizi biliyorduk. Ama birdenbire kalbinizdeki ritim bozukluğu nedeniyle operasyon geçirdiğiniz haberleri geldi.
- Doğuştan kalbimde bir delik varmış! ASD (kalbin içinde, kulakçıklar arasında delik bulunması) ameliyatı oldum.
Kalbinizde bir delik olduğunu bilmiyor muydunuz?
- İki yıl öncesine kadar bilmiyordum. Hiçbir zaman kalp atışlarımın düzensizliğini hissetmedim. Bunca zaman fark etmememin diğer sebebi de şuydu; pompalama sırasında kirli kan temiz kana karışırsa "mavi çocuk" denilen bir morarma olurmuş. İşte bu morarma, kalpte bir sorun olduğunun işaretiymiş. Ama ben hiç morarmadım. Çünkü bende temiz kan, kirli kana karışıyormuş.
Anormal bir durum olduğunu nasıl hissettiniz?
- İki yıl önce her dans ettiğimde farklı şeyler hissetmeye başladım. Sahneye çıkmadan önce yaşadığım heyecanı dizginlemekte zorluk çekiyordum. Kalbimin kapladığı alan sanki çok büyüktü. İçimde öyle büyük, kuvvetli bir motor vardı ki, bana her an bozulmaya müsaitmiş hissi veriyordu. Zaten kalbim dans sırasında normal insanlarınkinden beş kat daha fazla çalışıyormuş. Ama böyle olması bir kriz yaratmıyor, sadece ömrünüzden yiyormuş.
Sonra ne oldu?
- Yaşıtım bir arkadaşım var, adı Mişa. O da balet. İki yıl önce Mişa’nın kızının burun ameliyatı için hastaneye gittik. Hastanede beklerken aklımıza kalbimizi muayene ettirmek geldi. EKG çektirdik. Mişa’da bir şey çıkmadı, bende Aritmi (ritim bozukluğu) çıktı. Bunun üzerine Amerikan Hastanesi’ne gittim. Aritmi ile beraber hem kalp çeperinde, hem de kulakçıkta büyüme olduğunu, yani kalbimde bir delik bulunduğunu, ayrıca bir damarın da kalbin içinde ters bir yere girdiğini söylediler. Ondan sonraki tüm süreç, o kalpteki deliğin kapatılması üzerine geçti.
HER ŞEYİ AFFETTİM
Tedavi için neden iki yıl beklediniz?
- Kimseye bunu söyleyemiyordum. Kafa olarak ancak kendimi iki yılda bu ameliyata hazırlayabildim. Bir de kriz riski yoktu.
Ve ameliyat için Amerika’ya gittiniz...
- Tavsiye üzerine oraya gittim. Amerika’ya gittiğimde iki sistemle tedavi uygulanacaktı. Eğer delik küçükse, anjiyo ile kalbe girilip sadece deliğin olduğu yere şemsiye bırakılacaktı. Bu, bir günlük işlemdi. Ama Cleveland Clinic’teki Türk doktor Murat Tuzcu, bunun mümkün olmadığını, çünkü kalpteki deformasyonun büyük olduğunu söyledi. Bu yüzden ASD ameliyatı oldum. Kalbin dışından bir zar alarak o deliği kapattılar. Sonuçta kalp açıldı, dikildi ve bir tane damar işler hale getirildi.
Ameliyat öncesi, sonrası neler yaşadınız?
- Bu çok hassas bir mesele. Bunun bir ajitasyona dönüşmesini istemiyorum. Ameliyata iki gün kala, Bergüzar’la Niagara Şelaleleri’ne gittik. Orası bana çok iyi geldi. Ameliyata giderken de sedyemi taşıyan siyahi erkek hemşire, yüzümdeki endişeyi görünce Bergüzar’ın ameliyathanenin kapısına kadar gelmesine izin verdi. Bana en büyük moral bu oldu. Bir de Amerika’ya doktor olan bir arkadaşım daha gelmişti. Ameliyata girmeden önce bana "Affet. Kendini, başkalarını affet" dedi. En son gününü yaşadığını düşünen, yani o psikolojide olan bir insana söylenebilecek en doğru cümleydi bu. "İyileşeceksin, çok güzel şeyler yaşayacaksın" gibi laflar işlemiyor. "Affetmesini bil" cümlesi, Tanrı’nın yanından hediye edilmiş gibi geldi. Neyse amaliyatım altı saat sürdü. Dört günde de hastaneden çıktım. Dansçı olmamdan ve sigara içmememden dolayı vücut çok dirençliydi.
GÖZLERİMİN İÇİ GÜLÜYOR
Kalbiniz, artık olması gereken ritimde çalışıyor. Bu nasıl bir duygu?
- İnanılmaz bir farklılık. Eskiden yürüyordum, şimdi sanki uçuyorum. Eskiden yaşadığım yorgunluk hali ortadan kalktı. Normal bir insan olabilmek çok güzelmiş. Ameliyat öncesi kalbim 100’ün üzerinde atıyordu. Şimdi dakikada 65 atıyor. Hayatım yavaşladı. Hayat hızlı aktıkça, birçok şey kaçıyordu. Şimdi her şeyin tadına varıyorum. Gözlerinizin içi gülüyor ve her şeye sevgiyle bakıyorsunuz. Ama biraz bencil oluyorsunuz.
Amerika’ya aileniz neden gelmedi?
- Ailemin ameliyattan haberi yoktu. Kardeşimle ilgili çok özel bir durum yaşadığımız için annem açısından her şey üst üste gelecekti.
Bergüzar Hanım ilişkinin başından beri rahatsızlığınızı biliyor muydu?
- İlişkinin ilk günlerinde bu rahatsızlığımı ona nasıl aktaracağımı düşündüm. Bunun yolunu bir türlü bulamadım. Ama o kalpte çok hızlı bir atış olduğunu hissetti. Bunu bana söylediğinde "Senin için atıyor" dedim. Sorunlar paylaşıldıkça ilişkiler kuvvetleniyor. Sevgililik olgusu bana farklı geliyor. Bizim aramızda ilk önce çok güzel bir dostluk vardı. Yani Bergüzar sorunumu ilk anlatabileceğim kişiydi. Kuvvetli, olgun duruşuyla, her şeyimi onunla paylaşabilirdim. Paylaştım da...
O da hiç düşünmeden Amerika’ya geldi...
- Evet. Ondan başka bir şey beklemezdim. Onun yaşadıkları benden daha zordu. Çünkü altı saatlik bir ameliyat sırasında onun boynuna da bir verici takmışlar. Kalbin durdurulmasından tutun, makineye bağlanmama kadar her şeyi dakikası dakikasına o vericiye geçmişler. Sonuçta ben uyutulmuştum... Bergüzar, Amerika’da benim her şeyim oldu. Yanımda annem yoktu ama annemin taşıdığı sorumlulukları taşıdı.
Bu ameliyat insanı egoist yapıyor
Kalp ameliyatlarının kişilik değişimine neden olduğundan söz ederler...
- Evet biraz daha egoist oluyorsunuz. Kendiniz için yaşıyorsunuz. Çünkü kalbiniz o kadar düzenli atıyor ki, siz bu düzeni her zaman tutmak için uğraşıyorsunuz. Dolayısıyla kendinize daha çok değer veriyorsunuz. Benim sınırlarımın içine fazla taşan insanları çok güzel bir şekilde hayatımdan uzaklaştırabilir hale geldim. Hem olgunlaştım hem de içimdeki çocuk büyüdü.
İki ay içinde dans edeceğim
Ne zaman dans edebileceksiniz?
- Doktorum çok ağır hareketler olmamak kaydıyla iki ay içinde dans edebileceğimi söyledi.
Ameliyattan sonra hiç dans etmeyi bırakmayı düşündünüz mü?
- Asla! İnsanın başına her an her şey gelebiliyor. Her zaman "Ben yaşayacağım" azmiyle yaşamak gerek. Her şeyi bırakıp kenara çekilmek için çok gencim. Daha çok şeyler yapabileceğime inanıyorum.
Bundan sonraki hayatınız nasıl olacak?
- Hayatımda hiçbir değişiklik olmayacak. Doktorumun söylediğine göre eskisine göre yaşam kalitem çok daha artacak.
Pazar, Eylül 23
Yıldırım Mayruk :En güzel..
Yıldırım Mayruk "En güzel kadın sensin" dedi.
"Emre'yi kaybetmekten korkuyorum. İki buçuk yıl sonra hâlâ korkuyorum. Mesela bir haber çıktı. 'Emre Altuğ gece çapkınlık yaparken iki kızla yakalandı, motor bakmaya gidiyorum dedi' diye. Halbuki ben biliyorum. Okan Bayülgen'le klip çekecekler, eski model bir motor bakmaya gidecekler, gecenin bir yarısı motorcuyu açtırıyorlar. Herhalde motorcunun iki kız arkadaşı içeride, sinirin bozuluyor..."
Elele dergisine konuşan Çağla Şıkel, podyum dünyasında tartışma yaratacak bir açıklamada bulundu: "Yıldırım Mayruk, ’Şimdi bana sorsalar en güzel kadın kim diye, bu enerjiyle seni söylerim’ dedi. Ben de ’Evet, mutluyum ve podyumu özlemişim’ dedim."
Şu an hayatınızda olan Emre Altuğ nasıl bir erkek?
- Bunu çok fazla anlatmak istemiyorum aslında. Çünkü, bizim yaşadığımız ilişkide benim Emre’ye duyduğum o büyük, anlatılmaz duyguyu başkaları bilsin istemiyorum. Sanki anlatırsam bir şeyler benden gidecek. Ama Emre öyle ki, hálá çok aşığım. O, aşık olduğum erkek.
Pamuklara sarıp sakladığınız bu ilişkinin başlama hikayesi nasıl?
- Aslında ilk tanışmamız Gülben Ergen’in programında oldu. Ben onun çok ukala olduğunu, o da benim ayaklarımın çok çirkin olduğunu düşünmüş. "Ama yanlış görmüşüm" dedi sonra. (Gülüyor) Sürekli gösteriyorum ona "Güzel ayaklarım" diye! Sonra bir arkadaşımızın evinde yılbaşında karşılaştık. "Acaba mı?" diye birbirimizin aklından geçtik. Sonra bir başka arkadaşımızın doğum gününde karşılaştık. Niye görüşmüyoruz diye bir düşündük ve görüşmeye başladık.
Bu ilişkinin damağınızda nasıl bir tadı var?
- Şunu söyleyebilirim ki, hayatımda hiçbir ilişkimde bu kadar emek vermemiştim. Bu kadar enerji harcamamıştım. Hissettiklerimin iki buçuk yıl sonra bile ilk günkü gibi olduğunu söyleyebilirim. Çok zor bir ilişkimiz var bizim. Hakikaten çok zor!
Onu kaybetmekten korkuyor musunuz?
- Evet, belki de bu kadar anlatmak istemememin nedeni kaybetme korkum. İki buçuk yıl sonra hálá korkuyorum. Özellikle bizim camiadaki ilişkiler çok çabuk yıpratılıyor. Mesela bir haber çıkmış: "Emre Altuğ gece çapkınlık yaparken iki kızla yakalandı, motor bakmaya gidiyorum dedi" diye... Halbuki ben biliyorum. Okan Bayülgen’le klip çekecekler, eski model bir motor bakmaya gidecekler, gecenin bir yarısı motorcuyu açtırıyorlar. Herhalde motorcunun iki kız arkadaşı içeride. Sinirin bozuluyor...
Sizi bir arada tutan o efsunlu duygu nedir?
- Çok denememize rağmen birbirimizden vazgeçemiyor olmamız. Birbirimize duyduğumuz aşka aşığız aslında!
Basında hep kavga ettiğiniz yazılıyor...
- Size yemin ederim, hiç aslı astarı olan şeyler değil bunlar. Kavga ettiğimiz, tartıştığımız dönemler tabii ki oluyor. Evet ayrıldık ama asla yazılıp çizildiği kadar ayrılık olmadı.
Kendi içinizde zorlandığınız noktalar ne oldu?
- Karşılıklı güven duymayla ilgili oldu.
Bir röportajınızda "Geriye baktığımda ağlayasım geliyor. İleride kendimi görmek istediğim tek an, bebeğimi kucağıma aldığım an" demişsiniz.
- Bunu kesin canımın yandığı bir dönemde söylemişim... Ama hep çocuk istedim hayatımda. Sevgilinizle evlilik, bebek planlarınız var mı?
Kişisel bakımlarınızın dışında neler yapmayı seversiniz?
- Meditasyon yapıyorum. Ama kendimi sadece karanlık hissettiğimde yapıyorum. Resim yapmak benim için bir terapi. Özellikle Emre Amerika’ya gittiğinde 3-4 tane tablo birden yapmıştım. Çok özel! Onun evinin her katında benim bir tablom vardır. Çok aşkla yapılmış şeyler.
Hasret tabloları yani...
- Biz uzak kalınca arıza çıkarmaya başlıyoruz hemen. Hassas bir dönemimdi. İki-üç gün bile ayrı kalınca tırmıklamaya başlıyoruz birbirimizi.
Ayrı kalamıyorsunuz. Peki birlikte mi yaşıyorsunuz?
- Yok hayır, ben ailemle yaşıyorum. O yalnız yaşıyor. Ama dediğim gibi pek ayrı kalamıyoruz.
Moda sektöründe nasıl bir duruşunuz ve yeriniz var sizce?
- Bu yıl 10’uncu yılım. Çok sağlam bir duruşum olduğunu düşünüyorum.
Mesleğinizde sizi farklı kılan ne?
- Podyumda beni en özel kılan şey, insanların önüne geçme çabamın olmaması. En arkada olsam da enerjimle en iyi olabileceğimi bilme rahatlığı, özgüveni. Yıldırım Mayruk, daha podyuma çıkmadan, "Şimdi bana sorsalar en güzel kadın kim diye, bu enerjiyle seni söylerim. Herhalde hayatının en güzel günlerini yaşıyorsun" dedi. "Evet, mutluyum ve podyumu çok özlemişim" dedim.
Tasarımlarımı kendim yapıyorum
Markanız Shick-L’den biraz bahseder misiniz?
- Kendim için aksesuvarlar yapıyordum. Bir şapka ya da bandana alıyordum, sonra da bu ne kadar parıltısız diye, annemle Eminönü’ne gidip taş alıp üzerine işliyordum. Sonra çok beğenildi, çok istedi arkadaşlarım. Hiç aklımda yokken Lobi’nin ortağı Tuvana Büyükçınar, "Neden birkaç parça yapıp mağazada satmak için vermiyorsun" dedi. Satışlar çok iyi gitti. Şimdi yaz için 15 tane örgü bikini yaptık.
Bikinileri de siz mi örüyorsunuz?
- Aslında örebiliyorum ama yetiştirmem mümkün değil. Ben renkleri seçiyorum, evdeki yardımcımız Leyla Hanım örüyor. Sonra da taşlarını işliyorum.
Markalaşma planınız var mı?
- Bir ekip kurmam gerekiyor öncelikle. Şimdilik çok fazla vaktim yok.
Akmerkez’deki gayet profesyonel bir defileydi
Medya önünde hiç hata yaptığınız bir dönem, ya da olay oldu mu?
- Aslında olmadı. Yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Ne Yüksel Ak’la, Şenol İpek’in evliliğindeki "Tostumu yedim, geliyorum" mesajında, ne de Akmerkez olayında. Benim hiçbir kabahatim olmadı. Ama basında farklı yansıtıldı.
Akmerkez defilesini niye sansasyon olarak yorumluyorsunuz?
- O hale getirildi.
Nedir şu Akmerkez olayı?
- Herkes sustu, ben konuştum o zaman da. Hálá da susuyor insanlar. Niye konuşmuyorlar anlamıyorum. Defile önce Klasis Otel’deydi. Neşe Erberk böyle söylemişti. Sonra yer değişti, Akmerkez Residence oldu. Defilemizi yaptık, döndük. O kadar... Gayet profesyonelce bir defile yapıldı, o kadar.
Elele’den Seksi Anneler kitabı hediye
Röportajın devamını Elele’nin eylül sayısında okuyabilirsiniz. Elele, eylül sayısında herkese "Seksi Anneler" kitabı hediye ediyor. Kitap, aşk hayatından gelen zevkleri, anneliğin zevkleriyle bütünleştirmek isteyen kadınlar için yazıldı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)