Pazartesi, Aralık 24

Dalga Geçmiyorum


Kimseyle dalga geçtiğim yok

Şu sıralar Sibel Alaş tartışılıyor... Onca albümden sonra yeni radyo programında yaptığı sivri eleştirilerle bir kez daha gündeme gelen ve Bülent Ersoy’dan Sezen Aksu’ya kadar hiçbir "tabu" tanımayan Alaş, Tempo dergisine konuştu.

Üniversitede Amerikan Edebiyatı bölümünü bitirmiş, müziğin eğitimini almış, kültürlü bir genç kadın Sibel Alaş. Başarılı albümlere, ünlü şarkıcılara verdiği beste ve şarkı sözlerine rağmen, bir magazin starı olmamış ya da olamamış. Başka bir deyişle, "ünü" televizyon ekranlarından her gece evlerimize taşınmamış. Konuştuğunuz zaman anlıyorsunuz ki bu, onun kendi seçimi. "Benim bir hikáyem yok" diyor ama yaşamı, dram sayılabilecek öyküler barındırıyor.

On yıl önce Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan aldığı kızı için velayet savaşı veriyor ve beynindeki hastalık nedeniyle beyin kanaması riskiyle yaşıyor. Bunlara rağmen, her sabah Radyo Mega’daki "Desibel" programında neşe içinde şakıyor. Üstelik bu şakıma, birkaç hafta içinde medyada yaklaşık 600 habere neden olmuş. "İki saatlik program içinde sadece bu 10 dakikanın böylesine ilgi görmesi beni şaşırttı" diyor ama bu öyle bir 10 dakika ki, ünlü şarkıcılardan mankenlere kadar Alaş’ın sivri dilinden herkes payını alıyor.

Bir süre ortalıkta görünmediniz. Sonra aniden Radyo Mega’daki "Desibel" programınızla yeniden gündeme geldiniz. Bu proje nasıl gelişti?

- Aslında müzikten kopmamıştım. Başkalarına şarkılar yapıyordum. Mega Radyo yeniden yapılanınca bu teklif geldi. "Becerebilirsem yaparım" dedim. Becerdim de galiba...

Programınızda Deniz Akkaya’nın, "Birçok arkadaşımın içime girmesine izin verdim ve ben öyle her arkadaşımı içime alan biri değilimdir" cümlesiyle dalga geçiyorsunuz. Böyle durumlarda tepki alıyor musunuz?

- Dalga geçmiyorum, tepki de almıyorum. En azından karşı tarafın bunu anlayacak kadar zeki olduğunu düşünüyorum. O cümleyi, ünlülerin gaflarını, dil sürçmelerini toplayan bir kitaptan aldık. Bunlar sadece komik şeyler.

Dil sürçmeleri diyorsunuz ama, Bülent Ersoy ve Armağan Çağlayan’ın evliliğine de takmışsınız...

- Evet. O olaya çok kızıyorum. Bu iki insanın haftanın yedi günü haber yaratacak şeyleri yapıp, sonra da "Neden basın bizimle uğraşıyor?" demelerine çok takıldım. Ben artık Armağan ve Bülent Ersoy’u her gün televizyonda görmek istemiyorum.

Müzik sektöründeki tabulardan da söz etmişsiniz. Bülent Ersoy ve Zeki Müren’i saymışsınız...

- Sezen Aksu’yu da saydım. Bu insanlarla ilgili fikrinizi söyleyemiyorsunuz. Bülent Ersoy ve Zeki Müren’i eleştirmek, onların sanatçılığına gölge düşürmez ki...

Ama Sezen Aksu onlar gibi bir örnek değil ki. Aksine, özel yaşamını hep geriye çeken bir insan...

- Aynı konsept içinde geçmemişti zaten ikisinin ismi. Sezen Aksu’nun da eskiden yabancı parçaları alıp üzerine Türkçe söz yazdığını söyleyemezdiniz ki. Üstelik bu kötü bir şey değil.

"Bu tür cümlelerin bu kadar ilgi çekeceğini bilmiyordum" diyorsunuz. Bunun reyting için yapılmadığına emin misiniz?

- İlgi çekmek için o kadar çok konu var ki. "Beynim hasta" diye her doktora gidişimde peşime kamera takmıyorum. Ama tırnağı kırılınca kameraları çağıran ünlüleri görüyoruz.

Programın diğer bölümlerinde neleri işliyorsunuz?

- Kültür sanat haberleri veriyoruz, albümleri tanıtıyoruz. Televizyondaki yarışma programlarına takıldık. Pop Star Alaturka’da üç dakikalık bir şarkı için yapılan 33 dakikalık yorumlar bize çok komik geliyor. Şimdi bir yarışma programı daha başlamış. Nihat Doğan ve Ahu Tuğba ideal erkek yetiştiriyorlarmış. Bundan daha absürd bir şey olabilir mi?

Belki de Buzda Dans yarışmasında yaşananlar...

- Geçen gün programda şunu söyledim: "Herhangi bir çatışmaya Sema Çelebi’yi gönderin, zafer kaçınılmaz." Çünkü "En çok kavgayı ben çıkarıyorum. Hande Ataizi benden nasıl daha fazla para alabilir?" diye bir açıklaması var. İzin verin de ben bunlara kahkahalarla güleyim.

Kızınız Tuğçe’yi Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan koruyucu anne olarak aldınız. Sonra biyolojik ailesiyle aranızda bir velayet savaşı başladı. Üç buçuk yıldır süren bu dava şimdi hangi aşamada?

- Bürokrasi nedeniyle hálá bir sonuca bağlanamadı. Bir belge ya da bir tanık gelmeyince, her celse üç dört ay ileriye atılıyor.

Tuğçe’yi etkiliyor mu bu durum?

- Hayır. Tuğçe bebekken ben onun annesi oldum. Psikologların tavsiyesiyle, altı yaşındayken bu durumu ona anlattık zaten. Tuğçe benden daha sağlam bir çocuk çıktı. Benim sinirim bozulduğu zaman, o teselli ediyor.

Bu dava Tuğçe’nin mirasçınız olması için mi açıldı?

- Evet. Soyadımı aldığında, ben ölünce yasal işlemleri yapabilecek. Tek derdim onun geleceğini garanti altına alabilmek. Üç buçuk senedir çocuğum benden alınıp sosyal hizmetlere götürülmesin diye savaş veriyorum. Bu savaşı kazanıp kazanmayacağımı da bilmiyorum.

Karşı tarafın da haklı olabileceğini hiç düşündünüz mü? Çünkü sonuçta biyolojik annesi o...

- Açıkçası hiç düşünmedim. Kanuni olarak onların da çocuklarını görme hakları var. Biz 10 seneye yakın zamandır Tuğçe ile birlikteyiz. Ama neden benim adım ortaya çıkmadan önce çocuklarını bir kere bile görmeye gelmediler?

Her an beyin kanaması riski ile yaşıyorum

- Beyninizdeki hastalık nedir?

Milyonda bir görülen bir hastalık. Beynimde olmaması gereken ve birbirine dolanmış bir damar topluluğu var. Kısaca beyin kanaması riskiyle yaşıyorum.

- Tedaviniz devam ediyor mu?

Sonucunu bekliyorum tedavinin. Yüzde 85 iyileşecek. Çok takılmıyorum. Hayat olasılıklardan ibaret.

Deniz Uğur’un açıklaması nevrimi döndürdü

- Tamer Karadağlı’dan ayrıldıktan sonra, Deniz Uğur’un açıklamasını da fena halde eleştirmişsiniz. Bunlar özel hayata, dedikoduya girmiyor mu?

Bir sabah gazeteyi açtım, Deniz Uğur’dan, "Oğlumu ikinci kez babasız bıraktı" diye bir açıklama... İşe çocuklar karıştırıldığı zaman benim nevrim dönüyor. Bazı laflar da öyle yaralıyor ki insanı. Mesela Aysu Kayacı bir davada ifade vermeye gitmemiş. Polis zoruyla götürüleceği yazılınca da isyan ediyor: "Adalet Bakanlığı benimle reklamını mı yapıyor" diyor. Git ver ifadeni.

Hiç yorum yok: