Cuma, Kasım 23
Kerem: Kadınlara Yaklaşamıyorum
Dayımla ortak yönümüz yalnızlık
Kerem Alışık, kadınları şiirlerine taşıdığını ama gerçek hayatta onlara kolay kolay yaklaşamadığını söyledi.
İkinci şiir kitabı "Öyle Sever Gibi Bakma/Alışık Değilim"i piyasaya süren Kerem Alışık, kadınları şiirlerine taşıdığını ama gerçek hayatta onlara kolay kolay yaklaşamadığını söyledi: "Kadınlara çok kolay yaklaşıp konuşabilen, hoşlandığını gösteren bir yapım yok... Ben o aşk denilen büyüyü yaşayıp öldürmektense, yaşamadan büyütmeyi tercih ediyorum."
İlk kitabın üzerinden bayağı zaman geçti. "Alışık değilim" diyorsunuz ama yine edebi bir birikim var içerisinde...
- İçimde ne varsa, ne geçiyorsa, neden etkilenmişsem, neyi gözlemlemişsem, neye sevdalanmışsam onları yazdım.
Duygularınızı hep şiirlerle mi ifade ediyorsunuz? İç dünyanızın karmakarışık olduğunu şiirlerinizden anlayabilmek mümkün...
- Aslında ben kendini çok iyi ifade edebilen biri değilim. Duygularımı kendi içimde saklıyorum. Bugüne kadar hiç kimseye açmadığım sırlarımı, yenilgilerimi, sevinçlerimi ve üzüntülerimi hep dayımla (Attila İlhan) paylaştım. Annem ve babamdan utanırdım, onların objektif bakamayacağını düşünürdüm. Dayım en yakın arkadaşımdı. Ona çok şey anlatıyordum. Yakın zamanda kendisini kaybettiğim için onun eksikliğini hissediyorum. Atila İlhan gitti, geriye kağıt ve kalem kaldı. Kendi içimde paylaşamadığım duyguları kağıt ve kalemle paylaşıyorum.
Bazı şiirleriniz kendisine yazıldığını bilmeyen kadınlar için. Neden böyle bir paylaşım tarzı seçtiniz bir kadına yaklaşmak dururken? Kendinize acı çektirmeyi seviyor musunuz?
- Kendime acı çektirmeyi sevmiyorum ama acıdan, hüzünden besleniyorum. Beni tanımayan insanlara yazdığım şiirler de var. Mesela "Masal Kızı" adlı bir şiir var kitapta, Beşiktaş’ta karşılaştığım bir kıza beslediğim hisleri anlatıyor. "Tutsak", "Ak Yüreklim" gibi şiirlerimdeki kadınların kendilerini tahmin edeceklerini sanmıyorum. Tahmin ederlerse de şaşırırım açıkçası.
Yasak bir aşk var şiirleriniz arasında. Bildiğimiz anlamda bir yasak aşk mı burada anlatılan?
- Şartların uygun olmamasından kaynaklanan bir yasaklıktan söz ediyoruz. Bu medeni hál de olabilir, mesafe de.
Kadıncıkları hazırlarken mi "Fahriyeler" isimli şiirinizi yazdınız?
- Bu daha önce yazdığım bir şiirdi. Genelevde çalışan, yolda beni görüp arabamı durduran ve kızının bana olan sevgisini anlatan, imzalı bir resim isteyen, hayatın darbesini yemiş kadın için yazdım "Fahriyeler" şiirini. Aslında hepsinin yüreğinin temiz olduğu, namus kavramının uzağına düşmüş gibi görünseler de namusuyla para kazandıklarını düşündüğüm için ortaya çıktı bu şiir. Onların da bir hayatı, namus anlayışı, evleri, kızları, oğulları var. "Kadıncıklar" oyunuyla da bu şiir çok örtüştü.
Kitabın arkasındaki Attila İlhan mektubundan, bu kitabın dayınıza verilmiş bir sözün yerine getirilmesi olduğu ortaya çıkıyor...
- Dayım beni hep şiire teşvik etti. Ama yazdığım şiirleri dayıma göstermeye çekindim. O benim için büyük ustaydı.
Sonra nasıl okuttunuz şiirlerinizi?
- Kitap ve kaset için teklifler gelince, şiir yazdığım da bilinince bir gün çalıştığı dosyaların içerisine iliştirdim. Okudu, beğendi. "Tarzını bul, benim etkimdesin" dedi. Ben de "Hep seni okudum, seninle şiiri sevdim ve tabii ki hep senin etkinde olacağım" dedim. Daha sonraki sohbetlerimizde şiir, sanki bizim hep dışımızda bir konu olarak kaldı.
Galiba dayınız gibi hep yalnızlığı seçmişsiniz...
- Yalnızlık bizim ortak hayat görüşümüzdü. Dayım "Biz yalnızlıkla yetinmeyi ve yaşamayı bilen insanlarız. Bize onun için hayret ediyorlar. Sen de öylesin" derdi. Bazen bana "Bu kadar da olmaz git paylaş hislerini kadınlarla..." gibi
tavsiyelerde bulunurdu. O yüzden benim şiirle yaşayacağımı çok net biliyordu.
Anneniz, oğlunuz peki? Onlarla da mı konuşamazsınız?
- Annenize söyleseniz etkilenebilir, objektif ve sağlıklı bakamayabilir. Oğlumla daha bu konuları konuşan bir baba değilim ben. Kendimi oğluma anlatmam. Onunla arkadaşım ama belirli dengelerim var. Oğlumla maç seyrederim, hayatı güzelce paylaşırım ama kendi içimde yaşadığım cehennemlerimi ona anlatmam. Onunla arkadaşlığım o noktada biter. Bu duygunun güvenle de bir alakası yok.
Yerinde Olsam Erkek diye...
Erkek diye dolaşmazdım
Kasım sonunda "Aslolan Ben" adlı altıncı solo albümünü çıkaracak olan Pınar Aylin, Kelebek’e bomba gibi açıklamalarda bulundu.
Sekiz yıllık eşi Mert Tokatlıoğlu’ndan bir yıldır boşanamayan Aylin, "Benden istediklerini vermediğim için bu iş bu kadar uzadı. Ben olsam utanırdım erkek diye ortalarda böyle dolaşmaya" dedi.
Bir yıldır sesiniz soluğunuz çıkmıyor. Nasılsınız, neler yapıyorsunuz, keyfiniz yerinde mi? Özel hayatınızdaki fırtınalar dindi mi, boşanabildiniz mi?
- Çok iyiyim, ama hálá boşanamadım. Tam bir yıl oldu! Neyse, bir buçuk yıldır yeni albümümün hazırlıklarıyla uğraşıyorum. Kısmetse kasım sonu gibi "Aslolan Ben" müzik marketlerde olacak. Bu, müzik kariyerimdeki 6’ncı albüm. "Aslolan Ben", biraz kendimle dertleştiğim bir çalışma oldu. İlk defa bu albümde işime dört elle sarıldım.
Albümünüze daha sonra döneceğim. Eşiniz Mert Tokatlıoğlu ile sekiz yıl süren evliliğin ardından, geçtiğimiz yıl boşanmaya karar verdiniz. Ne oldu? Çünkü sizinki büyük bir aşktı. Bu uğurda hiç düşünmeden mesleğinizi bile bırakmıştınız...
- Doğru... Mert ile mesleğimin zirvesindeyken, tam patladığım dönemde, her şeyi bırakarak evlendim. Çünkü gözüm hiçbir şey görmedi. Ben çok aşık olmuştum, o da bana çok aşıktı. Bizimkisi tam bir aşk evliliğiydi. Evliliğimizde hiçbir zaman kriz olmadı. Mert’le aramdaki aşkı evlilik değil, başka şeyler bitirdi.
Aşkınız neden bitti?
- Evlilik paylaşmaktır. Hayatta ve evlilik içerisinde kadın ve erkeğin belirli rolleri vardır. O roller değiştiği ya da değişmeye yüz tuttuğu zaman aşk biter, sorunlar başlar.
Yani evliliğiniz roller değiştiği için mi bitti?
- Evet...
Şu rol değişiminden bahseder misiniz?
Erkek birazcık evine, işine, karısına sahip çıkmalı diye düşünüyorum. Kibarca söylemek gerekirse, Mert biraz daha sorumluluk sahibi olsaydı, bu aşk belki de bitmezdi. Ama yavaş yavaş o bardak taşıyor ve bardak taştıktan sonra saygı bitiyor. Benim açımdan esas mesele bu. Saygı bittiği zaman, aşkı da kaybediyorsun ve ben bunu çok zor kabullendim. Önceleri sabrettim, ama iki yıl önce bir ekim sabahı patladım, dayanamadım artık...
Hangi durum patlamanıza neden oldu?
- Hep iteleyerek olmuyor... Bunlar çok özel konular. Bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum.
Eşiniz bir röportajında, "Ben Pınar’ı tanıdığımda da mini etek giyerdi. Dolayısıyla onun kıyafetlerine karışmam, istediğini giyer" demiş. Sizi hiç kıskanmaz mıydı?
- Yok, kıskanmazdı. Bu anlamda hiç zorluk çekmedim. Tam tersi giyinip süslendikçe bana ne kadar güzel olduğumu ve benimle gurur duyduğunu söyleyen bir erkekti. Ama kadın ne kadar güçlü olursa olsun, her zaman erkeğin varlığını hayatında hissetmek ister. Ben de bunu istedim ama hiçbir zaman hissedemedim. Hissedemeyince de aşkım çok büyük olmasına rağmen bitti. Belki bir şey yapabilirim diye kendimi çok zorladım, olmadı.
Peki hiç onunla bu konuları konuştunuz mu?
- Çok konuştuk. Yaşadığım bütün sıkıntıları anlattım. Hep dinliyor ve "Haklısın" diyordu. O kafasını önüne eğip "Haklısın" dedikçe, "Bu adamı nasıl bırakacağım" diye ağlardım.
Peki bu dönemde gönlünüzün kaydığı biri oldu mu? Çünkü Mert Bey aldatıldığını iddia ediyor.
- Öyle bir şey olmadı. Ama bir insan "acaba mı?" diye şüpheye düştü mü, olmaz. Benim de "acaba mı" dediğim oldu. Çünkü çok başıboş bırakılmıştım, yalnızdım.
Yani evliliğinizin son döneminde başka bir erkeğe karşı özel şeyler hissetmeye başladınız...
- Acabalar zaten senin o kabul etmediğin şeyin aslında var olduğunu kanıtlıyor. Mert’ten hanlar, hamamlar istemedim. Tekrar söylüyorum, tek istediğim şey aşkına, ailesine ve işine sahip çıkan bir erkek olmasıydı. Öyle olsaydı, onunla ömür boyu yaşardım. Olmadı! Dolayısıyla hayatımda kocaman duygusal bir boşluk oluştu. Bunu hissettiğim an kaçtım, hálá da kaçıyorum. Çünkü yasal olarak evliliğim bitmeden, karşımdakine de yazık edeceğim, ilişkiye 1-0 mağlup başlayacağım. Neden böyle bir şeye gireyim ki? Kendimi kapattım. Olacaksa, her şey bittikten sonra doğru düzgün olsun istiyorum.
Sonra ne oldu?
- Geçen yıl haziran ayında Çeşme’ye, yazlığa gittik. Temmuz gibi de "Bu iş olmayacak, kızımız Maya daha fazla gerginlik yaşamasın. Evi boşalt ve kendine kalacak bir yer bul" dedim. O zamana kadar hep olumlu yaklaşan ve "Sen nasıl istersen" diyen adam bir anda değişti, başka bir adama dönüştü.
Nasıl?
- Mert’in dava dilekçesini bir okusanız, şaşırırsınız. Beni öyle bir yansıtmış ki, şok oldum!
Ne yazıyordu dilekçesinde?
- Neler neler yazmıyor ki! O dava dilekçesine göre ben feci bir kadınım. Okuyunca saatlerce ağladım. Çünkü çok ağrıma gitmişti. Her satırı çok çirkindi. Şimdi gülüyorum... Ben bir erkek olsam, bırak karıma böyle davranmayı, "taleplerim var" gibi bir şeyi de asla söylemezdim. Benim gördüğüm erkek figürü asla bu değil.
Siz boşanma davası açtıktan sonra Mert Bey, çıplak pozlar verdiğiniz, sıra dışı klipler çektiğiniz ve yatta bir erkekle buluştuğunuz için evliliğinizin bittiğini açıkladı... Ne diyorsunuz?
- Esquire dergisine çıplak poz verdiğim zaman, kendisi çıkıp "Karımla gurur duyuyorum, hatta kareleri ben seçtim" dedi. Sonradan "Gay’lerle klip çekiyor" dedi. Ama kamera arkası görüntülere bakın; o da yanımdaydı ve gayet güzel eğleniyordu. İlk tanıştığımız andan beri klasik Türk erkek mantığında olmayan, son derece modern bir adamdı Mert. En acısı da beni "aldatan kadın" durumuna düşürmesi. İftira attığı kadın, çocuğunun annesi...
Nedir bu yatta bir erkekle buluşma mevzusu?
- Hiçbir şey. Ne yapmaya çalışıyor anlamıyorum. Belki de terk edilmenin yarattığı bir sendrom yaşıyor ve bu yüzden savaş başlattı. Defalarca, "Yapma... Anlaşalım, uzlaşalım, bir çocuğumuz var, bize yakışan şekilde bitirelim" dedim, hep "Hayır, sen bundan sonra göreceksin" dedi ve olmadık şeyler yaptı.
Jipinizi ve bankadaki birikiminizi aldı değil mi?
- Jipi aldı. Ama o da kayıp. Ne kendisi kullanıyor ne de kapısının önünde duruyor... Satmış olsa araba benim üzerime... Saklıyor jipi. Ne yapmaya çalışıyor, anlamıyorum.
"Benden daha fazla şeyler talep ediyor" dediniz. Neler talep ediyor? Sizinle paranız için evlenmiş olabileceğini düşünüyor musunuz?
- Bir takım talepleri var. Ben ona bir şeyler vermek, ortak bir noktada uzlaşmak istedim ama kabul etmedi. Neyin ne olduğu, kimin üzerine olduğu, ne zaman yapıldığı ortada. Dolayısıyla yasalar ne gerektiriyorsa o yapılacak. Bu yüzden de dava bir yıldır sürüyor. Amacı benden bir şey almak mı, yoksa beni süründürmek mi, bunu çözemedim. Eğer amaç bir şey almaksa, o zaman bu evliliğin başından beri hesap kitap varmış. Çok ince düşünülen feci bir durum. Eğer beni üzmekse, uğraştırmaksa amacı, kendisinin bir kız arkadaşı var. Gazeteciler sürekli onu sıkıştırıyor. Bu işi uzatarak kendisine de zarar veriyor.
Yeni albümünüzde yer alan sözü ve müziği size ait "Aslolan Ben" adlı şarkınızda yaşadıklarınızı, duygularınızı dile getirmişsiniz. Diyorsunuz ki "Ben olsam utanırdım erkek diye çıkmaya, utanırdım ortalarda böyle dolaşmaya"...
- İçimden ne geldiyse onları yazdım. Çok samimi. Şarkılarımı dinleyenler, yaşadığım sıkıntıların şarkılara çok güzel yansıdığını söylüyor.
İkinci el bir erkek bekliyorum
Bir de "Çanta" şarkınız var. "Aşklar da artık çantalar gibi sahte" diyorsunuz. Çok komik bir benzetme...
- "Çanta" aslında bir sembol. O kadar sahte olan şey var ki hayatımızda. Bırak somut şeyleri, insanların ilişkileri bile sahte. Baktığınız zaman domatesler bile sahte. Etrafıma bakıyorum, genç kızlardan tutun da bizim yaş grubumuzdaki kadınlara kadar herkes, gerçeğini bulamamaktan şikayetçi. Erkekler için de kadınlar öyle. Kadınlar için iş çok daha zorlaştı. Annelerimizin zamanındaki ilişkiler, mumla aranır hale geldi. Allah bundan sonra inşallah gönlüme göre verir, çünkü ne istediğimi çok iyi biliyorum. Adam gibi adam istiyorum. Her şeyiyle! Ama zor, bunu da biliyorum. Çünkü benim dengim 40 yaş grubudur. E o yaştaki adam gibi adamların çoğu da evli. Bir arkadaşımın, "Artık ikinci elleri bekleyeceğiz" demişti. Doğru... Vintage-man’leri bekliyoruz yani.
Boşanma davası en fazla 2-3 celse sürer
Bir ara gazetelere "Bu işi uzatmasın, elimde onunla ilgili resimler var" dediniz. Elinizde nasıl resimler var ve bunları mahkemeye verdiniz mi?
- Öyle bir şey demedim... Elimde de öyle bir şey yok.
15 Kasım’da mahkemeniz vardı, ne oldu?
- Ocak ayına ertelendi. Artık sonuna yaklaştık inşallah. "En fazla 2-3 celse daha devam eder" dedi avukatım. Bir onun, bir benim şahitlerim dinlenecek, ondan sonra karar çıkar sanırım.
Şebnem Özinal: Evlilik
Evlilik bana çok iyi geldi
Şebnem Özinal, uzun aradan sonra yeniden televizyon izleyicisinin karşısında... Star TV’deki "Orada Neler Oluyor" programının yeni sunucusu olan Özinal, Elele dergisine verdiği röportajda kariyer planlarını, evliliğini ve çocuk hayallerini anlattı.
Evlendikten sonra sizi uzun süre tiyatro dışında hiçbir projede göremedik. Sizi ekrandan uzak tutan neydi?
- Birçok kişi öyle düşünse de, uzak kalmamın sebebi evliliğim değildi. Zaten geçen yıl sadece tiyatro oyunlarına devam ettim. Allah’tan Şefik de çok anlayışlı bir adam. Benim kaliteli işlerde başarılı olmamı istiyor. Her türlü işimde de bana destek veriyor. Doğruyu söylemek gerekirse, evliliğimizin ilk dönemlerinde bocalamadık değil... İnsan bu yaştan sonra evlenince tereddüte düşüyor açıkçası; nasıl bir ev kadını olurum, işle ev nasıl dengelenecek diye... Geçen yıl, her gün oyunumuz vardı. Gece yarısı eve gelip yemek yapıyordum. Ve bir şekilde rayına oturdu her şey...
Yeni dizi oyuncuları hakkında neler düşünüyorsunuz? Beğendiğiniz isimler var mı?
- Oyunculuk eğitimi alıp da oyuncu olanların sayısı çok az. Bu bir yandan sevindirici bir yandan da üzücü. Eğitimsizlik çok kötü bir şey. Pırıl pırıl gençler camiaya bir anda girip bir anda da yok oluyorlar. Üniversite eğitimi almaya üşeniyorlar resmen! Halbuki, ailemizin verdiği parayla idare eden, daha fazlasını istemeyen bir gençlik yaşadık biz. Şimdiki nesil hemen altına araba istiyor, ailesinden ayrı eve çıkmak istiyor. Bu da bir tür hazımsızlık yaratıyor. Ben bu yaşta hálá sinema üzerine master yapmayı planlıyorum.
İleride oyunculuk üzerine eğitim vermeyi düşünüyor musunuz?
- Bu yıl Ali Poyrazoğlu bir workshop atölyesi açacak. Belki orada çeşitli seminerler ve eğitimler verebilirim. Gençlerle iletişim içinde olmak insanı gerçekten çok geliştiriyor. Zaten tecrübeyi ne için kazanırsın ki? Birileriyle paylaşıp faydası olmalı.
Normalde soğuk ve mesafeli bir kadın olarak tanımlanıyorsunuz. Aslında tanıyınca tam tersi...
- Evet, beni soğuk olarak tanımlıyorlar. Karakterimle ilgili bir durum bu. Benim öyle aman aman çok kız arkadaşım da yoktur. Kendimle olmayı seviyorum. Bunca zaman evlenmeye karar veremememin de sebebi bu. Ablam sık sık aileme karşı vefasız olduğumdan yakınır. Bir de sanat camiasında kendimden yaşça büyüklerle samimiyim. Haldun Dormen, Göksel Kortay en iyi arkadaşlarım.
Evlendikten sonra neler değişti hayatınızda?
- Evlenmeden önce, yani yalnız yaşarken sadece işinize odaklanıyorsunuz. Dışarıda yemek ye ya da arkadaşlarınla görüş... Sıkılıyordum kendi kendime. Oysa şimdi hayat çok daha güzel, evlilik bana iyi geldi. Mesala, çekimler olmadığı zaman hep evdeyimdir. Evime ve eşime vakit ayırıyorum. Bir de çok şaşırsalar da bizim aslında çok sakin bir hayatımız var. Şefik de Laila’yı bırakıp inşaat işleriyle uğraşmaya başladığından beri, oyun olmadığı geceler saat 24:00 dedin mi, biz uyuruz. Sabah en geç 09:00’da kalkıp kahvaltımızı ederiz. Çok düzenli ve sakin bir hayatımız var.
Bebek planları var mı peki?
- Anne olmayı çok istiyorum şu anda. Ama insan ister istemez tereddüt ediyor, işle bebek nasıl olacak diye... Aslına bakarsanız, ilk evlendiğim zamanlar anne olmayı hiç düşünmüyordum. Ama son bir aydır aklımdan bebek fikri çıkmıyor diyebilirim. Hep derler ya, insanın kendini hazır hissetmesi lazım diye... Ben hiçbir zaman kendimi hazır hissetmeyeceğim, çünkü işimi çok seviyorum. Geç kaldığımı biliyorum ama bir gün anne olacağım.
Şefik Öztek’in iki oğluyla aranız nasıl?
- Anneliği yaşıyor muyum diye soruyorsanız, hayır. İkisi de koskocaman çocuklar. Onlarla arkadaş gibiyim. Bize geldiklerinde birçok şey öğreniyorum her ikisinden de. Anneliği tatmam için küçük bebek olsun, onu ben büyüteyim...
Hırslı bir kadın mısınızdır?
- İkizler burcu olduğum için arada bir biraz dengesizleşebiliyorum. Bazen de hırslı olacağım dönemlerim geliyor. Aslına bakarsanız, hırslı olmasaydım 19 yaşımdan bu yana çalışıyor olmazdım ve bu noktaya gelemezdim. Mücadeleci olmak gerek. Ama ne yalan söyleyeyim, bu kadar mücadele yoruyor insanı...
Evde Şefik’in sözü geçer
Evde kimin sözü geçer?
- Şefik’in... Ama biraz da inanırım "Evde erkeğin sözü geçer" gibi şeylere... Şefik’in deneyimlerine çok güvenirim. Aramızda zaten 8 yaş var. İyi ile kötüyü bir bakışta ayırabiliyor. Ben de tam tersine insanlara yüzde 100 krediyi hemen açarım, saf yönüm vardır.
Ev işlerinde size yardımcı olur mu Şefik Bey?
- Yazları beş ay boyunca Bodrum’da yaşıyoruz. Orada bulaşığından temizliğine kadar her şeyi kendimiz yapıyoruz. Yardımcımız yok yani. İstanbul’a oyun için gelmek zorunda olduğumda, kendini idare edebilmişti Şefik... Ya da eve yorgun argın geldiğimde yemeği Şefik yapıyor. Yanlış anlamayın, sadece mutfağa giriyor. Geçen gün salçalı suda makarna yapmaya kalktı.
Bizim evde tartışma olmaz
Çok sık tartışır mısınız?
- Benim dikbaşlı yönüm, onun da çabuk sinirlenme özelliği zamanla törpülendi. Kavga ya da tartışma olmaz bizim evde. Ayrı vakit geçirdiğimiz odalarımız var. Bir parça gerginleşsek hemen uzaklaşıyoruz birbirimizden.
Birbirinize sık sık sürpriz yapar mısınız?
- Kavgaya vardırmadan olayı, susmasını biliyoruz. Aksi olsa huzursuz bir hayatı sürdürmenin anlamı yok ki! Evde sürekli kavga varsa, yollarınızı ayırırsınız... Ama bir keresinde tam 3 gün küsmüştüm kendisine.
Hülya Koçyiğit: Hep Kıskandım
Jane Fonda’yı hep kıskandım
Fox’ta yayınlanan "Aşk Eski Bir Yalan" adlı dizide, torunuyla yaşayan bir babaanneyi canlandıran Hülya Koçyiğit, "Anne babalar çocukları terbiye etsinler, dedeler ve babaanneler de onlara sevgi versinler" dedi. Ünlü sanatçı, röportaj sırasında Jane Fonda’yı her zaman çok kıskandığını da itiraf etti.
Hülya Koçyiğit, hep "iyi insan"... Hiç mi hayatınızda sansasyon yok? Bu kadar doğru düzgün olmak ya da kendini böyle göstermek zor değil mi? Hiç mi çığlık atasınız gelmez? Bağırıp çağırmaz mısınız, çevrenizdeki insanların kalbini kırmaz mısınız?
- Elbette ben de herhangi bir insan kadar iyiyim ya da kötüyüm. İyiliğim ve kötülüğüm, güzelliğim ve çirkinliğim iç içe geçmiş durumda. Bazen çok sıkıcıyım ama bazen de dünyanın en keyifli insanıyım. Hayatımda sansasyon yok. Belki de var, gizli tutmayı başarabiliyorum. Bu görünen yanım, bilinmesini istediğim yanım belki. Ben sevdiklerime nazlanırım, sitem ederim, dertleşirim ve anlayış beklerim.
Yaş 60’a gelip dayanınca daha çok anneanne, babaanne rolleri gelmeye başlıyor. Siz de hiç tereddüt etmeden bunları kabul ediyorsunuz. Bu değişime kendinizi nasıl hazırladınız?
- Kadın, her yaşta kadındır. Anne de olsa anneanne de, her yaşın duyguları vardır. Elbette ben de yaşımın kadınlarını canlandıracağım. Bundan daha doğal ne olabilir?
Böyle bir şey mümkün olsaydı, hangi yaşta kalmak isterdiniz?
- Bilmem, hiç düşünmedim. 40 sanki iyi bir yaş gibi geliyor bana. Tam kendini sorgulamaya başladığın zaman. Hayatın en güzel dönemi. Kadın olmanın, insan olmanın, aşık olmanın, anneanne, anne olmanın en güzel zamanı... Hep 40’ımda kalmak isterdim. Hem o zaman estetiğe de ihtiyaç kalmazdı.
Sizde estetik var mı? Botoks mesela...
- Estetik yok. Korkmasam boynumla ilgili hain planlarım var. Ama şimdilik sindim, korktum, cesaret bekliyorum. Botoks arada biraz yapıyorum. Ama çok sık değil. Aslında daha çok neler yapabilirim diye araştırıyorum.
Hayattaki "keşke"leriniz neler?
- Sevdiğim insanları kırmamak için duygusal davranıp, kendimi güvene almadan karar vermiş olabilirim. Duygusal zamanlarımda verdiğim kararlarımın beni yanılttığı zamanlar olmuştur.
Peki ya "iyi ki"leriniz?
- Toplumsal konularda duyarlı bir insanım. Bir kişiye bile küçücük bir yararım olacağını hissettiğim anda harekete geçerim.Yeri gelince zamanımı, sağlığımı, bilgimi, paramı paylaşmak bana huzur verir, yaşamım anlam kazanır.
En büyük "iyi ki"m kızım elbette. Ayrıca eşim ve sinemayı seçmiş olmam.
Ya "gibi" yaşadıklarınız... Aslında belki de en zoru budur. Mutluymuş gibi yaşamak, seviyormuş gibi yapmak, üzülmüyormuş gibi davranmak...
- Sahte olan, suni olan, yalan olan her şeyden, hatta aşırı iltifattan, yağcılıktan, naylondan rahatsız olurum. Ben doğal ve gerçek olanı severim. Ama ne yazık ki günümüzde çoğu insan "mış gibi" yaşıyor. İnsanın hissetmediği gibi davranması ne acı. Benim güler yüzlü olmam, doğal davranmam bazı insanları şaşırtıyor, yadırganıyor olabilir.
En büyük pişmanlıklarınız?
- Zamanında değerlendiremediğim teklifler. Belki de kaçırılmış fırsatlar; yani bana açılmış kapıları kapatmam.
Dünya sinemasında kimin yerinde olmayı arzu ederdiniz?
- Hiç kimsenin yerinde olmak istemem. Ama Türk filmlerinin bütün dünya sinemalarında gösterilmesini, dünya sinema seyircisine ulaşmasını isterim. Bana en yakın gelen isim Jane Fonda... Belki onun yerinde olmak isteyebilirdim. Aslında onu kıskandığımı zaman zaman kendime itiraf etmekten bile çekiniyorum. İyi eğitim almış, sanatçı bir aileden gelen, çok güçlü ve çok güzel bir oyuncu. Özgür bir karakteri, politik fikirleri var. İnsan hakları, kadın hakları, savaş karşıtlığı gibi toplumsal konularda önemli çalışmalara imza attı. En son da babasız doğum yapan kadınları koruyan bir vakıf kurdu. Onu sadece beyazperdedeki görüntüsü ile değil yaşadığı topluma karşı sorumluluklarını yerine getiren iyi bir anne ve büyükanne olduğu için seviyorum.
Ülkemizde geçmişten bugüne en önemli kadın oyuncuları sıralayın desek, ilk 10’da kimler yer alır?
- Cahide Sonku, Sezer Sezgin, Belgin Doruk, Muhterem Nur, Fatma Girik, Türkan Şoray, Filiz Akın, Hülya Avşar, Müjde Ar.
Hayattaki en büyük zenginlik nedir?
- Dünyadaki en büyük zenginlik insanın huzurlu, sağlıklı, mutlu bir ailesinin olması... Çok sevdiği ve kendisini seven insanların olması, sevdiği işi yapabilmesi.
Şu anda yayınlanmakta olan "Aşk Eski Bir Yalan" adlı dizide babaanneyi oynuyorsunuz. Gerçek hayattaki anneanne rolünüzle oyuncu babaanne arasında ne fark var?
- Dizideki rolümle gerçek hayattaki halim arasında aslında çok fark yok. Her ikimizde aşırı ilgi ve sevgi veriyoruz torunlarımıza.
Ben bir sevgi budalasıyım
Dönem arkadaşlarınız içinde kıskandığınız kimse oldu mu? Oyunculuk adına, kariyer adına...
- Ne oyunculuk, ne kariyer, ne güzellik, ne gençlik adına kimseyi kıskanmam. Bir tek sevgiyi kıskanırım. Benden çok sevilmişse kıskanırım. Bir de bende bulunmayan yaratıcılığa sahip olanları kıskanırım; iyi senaryo yazanı, iyi beste yapanı... Ben bir sevgi budalasıyım. Sevilmeyi seviyorum.
Gülşah aşırı titiz Neslişah sabırsız
Kızınızın en büyük eksiği nedir size göre? Elinizde olsa nelerini düzeltirsiniz? Torununuz Neslişah da ülkenin en popüler gençkızlarından biri. Onda yanlış olarak gördüklerinizi, onu kırarım korkusuyla söyleyemediğiniz oluyor mu?
- Gülşah temizliğe aşırı düşkün, titizliği hastalık derecesinde. Bu huyunu değiştirebilmeyi isterdim. Bir de çok kuralcı, katı prensipleri olan bir anne. Ben daha hoşgörülü olmasını isterdim. Neslişah’a sevgim de ondaki yanlışları görmeme elbette engel olmaz. Bir kere sabırsız, heyecanlı, telaşlı. Çabuk etki altında kalıyor, kolay inanıyor, hemen morali bozuluyor, hemen mutsuz oluyor. Ama çok genç, zamanla taşlar yerine oturacak.
Emre Altuğ: Büyü işlemez
Bana hiçbir büyü işlemez
Foto galeri Çağla Şıkel'le ilişkisini anlatırken "Tek gecelik ilişki diye başladım" diyen Emre Altuğ, "O söz aramızda sorun olmadı" dedi.
Bir röportajında sevgilisi Çağla Şıkel'le ilişkisini anlatırken "Tek gecelik ilişki diye başladım" diyen ve tartışmalara neden olan Emre Altuğ, "O söz aramızda sorun olmadı. O söz tartışılırken biz yurt dışındaydık ve çok eğleniyorduk" dedi. Ünlü şarkıcı, "Sizin beraberliğinizi ne yaralar" sorusuna ise, "Güven eksikliği. Güven bittiği zaman her şey biter. Biz birbirimize inanıp güvenene kadar epey bir süre geçti" yanıtını verdi.
"Aşk bizim uydurduğumuz bir şeydir" demiştiniz iki yıl kadar önce... Bu ne anlama geliyor, aşka inanmıyor musunuz?
- Aşk yalan bir şeydir demek istemedim aslında. Bizim uydurduğumuz bir şeydir, yani karşı tarafla alakası yoktur. Karşı taraf bize aşık diye aşık olmayız. İsmini de aşk diye koymuşuz ...
Aşık olmak bizim elimizde mi, Eros diye bir şey yok mu?
- Eros diye bir şey tabii ki yok... Aşkı biz tanımlayıp var etmişiz. Bir bebeğin aşık olduğunu gördünüz mü hiç?
Sahnedeyken "Sevgi anne karnında başlar, aşkı ve sevgiyi yaşatalım. Bildiğimiz şeyleri unutmayalım" dediniz ama...
- Sevgi ayrı bir duygu tabii.
Sizin için sevgi ön planda o halde...
- Sevgi de çok önemli bir duygu. Zaten altyapısı da o olayın. Öte yandan aşkın içinde şehvet de var, heyecan da... Bir hastalık durumu bence aşk... Sevgi öyle değil. Aşık olup da tepki vermeyen birini tanıyor musunuz?
Hayır...
- Çünkü hastalıklı bir durum. Hastalığın belirtileri olur ya; titreme gelir, bayılma olur, kalp atışlarınız hızlanır. Bu yüzden aşk da hastalıktır.
Bu bir hastalıksa, geçicidir de!
- Tabii geçici, hiçbir zaman kalıcı olduğunu savunmam. Ben şu tanıma da karşıyım: "Bir dönem aşktır, sonra yerini sevgiye bırakır." Hayır, aşk hep vardır. Aşk olmazsa o sevgiyle bir dakika bile idare edemezsin!
Röportajlarınızda kıskanç olduğunuzu, ama bunu içinizde yaşadığınızı söylüyorsunuz. Kıskançlık aşka zarar verir mi?
- Aksine, önceki ilişkilerimde "Neden beni kıskanmıyor" diye bana bozulanlar vardı. Hatta kıskanmam için çabalayan bile gördüm. Oysa insanın sevdiği bir şeyi kıskanmaması mümkün mü?
"Ortam insanları" şarkınızda "Yalnız yiyen, yalnız ölür" diyorsunuz. Yalnızlıktan mı yoksa ölümden mi daha çok korkarsınız?
- Yalnız ölmek diyebilirim. Yalnızlık, korktuğum değil ama "Allah kimseye göstermesin" dediğim bir şey. Bir de benim bahsettiğim, etrafınızda size değer veren insanların olmaması gibi bir yalnızlık...
Ünlü olunca böyle bir yalnızlık hissettiniz mi?
- Ünlü olmadan önce dostlarımı doğru şekilde belirleyebilmişim, o yüzden hissetmedim.
Önünüze çıkan engeller yüzünden hiç müziği bırakmayı düşündünüz mü?
- Evet. Ne zaman birileri beni başkalarıyla yarıştırmaya kalksa, bırakmayı düşünürdüm.
Albüm çıktıktan sonra yaşandı tabii bunlar...
- Evet, albüm sonrası. Albümden önce herkese kuru sıkı sallıyorsun zaten. Biri "Kıl oldum" diyordu, ben de kıl oluyordum. "Benimle oynama" diyordu, "Seninle oynayan kim?" diyordum. Ama sonra baktım ki sorun bizdeymiş. Biz o cesareti gösterememişiz. Önemsemediklerim, aslında gerçekten de elini taşın altına koyan cesur insanlarmış.
Siz niye o dönem albüm yapmadınız peki, teklif mi yoktu?
- Hayır, aksine her gece teklif alıyordum. 10 yıl boyunca Sezen (Aksu) dahil birçok kişi teklif getirdi albüm yapmam için. O zamanlar "Bir sakinleşsin şu ortalık, adam gibi müzik yapılmaya başlansın" gibi bir düşüncem vardı. Daha idealist yaklaşıyordum. Genciz ya! Ben "Bu da müzik mi" derken meğer herifler bayağı ciddi davranmışlar. Bunu sonradan fark ettim.
Belki de Emre Altuğ’un yaşaması gereken bir süreçti bu. Kadere inanır mısınız?
- Evet. Ama kaderimizi bizim yönlendirdiğimizi de düşünürüm. Önümüze çıkan yollardan iyi ya da kötü olanını seçmek bize kalmış.
Evinizden büyü çıktığına dair bir haber okudum...
- Açıkçası öyle şeylere inanmam, ama evde öyle küçük bir şey bulduğum doğru. Saman kağıda sarılmış bir kağıt parçasıydı, hemen çöpe attım.
Gerçekten de gittiğiniz falcı mı söyledi onun evdeki yerini?
- Hayır. Bu şeyi bulmadan bir süre önce, arkadaşımın zoruyla falcıya gittim. İnanmam hiç ama baktırdım falıma. Bakan kişi evde büyü olduğunu söyledi. Eve dönüp de aramadım tabii... Sonra bir gün sehpanın üzerindeki kandilin içinde o şeyi gördüm. Alıp çöpe attım, dahası yok. Ayrıca hiçbir şekilde büyünün bana işleyeceğini sanmıyorum.
Çağla’yla birbirimize güvenimiz tam
Bu arada çok merak ettiğim bir şey var; aşk şarkıları yazan biri, sevgilisine "düdük" der mi hiç?
- Der tabii! Bir kere ağzımdan öyle bir kelime çıktı, hoşumuza gitti ve söyledim. Ama artık ona "Şıkella" diyorum, o da bana "Şokella"... "Düdük" bitti yani.
Çağla Şıkel’le beraberliğiniz hakkında "Başlangıçta tek gecelik ilişkiydi" demeniz çok tepki aldı. Bu söz ilişkinizi zedeledi mi?
- Hayır. O söz tartışılıp dururken, biz yurtdışındaydık ve çok eğleniyorduk.
Eğer bu sözden de zarar görmediyse, sizin beraberliğinizi ne yaralar?
- Güven eksikliği. Güven bittiği zaman her şey biter. Biz birbirimize inanıp güvenene kadar epey bir süre geçti. İnsanlar hep "Neden açıklamıyorsunuz?" diye soruyordu. Bir dursaydı o baskılar, anlasaydık biz de ne olduğunu, açıklayacaktık.
40 yaş baba olmak için geç sayılmaz
Kendinizi kaç yaşında hissediyorsunuz?
- Gerçeğinden daha küçük olduğumu düşünüyorum. Hatta anneme, benden önce bir kardeşim olup olmadığını sordum. Hani o ölmüştür de onun nüfusunu bana vermişlerdir falan diye... Çünkü ne fizik ne de ruh olarak bağdaşıyorum nüfusumla... Annem "Baban da öyleydi oğlum" dedi de kapandı konu!
Aile kurmayı düşünmüyor musunuz peki? İnsanların en büyük korkusu geç çocuk yapmaktır ya...
- Yaş ilerledikçe bunu düşünüyorsun, ama insan ömrü de uzadı artık. Eskisi gibi değil hiçbir şey. Ayrıca çocuğun 18-20 yaşına geldiğinde senin elinden birçok sorumluluğu alıyor. Bu yüzden 40 yaş, anne-baba olmak için geç değil günümüzde...
Rafet El Roman: Korkmuyorum
Korkmuyorum
Müzik kariyerini Almanya'da sürdüren Rafet El Roman, "Senin Uğruna" adlı dizi için kameralar karşısına geçti.
Müzik kariyerini Almanya’da sürdüren Rafet El Roman, önümüzdeki günlerde Fox’ta ekrana gelecek olan "Senin Uğruna" adlı dizi için kameralar karşısına geçti. Ailevi nedenlerle üniversite öğrenimini yarıda bırakıp memleketine dönen Karadenizli ’Ali Kemal’ karakterini canlandıran El Roman’a Özcan Deniz’in ’Kader’ dizisindeki aşkı Birce Akalay eşlik ediyor.
"Propaganda" ve "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar" adlı sinema filmlerinden ardından sizi şimdi de bir dizide izleyeceğiz?
- Aslında dizi çalışmalarına çok fazla sıcak bakmıyordum. Almanya’da yaşadığım için buraya sürekli gelip gitmek sorun teşkil edecekti. Fakat sonrasında yapımcılar buna bir formül buldu. Gidiş gelişlerimi kısa vadede tutmaya karar verdi. Yani 15 günde buraya gelerek iki bölüm çekip Almanya’ya geri dönebileceğimi söylediler. Ben de teklifi kabul
ettim.
Senaryoda sizi cezbeden ne oldu?
- Açıkçası bana üç-dört bölüm anlattılar. Dizide bugüne kadar işlenmemiş olan kardeşlik sevgisi anlatılıyor. Bir abinin kardeşi için ne kadar çok fedakarlıklara ve güçlüklere katlanabileceği duygusu yansıtılıyor. Bu konu çok hoşuma gitti. Bir de setimizde çalışanların çoğu istekli ve arzulu. Herkes projeye inanmış durumda. Genelde böyle çalışma ortamlarında gerginlik ve aksilikler olur. Ama bu sette her şey güzel gidiyor.
Hayranlarınız sizin dizide rol almanıza nasıl bir tepki gösterdi?
- Müzikseverlerimin şöyle bir kaygısı oldu. Ses sanatçıları dizilere transfer olduğu için müziklerini geri plana attılar. Benim de müziğimi geri plana atacağımı zannedip korkuyorlar. Hiçbir korkuları olmasın müzik her zaman ön planda olacak. Bazıları da eskiden beri beni oyuncu olarak da görmek istiyor. Yüzümün hem sinemaya hem de ekranlara yatkın olduğunu söylüyor.
Kendinizi oyunculukta başarılı buluyor musunuz?
- Oyunculuktan korkmuyorum. Kliplerden de kameralara alışkın olduğun için kendime güveniyorum.
Dizilerin çok çabuk tüketildiği bir dönemde dizi yapmak sizi tedirgin etti mi?
- Reyting olayını soruyorsanız tabii ki tedirginliğim var. Çok iddialı yapımlar var. Çok fazla izleyici kitlesine ulaşıp uzun vadeli bir iş yapmak istiyorum.
Hayatınızı konu alan dizi ya da film çekmeyi düşünüyor musunuz?
- Sinema filmi çekmek gibi bir amacım var. Bir hikaye yazdım. Fakat yurtdışında olduğum için bir türlü gerçekleştiremedim. Senaryo çekmecemde duruyor. Birkaç yıl sonra çekebilirim.
Almanya’da yaşadığınız sürece magazin gündemini takip ediyor musunuz?
- Tabii ki izliyorum.
Yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Her şeyin belli bir kurgu anlayışında bilerek yapıldığını düşünüyorum. Hatta abartıyorlar bile. Gündemde kalmak için sürekli tartışıyorlar. Ama ben onların tartışmalarını ciddiye almıyorum.
Bir dönem sizin de çok fazla üzerinize gelindi...
- Bu bir çemberdir herkes bu çemberden geçiyor. Belli bir başarı grafiğini aşınca tabii ki basının gözdesi oluyorsunuz. Eskiden uzatılan her mikrofona konuşuyordum. Artık daha tecrübe sahibi oldum ve duruldum. Onun için işimi uzaktan yapıyorum.
GAMSIZ BİR İNSANIM
Hayatta hiç keşkeleriniz oldu mu?
- Pişmanlıklarım hiç olmadı. Çaresiz kaldığım bir anım da olmadı. Zaten çok gamsız bir insanımdır. Çabuk unuturum her şeyi. Kafama çok fazla bir şey takmam. İki günden fazla düşünmem.
Almanya’da günleriniz nasıl geçiyor?
- Sabah 07.00 gibi uyanıyorum. Çocukları okula bıraktıktan sonra evime gelip sütlü kahvemi içip, gazetemi okuyorum. Hava güzelse golf oynamaya gidiyorum. Golften sonra işlerimi hallediyorum. Öğlene doğru çocukları okuldan alıyorum. Birlikte öğle yemeği yiyoruz. Daha sonra çocuklarım dans, piyano ve tenis dersi alıyor. Akşam ise çocukları dokuz gibi yatırıp arkadaşlarımla buluşuyorum. Arkadaşlarımla buluşamazsam ya beste yaparım ya da film seyrederim. Geç saatlere kadar otururum. İkiden aşağı uyumam. Sabah da iyi bir şekilde uyanırım.
Kızlarınızla aranız nasıl?
- Aramızda çok büyük bir duygusal bağ var.
Anneleriyle görüşüyorlar mı?
- Sık sık görüşüyorlar. Hatta eskisinden daha fazla görüşüyorlar. Artık o konuda sıkıntımız yok. Buraya da gelip gidecekler. Aramızda çok sevimsiz şeyler yaşandı ama artık geride kaldı. Aramızda bir problem yok.
Albüm mayısta
Yeni albümüm Mayıs 2008 yılında çıkacak. Şarkılarımı yaşayarak yazmıyorum. Kimisi yaşanılarak kimisi ise düşünülerek yazılıyor. Ruh halime bağlı. Birilerine de yazdığım oluyor. Ne kadar akıl mantığının dışına çıkabilirseniz veya ne kadar duyguların derinliklerine inebilirsiniz o kadar malzemeniz oluyor. Bu da sizin kendinizi iyi ifade etmenizi sağlıyor. Bunun sırrını çözdükten sonra kolaylaşıyor. Yoksa dahi bir adam değilim.
Nil Karaibrahimgil: Beni şımartan
Beni şımartan şöhret değil
Nil Karaibrahimgil, şımardığı yönündeki iddialara yanıt verdi.
Nil Karaibrahimgil fotoğrafları için tıklayın
Nil Karaibrahimgil, şımardığı yönündeki iddialara yanıt verdi. "Kendimi hiç de şımarmış hissetmiyorum. Dışarıdan öyle gözüküyor olabilirim ama bunun şöhretle alakası yok. Çok şımartılarak büyütülmüş bir kız çocuğu olarak, o duygu benden bir türlü gitmedi. Bunun için de anneme ve babama teşekkür ederim!"
O kimi zaman şarkı sözleriyle, kimi zaman eleştirilen sesiyle, kimi zaman da reklam filmleriyle gündemde... Ama bu yoğunluğa rağmen hep meraklı gözlerden uzakta... "Albüm ve konserler dışında göz önünde olmayı kendime yakıştıramıyorum" diyen Nil Karaibrahimgil, şu sıralar yeni reklam filmiyle evlere konuk oluyor. Üstelik alıştığımız uçarı kız çocuğundan çok farklı bir imajla, seksi bir kadın olarak...
Neden röportaj vermekten hoşlanmıyorsunuz?
- Benim iki tane paylaşım yolum var; biri albüm, diğeri ise konserler... Bunlar dışında başka bir yerde kendimi anlatmayı sevmiyorum.
Yoksa bu bir reklam stratejisi mi? Yüzünüz eskimesin, insanlar sizi özlesin diye mi kendinizi göstermiyorsunuz?
- Yok yok. Kimse bana hayatım boyunca öyle bir şey söylemedi. "Öyle yaparsan daha iyi olur" diyen de olmadı. Bu zaten planlı programlı olacak şey değil. Sadece göz önünde olmak istemiyorum.
Son reklam filminizle özgür kızdan çekici bir kadına dönüştünüz...
- Yıllar geçiyor, yaşımız büyüyor. Benim de içimden elbet bir kadın çıkacaktı! Penti’nin reklam filminde, içimdeki o kadının çıkmasını biraz da yönetmenimiz Umur Turagay sağladı. Zaten kendisi ne zaman beni çekse, içimden bir kadın çıkıveriyor. Çünkü o bunu başarabilen bir yönetmen.
Bu reklam filminde rol almanızın sebebi bu muydu yoksa?
- Benim bu işi kabul etmemdeki en büyük neden şu cümle oldu: "Türkiye’de kadınlar desenli çorap giymeye korkuyorlar. Onları desenli çorap giymeye teşvik edebilir misiniz?" Ben de kabul ettim. Çünkü bir kadın zaten çok desenlidir! Ben de her gün başka bir desenle uyanabilen bir kişiliğim. Yoksa başka reklam filmleri için de teklifler geliyordu.
Sesinizin iyi olmadığına dair eleştiriler var. Peki bir daha dünyaya gelme şansınız olsa, yaratıcı bir söz yazarı mı olmak isterdiniz, yoksa bülbül sesli bir şarkıcı mı?
- Yine söz yazarı olmak isterdim. Ben bir söz yazarıyım, bir şeyler söylemeye çalışıyorum ve bunlara da melodiler buluyorum. Teoman’ın röportajı vardı geçen haftalarda; "Ben her şeyden önce bir şairim" demiş. Çok da güzel söylemiş. Bence de öyle. Dünyada yorumcular var. Sesleri çok güzel. Ama onlar bir şeyin sözcüsü olarak çıkıp, sesleriyle bunu duyuruyorlar. Biz, yani benim gibiler ise bir şeyi anlatma durumunda olanlarız. Böyle yaşayanlar kendi sözlerini, müziklerini de kendileri yaparlar. Biliyorum sesim en güçlü tarafım değil. Buna rağmen kendi şarkılarımı güzel taşıdığımı düşünüyorum.
Özellikle "Pırlanta" şarkısından sonra "Nil Karaibrahimgil gibi bir kızım. Kimse beni parayla satın alamaz" diyenler çoğaldı. İddialı sözler size ister istemez bir sorumluluk yüklüyor mu?
- Bu durumdan ben de rahatsız oluyorum. Mesela konserlerimde "Kızlar" diye bağırdığımda, öyle bir ses geri dönüyor ki, sanki nereye gidiyorsam peşimden oraya gelecekler gibi! Hani bir savaş açmışız gibi, ama ne için bu kadar ayaklandık ben de bilmiyorum! Hayatta bir şey olmak isteyen, bunun için de biriyle evlenmek zorunda olmadığını hisseden, her sabah kalktığında kendini bir kadın olarak görebilen, kendi parasını kendi kazanan ve bir erkeğin kredi kartını kullanmayan kadın bana çok güzel geliyor. Ben öyle olmaya çalıştığım için de bunun güzel bir şey olduğunu söyleyip, fikrimi onlara aşılamaya uğraşıyorum.
Beni şöhret değil ailem şımarttı
- Şöhret sizi şımarttı mı?
Valla ben kendimi hiç şımarmış hissetmiyorum. Dışarıdan öyle gözüküyor olabilirim ama bunun şöhretle hiçbir alakası yok. Çok şımartılarak büyütülmüş bir kız çocuğu olarak, o duygu benden bir türlü gitmedi. Bunun için de anneme ve babama teşekkür ederim!
Bana karşı olanlar bilmeden benzin depomu dolduruyorlar
Önceleri eleştirilen şarkı sözlerinizin sonradan neredeyse slogan haline gelmesi nasıl bir duygu? "Bu mudur" diyene, "Budur kardeşim" demek...
- Bir gün gazetedeki köşeme bir eleştiri geldi; "Ne şarkı söyleyebiliyorsun, ne de yazı yazabiliyorsun... Bir de sana bu köşeyi vermişler. Ne oluyor bu ülkeye, pes doğrusu" diye... Belli ki aşırı sinirlenmiş bana. Normalde eleştirilere hiç cevap vermem. Dedim ben buna bir cevap vereyim! Düşündüm, karar verdim ve "Di mi" yazdım. Onların objektifinden böyle gözüküyor da olabilirim. Ama bir yandan da ortada ben diye bir şey var. Ben eleştirilerden güç alıyorum. Bana karşı olan insanlar, benim benzin depomu doldurduklarının farkında değiller! Bu eleştirileri yapanların çoğu genelde kendi başarısızlığını, başkasının başarısına bağlıyor. Diyor ki; "Ne kadar dandik!" Ama kendisi dandik olanı bile yapamıyor!
Nasıl duygulanmamız gerektiğini biz Sezen’den öğrendik
- Sizin için; "Sezen Aksu ve Aysel Gürel’in tek bedende toplanmış hali" diyorlar... Katılıyor musunuz?
Kendim için asla böyle bir şey söyleyemem. Sezen Aksu çok müthiş bir insan. Bir yerde onun için "Bir milletin duygusal uzaktan kumandalarını elinde bulunduruyor" denildiğini duymuştum. Bugün Türkiye’de belli bir yaşın üzerindeki herkes, sevgilisinden ayrıldığında mutlaka bir Sezen Aksu şarkısı dinleyip ağlamıştır. Çünkü nasıl duygulanmamız gerektiğini bize Sezen Aksu anlattı. Bir gün besteci olarak, şarkıcı olarak Sezen Aksu’nun geldiği yere gelebilirsem, o kadar uzun bir maraton koşucusu olabilirsem, çok mutlu olurum. Nesiller boyu insanlara bir şeyler diyebilirsem bu çok güzel olur.
Hande Subaşı: Piyasa şarkıcısı
Piyasa şarkıcısı olmam
Türkiye güzeli olmasına rağmen adını katıldığı şarkı yarışmasıyla duyuran Hande Subaşı, sanat dünyasında dört koldan ilerliyor.
Türkiye güzeli olmasına rağmen adını katıldığı şarkı yarışmasıyla duyuran Hande Subaşı, sanat dünyasında dört koldan ilerliyor. Yaşanan anlaşmazlık nedeniyle "Elveda Rumeli" dizisinden ayrılan Subaşı, bir sinema filmine yeşil ışık yaktı. Bir yandan da müzik piyasasına atılmak için uygun zamanı kolluyor.
"Elveda Rumeli"den neden ayrıldınız?
- Kanalla yapılan sözleşmede bir anlaşmazlık oldu. Daha doğrusu onlar kendi isteklerine göre sözleşme yaptılar. Sözleşme benim beklediğimden daha bağlayıcıydı.
İyi ama sözleşmeyi okumadan mı imzalamıştınız?
- Biraz apar topar imza atmıştık. İki taraf da prensiplerinden vazgeçmeyince mecburen bitti.
Rolünüzden mi memnun değildiniz?
- Bu proje bana aylar önce geldi. Hatta teklif geldiğinde, şu an projede olanların isimleri bile daha ortada yoktu. Her şey hazırlık aşamasındaydı. Ben bir dönem dizisinde rol almak istiyordum. Biraz da o cazip geldi ve inatla dizide rol almak istedim. Tabii ben de bilemezdim anlaşmazlık çıkacağını... Bugüne kadar hep yapımcılarla anlaşıyordum. İlk defa büyük bir kanalla anlaşma yoluna gidildi. Ne kadar çok kişi söz hakkına sahip olursa, anlaşmak ve iletişim kurmak da o kadar zor oluyormuş.
Annenizin çekimlere gelip, her şeye karıştığı söylendi...
- Bunu ortaya atan kişinin mutlaka benimle bir alıp veremediği var! Annemle profesyonel anlamda çalışıyorum, kendisi benim menajerim. Benim işlerime tabii ki müdahalede bulunacak, yeri geldiğinde haklarımı savunacak. Ama benim isteğim doğrultusunda... Annem böyle bir şey yapmaz. Zaten ben buna müsaade etmem.
Yerinize gelen Berrak Tüzünataç sizce doğru bir isim mi?
- Bunu en başta yapımcılar bilir. Ama bana kalırsa gelen kişi, karaktere gayet yakın... Elbette ikimiz de farklıyız, ama dizide bu durumun çok göze battığını düşünmüyorum.
Sizin kendi yerinize birini tercih etme şansınız olsaydı, o isim kim olurdu?
- Yok, ben öyle bir şey düşünmedim. Berrak şu anda doğru isim olabilir. Çünkü yapımcıların bir anda birini bulabilmeleri çok zor. Bunun için vakit gerekiyor.
"Bundan sonra şu konuda daha dikkatli olacağım" dediğiniz neler var?
- Ben zaten çok dikkatli davranıyorum. Hukuksal anlamda çok fazla taviz vermeyi sevmiyorum. Ama "Elveda Rumeli"de çok duygusal davrandım, manevi yaklaştım. Yani çıkarlarımdan ziyade benim ne kadar keyif alacağım, sanatsal anlamda ne kadar haz alacağım önemliydi. Profesyonel açıdan baktığımda, birçok şeyi kaçırdığımı görüyorum bu projeyle... Ama yine de hayatta hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum.
Bu sezonu dinlenerek mi geçireceksiniz, yoksa yeni bir diziye başlayacak mısınız?
- Muhakkak çalışacağım. Boş durmaya tahammül edemiyorum. "Elveda Rumeli"yi bıraktığımdan beri 5-6 dizi projesi ve bir tane de sinema filmi teklifi geldi. Bir projenin ses getirmesi, popüler olması beni ilgilendirmiyor. Hoşuma gitmesi yeterli... Çok popüler projeler de geldi bugüne dek, ama içime sindiremedim. Sinema filmi projesinin gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bu benim ilk sinema filmim olacak.
Berrak Tüzünataç’ın "Organize İşler"deki gibi küçük rolleri de var. Siz mutlaka başrol mü bekliyorsunuz?
- Çok iyi oyuncuların rol aldığı bir dizide bana çok ufacık bir rol de gelebilir, oynayabilirim. Ama projenin kalitesi önemli...
Güzellik kraliçesiydiniz, ama katıldığınız şarkı yarışmasından sonra daha çok tanındınız. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
- Evet, öyle oldu. Aslında "Şarkı Söylemek Lazım" yarışmasından önce iki dizide oynadım. Ama bir yarışma programı sayesinde bu kadar tanınabileceği, insanın aklına gelmiyor gerçekten... Her hafta düzenli olarak yayınlanınca ve insanların eğlenebileceği bir program olunca, daha çok izleniyor sanırım. E bir de müzik vardı işin içinde. Bu yüzden hem programla, hem de benimle çok ilgilendiler.
Sizce insanlar sesinizin iyi olmasına neden bu kadar şaşırdı?
- Hep çok kötü performanslar gördükleri içindir! Allah’tan ben her zaman doğru bir portre çiziyorum. Çünkü bu tür yarışmalar biraz riskli ve insanların foyasını ortaya çıkarmaya yönelik... Bu durum bana avantaj olarak döndü. Çünkü insanların hakkımda daha da güzel şeyler düşünmesini sağlayacak bir ortam yaratıldı. Daha doğrusu ben o ortamda incelemeye alındım. Sesimin kötü olmadığımı biliyordum. Ama başkaları bunu bilmiyordu. Hatta benim yakın akrabalarım bile çok şaşırdılar. Hálá beni programlara davet ediyorlar, şarkı söyletiyorlar. Benim için çok keyifliydi. En önemlisi de bu...
"İleride mutlaka müzikle ilgili bir şeyler yapacağım" diyor musunuz?
- Diyorum ama ne şekilde olur onu bilemem. Bu yarışma sonrasında müzik anlamında teklifler arttı. Etrafımdakilerin de bu mesleğe girmem konusunda çok desteği var, ama ben henüz zamanının gelmediğini düşünüyorum. Piyasa albümü çıkarıp şarkıcı olmaktansa, müzik yeteneğimi kullanıp ufak tefek bir şeyler yapmayı tercih ederim.
İki yıla kadar evleneceğim
- Nişanlınız Can Özgen, "Her şeyi bırakıp evinin kadını ol" diyor mu?
O pek sevmiyor, alışkın da değil zaten bu işlere. Ama "Evinin kadını ol" gibi bir düşüncesi olamaz. Bunu bilerek başladı bu ilişkiye. Zaten benim çizdiğim yolu beğendiği için hiçbir şüphesi yok. Tabii çevremdekilerden dolayı huzursuzluk yaşadığı zamanlar oluyor. Ama işlerimi severek yaptığımı ve vazgeçmeyeceğimi de biliyor. Onu üzmek istemeyeceğimi bildiği gibi... İleride eğer evlilik olursa, hayatımıza zarar vermediği sürece mesleğim sorun yaratmaz. Fikir ayrılığı doğarsa, bir şekilde orta yolu buluruz.
- Yakın zamanda evlenmak gibi bir düşünceniz var mı?
Eğer ilişkimiz sorunsuz devam ediyor olursa, iki seneye kadar evlenebiliriz. Çok uzun sürmez, evlilik yakın benim için.
Murat Boz: Soyunmak işim
Soyunmak işimizin gereği
Murat Boz, dergilere verdiği erotik pozlarla ilgili " Bir pop idolü olarak bunu yapmam gerekiyordu." dedi.
Murat Boz, Billboard’a ilginç açıklamalarda bulundu. Genç şarkıcı, dergilere verdiği erotik pozlar için "Evet, soyundum. Ama bu, bu işin içinde var. Bir pop idolü olarak bunu yapmam gerekiyordu" dedi.
Önce "Aşkı Bulamam Ben" adlı bir single yaptınız, sonrasında ise ilk albüm "Maksimum" geldi. Ancak "Maksimum", tarzınız konusunda net bir fikir vermiyor?
- Başlarda daha pop rock’a yakın bir tarzla çıkma fikrim vardı. Aslında böyle bir deneme de yapmıştık Ozan Çolakoğlu’yla. Ama sonrasında kendimi sınırlamak istemedim. Müzik hislerle yapılır. Ben de hislerime inandım. Ve iddia ediyorum ki, bu albüm herhangi bir albüm değil. Bundan bir 10-20 sene sonra da dinlenecek bir albüm yaptım.
Siz de Facebook ünlülerinden misiniz?
- Hayır, ben kullanmıyorum. Benim adımı gördüğünüz hesapların hepsi "fake" (sahte). Bu tarz şeylerle uğraşamıyorum ama benim yerime dinleyicilerime cevap veren, benmişim gibi yapan ruh hastaları var. Kendim girsem olmaz çünkü insanlar fazla istekliler. Tabii ki herkes tanışmak istiyor ama bir yerden sonra "Sen ne kadar kendini beğenmiş birisin, cevap bile vermiyorsun"a geliyor mesele.
Yoğun ilgiden kaçar mısınız?
- Herkesin bir kaygısı vardır bu konuda. Ama "Bunaldım, bir yurt dışına çıkayım" demenin de biraz abartı olduğunu düşünüyorum. Kimse kimseyi öldürmüyor, Ben Nişantaşı’nda gezebiliyorum mesela. Taksim’de de şapka takıp gezebiliyorum. Tanırlarsa da "merhaba" der geçersin. O süper meşhurluk eskidendi.
Şöhret sizi hiç mi korkutmuyor?
- Ben kendimden değil, etrafımdan korkuyorum. İnsanlar şöhreti yakalamış kişilerin değiştiklerini düşünürler. Annem bile farklı davranıyor. "Anne" diyorum, "Ben senin her zamanki oğlun Murat’ım, bana böyle davranmana gerek yok!" Ben neyin ne olduğunu bilen bir adamım. Önümü görebiliyorum. Asla çok havalarda uçmam.
Size sürekli "Tarkan’ın veliahtı" diyorlar. Ama siz daha çok Justin Timberlake gibisiniz.
- Bu söylemi sevmiyorum. Justin konusunda da "Onu beğenmiyorum" diyen yanlış yapar! Anormal yetenekli bir herif. Sesi, görüntüsü, dansı.. Her şeyi çok başarılı. Pop dünyasını şekillendiriyor. Ne yapıyorsa herkes onun peşinden gidiyor.
Sizce Türkiye’den de dünyaca ünlü bir Justin Timberlake çıkar mı?
- Çıkar ama yurtdışında yaşamalı, o mantıkla çalışmalı. İngiliz vatandaşı bir Türk mesela. Bu nedenle de dünyaya açılmak konusunda çok şey söylenmemeli diye düşünüyorum. Herkes "Ben İngilizce albüm yapıyorum" diyor. Burada endüstri polemik yaratmaktan tıkanmış vaziyette. Çünkü işin kuralı böyle. Buna alışmış milletin buna alışmış popstarı da dışarıda İngilizce albüm yapmaya kalkarsa elbette çuvallar. Kabul etsek de etmesek de. Tarkan’ı gördük. Onun için belki "çuvalladı" diyemeyiz ama farklı bir mantık var, bunu kabul etmek lazım.
Aynaya baktığınızda kendinizi beğenir misiniz?
- İnsanlar beni yakışıklı buluyor ama ben kendimi beğenmem. Yakışıklı olduğumu da hiç iddia etmedim. Erkekler beni pek sevmiyor ama ben zaten o iddiayla çıkan biri değilim. Pop müzik biraz da arz-talep meselesi. Evet, soyundum da. Ama bu, bu işin içinde var. Bir pop idolü olarak bunu yapmam gerekiyordu.
Dürüst davranıyorsunuz. "İstemedim, beni soydular" diyebilirdiniz...
- Hayır, ben istedim, ben yaptım. Benim kendime bakmam gerekiyor. Yediğime içtiğime dikkat eden, spor yapan bir adamım. İşimin gereği bu. Siz muhasebeci olursanız, matematiği iyi bilmelisiniz. Bunun gibi.
Elvis’i dinlerken ürperdim
Murat Boz, Elvis Presley’e hayranlığını şu sözlerle anlattı: "Geçenlerde Almanya’dayken, Elvis Presley’in hayatını anlatan bir belgesel seyrettim. "You’re Always on My Mind"ı canlı söylüyordu. İliklerime kadar ürperdim. Teknoloji o kadar işin içine girdi ki, galiba biraz samimiyetimizi kaybettik. Bu benim albümümde de var. Her şey orijinal olunca bir başkaymış. Günahıyla sevabıyla, canlı çalıyor adam. İnanılmaz bir sound çıkıyor."
Emrah: Markayım
Emrah markadır bunu kabul edin
Emrah, 25 yıllık müzik kariyerinin en unutulmaz eserlerini "Best-Of Emrah" adlı CD'de topladı.
Emrah, 25 yıllık müzik kariyerinin en unutulmaz eserlerini "Best-Of Emrah" adlı CD’de topladı. Bu projeyle yıllar öncesine, "Küçük Emrah" dönemine uzanan şarkıcı, "Sevilse de sevilmese de o küçücük çocuk Türkiye’de çok büyük işler başardı. Ben Küçük Emrah’ı alkışlıyorum. Çünkü o çocuk, bugün kendini marka yaptı" diyor.
25 yıllık müzik kariyerinizdeki en önemli şarkıları bir albümde topladınız. 13, 14 yaşındayken okuduğunuz eserler de var bu albümde. O şarkıları 36 yaş olgunluğuyla söylemek nasıl bir duygu?
- "Acıların Çocuğu", "Boynu Bükükler", "Ayrılamam" ve "Yaralıyım"ı okurken, çocukluğum, yaşadıklarım teker teker gözümün önünden geçti. Zor yıllardı. Hiçbir şey yaşayamadım ki ben. Kendimi bildim bileli kariyerim için mücadele ediyorum. Hele sesimin değiştiği o ergenlik döneminde, şöhretim kaybolacak diye yaşadığım paniği asla unutamam. İnsanlar küçükken beni sevmişti ama büyüdüğüm için artık sevmezler diye günlerce ağladığımı, uyumadığımı bilirim. Çok büyük bunalımlar yaşadım.
Nasıl aştınız o bunalım günlerini?
- "Zavallılar" filmi için teklif geldi. Şans bu ya, film gişe rekoru kırdı. Tam o dönemde "Yaralıyım" albümünü çıkardım. O da büyük iş yaptı.
Sonra rahatladınız. Öyle bir rahatladınız ki 1990’dan sonra hem müziğinizi hem de fiziğinizi değiştirdiniz...
- "Haydi Şimdi Gel" albümüyle değişim yaşadığım doğrudur. Çok film, çok konser kaseti izledim ve kendimce bir tarz oluşturdum. Benim hiçbir zaman imaj maker’ım olmadı. Tek başıma yaptım her şeyi. Çünkü ileriyi görebilen birisiyim. Neyin tutup, tutmayacağını anlayabiliyorum. Her şeyi takip ediyorum, okuyorum.
Çok okuyan adam, "Mozart gelse dinlerim" nasıl dedi peki?
- O konuyu konuşmaya gerek bile yok. Küçücük bir çocuktum o zaman. Hálá bu açıklamanın konuşuluyor olması da çok enteresan.
"Best-Of Emrah" adını verdiğiniz albüm, pazartesi piyasaya çıkacak. İçinde hangi şarkılar var?
- "Acıların Çocuğu", "Boynu Bükükler", "Ayrılamam", "Sen Affetsen Ben Affetmem", "Yaralı", "Unutabilsem" gibi birçok hit var.
Sizin için şöyle bir yargı var: Çok seviliyor ama bir kesim var ki onu hiç sevmiyor.
- Olabilir... Önemli olan sizin kendinize olan özgüveninizdir. Kim, ne diyor dönüp bakmam bile. Umurumda değil. 25 yıldır Emrah var. Rahatlıkla söyleyebilirim ki Emrah bir markadır. Herkesin Emrah’ın marka olduğunu artık kabul etmesi gerekir. Eğer bir başarı elde etmişse, o insanı sevin ve sayın. Tamam, görmezlikten gelebilirsiniz ama saygısızlık edemezsiniz.
Belki de küçükken rol aldığınız filmler sizi biraz antipatik yaptı...
- Bunda küçücük bir çocuğun nasıl suçu olabilir? Ayrıca ben o filmleri izlediğim zaman negatif bir şey hissetmiyorum. O yaştaki bir çocuk nasıl filmlerde oynayabilirdi ki? Doğal olarak aile dramlarının işlendiği filmlerde oynadım. Ne derlerse onu yaptım. O dönemler ne hikáye bilirdim ne de rol yapmayı... O yüzden Küçük Emrah’ı çok başarılı buluyorum. Uzaktan baktığım zaman "Aferin Küçük Emrah"a diyorum...
O dönem rol aldığınız filmlerde annelerinizin başına gelenler, kemik kitlenizin tepkilerine neden oldu. Dolayısıyla sizi sevmeyi bıraktılar.
- Ben o dönem neyi bilebilirim ki! Benim adıma büyüklerim karar veriyordu. O çocuk şimdi bugün, bu noktada. Emrah öyle bir aşama kaydetti ki insanlar "Nasıl yani" diyorlar, inanamıyorlar. Hayretler içerisinde bakıyorlar ve hep oradan vurmaya çalışıyorlar. Vuramazlar! Çünkü Türkiye’de bir Emrah gerçeği var. O yaştaki bir çocuğun bu kadar başarılı olmasını neden alkışlamıyorsunuz, alkışlayın lütfen!
Annenizi canlandıran Oya Aydoğan’a daha sonra aşık olduğunuzu duydum, doğru mu?
- Oya Aydoğan hayatımda gördüğüm ilk aktristi. İlk filmimi onunla çektim. O benim her zaman çok sevdiğim ablamdır. Abla olarak bende çok büyük bir değeri vardır. Çok hanımefendi bir insandır.
Peki... Bir ay önce Şehmuz Altay isimli kişi, "1983 yılında Emrah’ın Ağabeyi Fahri’ye borç verdim. Fahri borcunu ödemedi. Emrah ’Öderim’ demişti. O da ödemezse kan akacak" dedi. Böyle bir borcunuz, ’Öderim’ diye verdiğiniz bir söz var mı?
- Söz konusu olayla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundum. Dava açılmıştır. Bu konuda fazla konuşmak istemiyorum. Fakat benim Şehmuz Altay isimli kişiyle herhangi bir tanışıklığım, herhangi bir diyaloğum yoktur. Adı geçen kişiyle, olayla ilgili olarak herhangi bir konuşmam ve görüşmem de olmamıştır. Fahri İpek 1989 yılında vefat etti. Ayrıca 1983 yılından bugüne 24 yıl geçmiştir. Şehmuz Altay isimli kişinin gerçekten Fahri İpek’e borç verip, vermediği, borç vermişse geri alıp, almadığı hususları ispata muhtaç olduğu gibi, böyle bir borç, alacak ilişkisi olmuşsa bile bu Şehmuz Altay ile Fahri İpek arasındaki bir konudur. Emrah Erdoğan’ın hiç kimseye tek bir kuruş dahi borcu yoktur.
Cimri değilim
Sanat dünyasındaki herkes sizin cimriliğinizi konuşuyor. Nedir bu cimrilik hikayesi?
- Emrah bugüne kadar gece gündüz çalıştı. 25 yıldır durmadan çalışıyorum. Emrah’ın yatırımlarımdan, hangi arabayı aldığımdan, nerede oturduğumdan kime ne! Benim kazancım, benim yaşantım kimi ilgilendirir ki. Nasıl yaşadığımı insanların gözüne sokmak zorunda değilim.
Tutumlu olmak başka bir şey cimri olmak başka bir şey. Belki de tutumlusunuz.
- İnsanın hesabını bilmesi güzel bir şey. Ben de hesabımı bilirim.
Diyorlar ki siz kimseye yemek ısmarlamazmışsınız, kız arkadaşınıza dahi...
- (Gülüyor) Bakın, ben cimri değilim!
BMW’nize LPG taktırdınız mı?
- Doğru olmayan bir şey için yorum yapmam.
Konu annem olunca kimseyi tanımam
Yavuz Seçkin yaptığı espriden dolayı özür diledi. Özrü kabul ettiniz mi?
- Sanatçı olarak yıllardır kendi işimle ve mesleğimle ilgili her türlü yoruma, espriye açık oldum. Fakat söz konusu dünyadaki en değerli varlığım, annem olunca, bu hakkı kimseye vermiyorum. Benim annem, sırf malzeme olsun diye kullanılamaz. Ayrıca kimsenin de haddine düşmez. O konuda kimseyi tanımam. Türk toplumundaki kadın ve anne değerini bu şekilde, sadece program konusu olsun diye kullanan beyinlere de bu toplumun asla değer vermeyeceğini bilmeleri gerekir.
Oğlumu önemsiyorum
"Oğlum İçin" adlı dizide oğlunun peşine düşen bir babayı canlandırıyorsunuz. Gerçek hayatta oğlunuzu arayıp, soruyor musunuz?
- İş ile özel hayatın karıştırılmasını bir türlü anlayamıyorum. Orada profesyonel bir oyuncuyum. Özel hayatımın bununla ne alakası var? Benim profesyonel olduğumu unutuyorlar. Ayrıca benim için özel hayatım, elbette ki önemlidir. Ve kimse de hayatımdaki insanların ne kadar önemli olduğunu bilemez.
Oğlunuz Tayfun sizin ilgisizliğinizden şikayet ediyor ama...
- Çok yorgun olmanın sebebi bunlar işte... Ona kızgınlığım yok. O daha çocuk... Ama aklı başında, her şeyin farkında olan bir çocuk. Bilmeni istiyorum ki onu önemsiyorum. Gerçekten önemsiyorum. Benim onu ne kadar düşündüğümü kimse bilemez!
Tayfun’la görüşüyor musunuz peki?
- Zamanla ilgili bir şey bu.
Pazartesi, Kasım 5
Şebnem Dönmez: Bünyem
Boşanmayı bünyem kaldırmadı.
Ünlü yönetmen Ezel Akay'dan geçen yıl boşanan Şebnem Dönmez, "Evliliğimin bitiyor olduğunu hissettiğim an dehşete kapıldım. Görüyorsun ama kabullenemiyorsun, çünkü bünyen kabul etmiyor. Aşık olduğum ve hayatını paylaştığın birinden ayrılmak keyifsiz. Ama boşandıktan sonra arkadaş kalamayanları da anlamıyorum" dedi.
Yönetmen Ezel Akay’la herkesin gıpta ettiği, meraklı gözlerden uzak tuttuğu bir evlilik yaşıyordu Şebnem Dönmez... Ancak bu evlilik geçtiğimiz yıl sessiz sedasız bitti. Ve şimdi, eşinden yeni boşanmış bir kadın olarak ayrılığa, ilişkilere dair söyleyecek çok şeyi var onun... Ünlü oyuncu, yaşadıklarını ve yaşadıklarından çıkardığı sonuçları InStyle dergisine anlattı.
Şu sıralar Eşref isimli iki eski mahalle arkadaşının hayatlarını anlatan "Eşref Saati" dizisinde, mahalleye yeni taşınan Feraye olarak izliyoruz Şebnem Dönmez’i... "Son yıllarda giderek tükenen komşuluğun ön planda olduğu bir dizi bu ve herkesin çok seveceğini tahmin ediyorum" derken, dizide birlikte rol aldığı Yetkin Dikinciler ve Yavuz Bingöl ile iyi bir iş çıkardıklarının da altını çiziyor Dönmez...
Başarılı oyuncu, dizi çekimleri devam ederken bir yandan da "Oyunun Oyunu" adlı tiyatro oyununun 1 Kasım’daki prömiyerine hazırlanıyor. Rolünü anlatırken sözlerini özenle seçen Dönmez, "Zihinsel faaliyetleri yavaş çalışan bir aktristi canlandırıyorum" deyip kahkahayı basıyor. "Aptal demeye dilim varmıyor da" diye devam ediyor. "Uzun süredir komedide rol almak istiyordum. Mehmet Ergen ve BKM’den böyle bir teklif gelince çok sevindim" diyen Dönmez, ayrıca geçen yaz rol aldığı Sezen Aksu filminin gösterime girmesi için de gün sayıyor.
Her ne kadar pek çoğumuz Şebnem Dönmez’i sunucu olarak tanımış olsa da, görünen o ki son zamanlarda kariyerini oyunculuk üzerine planlamış: "Sunuculuk çok uzun zamandır yaptığım ve çok iyi yaptığımı düşündüğüm bir meslek. 16 yaşından beri sunuculuk yapıyorum. Sunuculuğun her türünü yaptım. Geçen yıl bir canlı yayın, bir de yarışma sunmuştum. Bu yıl ise oyunculuğa ağırlık vermeyi özellikle tercih ettim. Çünkü oyunculuk antrenman yapmam gereken bir dal. Oynadıkça geliştiğimi düşünüyorum. Oyunculuk adına yapmak istediğim çok şey var. Yeniden at bineceğim bir kovboy filmi, beni bedensel olarak zorlayacak bir aksiyon filmi, dans edebileceğim bir müzikalde rol almayı çok isterim."
Ayrılığı bünyem kaldırmadı
Malum, Dönmez’in yaşamındaki tek yenilik tiyatro sahnesi değil. Yönetmen Ezel Akay’la olan evliliği geçen yıl biten Dönmez, şimdi yeni bir hayat kurma çabasında... Ve ona göre insanın hayatında evlilikten önce ve evlilikten sonra diye de bir ayrım var. "Boşandıktan sonra ilk hissettiğim şey, aşk, ilişkiler ve erkekler hakkında ne kadar az şey bildiğimdi... Ve bu duygu hálá devam ediyor. ’Tecrübe ettim ve öğrendim ki, evlilik iğrenç bir şeydir ve bu adam beni hiç mutlu etmedi’ duygusunun yerine, ’İlişkilerle ilgili ne kadar az şey biliyorum’ duygusu hakim bana" diyor ve bu duygunun onu bir ilişki konusunda tekrar harekete geçmekte frenlediğini itiraf ediyor.
"Bir evliliğin sonuna yaklaştığını hissedebilir mi bir kadın? Yoksa ’Biz ne ara bu hale geldik?’ mi olur hissedilen?" sorularına Dönmez’in yanıtı kısa ve net: "Kadın hisseder." Ve ardından ayrıntılar dökülüyor: "İyi giden bir evlilikte böyle bir hisse kapılmaz insan tabii. Mutlaka bir şeyler kötü gidiyordur. Görüntüde bir şeyler kötü gitmiyorsa da taraflardan biri kendini iyi hissetmiyordur. Bunu bilirsin ve hissedersin, ama bir türlü biteceğine inanmazsın. Garip bir duygu bu. Evliliğimin bitiyor olduğunu hissettiğim an dehşete kapıldım. Görüyorsun ama kabullenemiyorsun, çünkü bünyen kabul etmiyor."
Ama Dönmez’e göre bir ilişki bittiyse gerçekten bitmiştir. Aynı kişiye ikinci bir şans verecek tipte biri olmadığını söylerken, parantez açmayı da unutmuyor: "Böyle durumlarda genelleme yapmanın yanlış olduğunu zamanla hayat gösteriyor insana..."
Boşandığım duyulmadı
"Evlenmek mi kolay, yoksa boşanmak mı?" sorusu ise ona kahkahalar attırıyor. Ardından cevaba geçiyor: "İkisi de zor aslında. Ben evlenirken de sağlık raporu, evlilik formu derken gergin günler geçirmiştim. Tabii bitişler her anlamda tatsız oluyor. Hele hele aşık olduğun ve birlikte bir hayatı paylaştığın birisinden ayrılmak daha keyifsiz. Ama boşandıktan sonra arkadaş kalamayan insanları da anlayamıyorum. Ayrıldığına göre zaten yakın bir ilişki olması mümkün değil, ama o andan itibaren öyle bir insan hayatına hiç girmemiş gibi davranmak da doğru gelmiyor. Her ayrılıkta yaşadım ben bu sorunu. Karşı taraf ayrılığı istemediği için böyle bir tepki oluyor. Türkiye’deki erkeklerin genelinde var, ’Aman arkadaş olmayalım’ durumu. Ancak zaman geçtikten sonra olabiliyor. Halbuki sen o insanı sadece aşık olduğun için değil, pek çok özelliğini beğendiğin için sokmuşsun hayatına ve o özellikleriyle hayatında olmasını istiyorsun. Bana çok acımasızca geliyor birbirinin hayatından tamamen çıkmak. Bu beni her seferinde acıtmıştır."
Ya boşandıktan sonra ruhta yapılması gereken tadilat süreci ne kadar devam ediyor acaba? Bu soruyu yine bir kahkahayla karşılıyor Şebnem Dönmez... "Sekiz ay, yirmi üç gün, altı saat" diyor önce espriyle, sonra ciddileşiyor: "Belli olmaz ki, belki üç ay, belki beş yıl. Sen tamir olduğunu sanırsın ama bir sonraki ilişkindeki arızalardan ortaya çıkar ki aslında tamir olmamışsın ve bir önceki ilişkin sende derin izler bırakmış. Gerçi benimki yumuşak bir geçiş oldu. Ben sesiz sedasız boşandım. İnsanların çok konuştuğu, yorum yaptığı bir süreç yaşamadım. Zaten çok zor olan bir dönemi böyle sakin geçirmiş olmaktan memnunum."
Ünlü olmak şizofrenik bir şey
Reyting, kariyer, dikkat çekmek... Her şeyi bir kenara bırakıp en sevdiğim arkadaşlarımla kafe açmayı düşünüyorum bazen... Çünkü şizofrenik bir şey ünlü olmak... Bir yanda kendi iç dünyan, manevi değerlerin, diğer yanda sadece egonu şişiren ve egonla var olabildiğin bir yer var. Ben sanatçı olarak, yaptığı işle anılmayı tercih eden biriyim. Ama işimle kendi şahsi hayatımı birbirinden ayırmaya çalışıyorum.
Kıraç ile Ayşe Şul Bilgiç
Bir aradayken bile özlem var.
Bu akşam TRT 1’de ilk bölümü ekrana gelecek olan "Gönül Salıncağı" dizisinde, Kıraç yapımcılığı üstleniyor, sevgilisi Ayşe Şule Bilgiç ise başrolü oynuyor. Kıraç, ilişkilerini "Beraberken birbirimizi özlüyoruz" sözüyle özetliyor.
Öncelikle "Gönül Salıncağı" dizisinin ortaya çıkış öyküsünü öğrenebilir miyiz?
- Ayşe Şule Bilgiç: Benim için öykü yazmak vazgeçilmez bir tutku. Tuttuğum günlükleri ve öyküleri bir kitapta toplamak istiyordum. Kıraç’a hep okuturdum öykülerimi. "Gönül Salıncağı"nın hikayesini ilk anlattığım zaman bana bir şarkı dinletti. Gerçekten öyküyü çok iyi anlatan bir şarkı bulmuştu. O şarkıyla bu öyküyü bir proje haline getirdik. Sonrasında her şey kendiliğinden gelişti.
Kıraç Bey yapımcı olmak nasıl bir duygu?
- Kıraç: İlk defa sette yapımcı olarak bulunuyorum ama şu ana kadar her şey iyigidiyor. Çok da amatör kalmadık, hatta başarılı bir iş çıktı. Dizide güzel bir aşk hikayesi var, toplumun en üst sınıfından en altına kadar herkesin seveceği bir iş yaptığımıza inanıyorum.
- A. Şule Bilgiç: Normalde tüm oyuncular ve set görevlileri çalışma saatlerinden şikayetçi olur. Biz sette oyuncunun ve ekibin günde en az sekiz saat uyuyabilmesine dikkat ediyoruz.
Kıraç Bey’in rolü diziye sonradan eklenmiş. Neden Kıraç Bey’e rol verme gereği duyuldu?
- A. Şule Bilgiç: Dizide Gönül’ün, Bayram Ali adında bir babası vardı ve oyuncu arıyorduk. Birdenbire Kıraç’a "Sen oyna" dedim. Kıraç sadece bu işin içerisinde bir yerlerde küçük de olsa olmak istedi. Oyuncu olarak da varım diye bir iddia taşımıyor zaten. Ancak Kıraç, Bayram Ali karakterine kendinden çok şey kattı. Bayram Ali’nin çok uzun sahneleri yok ama her bölümün kilit sahnesinde yer alıyor.
Neden Gönül karakterini oynamayı seçtiniz?
- A. Şule Bilgiç: Gönül içerisinde benden çok şey barındıran ama benden daha fazlasına sahip olan bir kadın. Türk kadınının yüzde 90’nını temsil eden bir karakter. Gönül karakteri, Kurtuluş Savaşı’nda cepheye mermi taşıyan teyzenin günümüzdeki modern hali.
İki insanın arasında bir ilişki varken aynı seti paylaşmak doğru mu?
- Kıraç: Biz de fikir ayrılığına düşüyoruz ama bunu özel hayatımızla karıştırmıyoruz. Birbirimizi seviyoruz, bir arada olmak hoşumuza gidiyor. Beraberken bile birbirimizi özlüyoruz.
- A. Şule Bilgiç: Fikir ayrılığına düştüğümüz anlar oluyor ama sonunda ortak noktayı buluyoruz. Kıraç hem sevdiğim adam hem de akıl danıştığım. Onunla aynı projede yer almak çok keyifli.
Nahif bir aşk öyküsü
Şenol Sönmez’in yönetmenliğini üstlendiği Pamela, Umut Temizaş, Erdal Tosun, İskender Doğan gibi başarılı isimlerin de rol aldığı "Gönül Salıncağı" dizisi, pek çok ahlaki değeri unutuyor olduğumuz günümüzde hálá saf, tertemiz, idealist, umut dolu, her şeyini paraya bağlamayan, zorluklardan yılmayan insanların da olduğunu izleyenlere hatırlatan naif bir aşk hikayesini anlatıyor.
Merve Sevi ve Volkan Keskin
Barış'a benzediğim için seçilmedim.
İlk bölümü 10 Kasım’da Star TV’de ekrana gelecek olan "Dağlar Delisi" dizisinin başrol oyuncuları Merve Sevi ve Volkan Keskin, Kelebek’e konuştu. Keskin, sanıldığı gibi Barış Akarsu’ya benzediği için diziye dahil edilmediğini söyledi.
Volkan Bey biraz kendinizden bahseder misiniz?
- 1983 doğumluyum. Aslen Samsunluyum. Babam memur olduğu için Türkiye’nin birçok ilini gezdim. Üç yıldır modellik yapıyorum. Bir yıl önce "Dağlar Delisi" dizisi için teklif geldi. İlk dizim olduğu için uzun süre Suat Özturna’dan oyunculuk eğitimi aldım. Bunun dışında canlandıracağım karakter için eskrim ve binicilik dersleri aldım.
Hangi karakteri canlandıracaksınız?
- Ben obanın delisiyim (gülüyor). 24 yaşlarında obasına, dağlara ve hayvanlara aşık Melik karakterini canlandırıyorum. Yanında çok güzel bir kız var ama bunu göremiyor. Küçüklüğünden beri Aybala’yla beraber büyüdükleri için ona kardeş gözüyle bakıyor ama belli bir süre sonra iki kadın arasında kalıyor.
Dizide izleyicileri en çok ne etkileyecek?
- İlk bölümü izleyenler projenin farklı olduğunu anlayacak. Bu dizide izleyicileri en çok vatan sevgisi etkileyecek.
İlk oyunculuk deneyiminiz. Kendinizi sette rahat hissediyor musunuz?
- Çok şanslıyım, birçok usta oyuncuyla birlikte rol alıyorum. Tabii ki eksik olduğum yerler var, o durumlarda da Merve yardımcı oluyor.
İlk teklif geldiğinde tedirginlik yaşadınız mı?
- İlk oyunculuk deneyimimde başrol oynamak çok zor. Hazır değildim aslında. Ama önümüzde uzun bir dönem olduğu için çalışabileceğimi belirttiler ve rahatladım. Bunun dışında attan çok korktum. İngiliz atlarına biniyoruz. Boyları da 1.90 civarında. 4-5 defa attan düştüm. Neyse ki bu kazaları hafif morluklar ve çiziklerle atlattım.
Gözlerinizde sürme var mı?
- Evet ilk fotoğrafçım çok yakışacağını söylemişti, ben de o gün bugündür gözlerime hep sürme çekiyorum.
Dizi ortaya çıktığı zaman Barış Akarsu’ya benzetildiniz. Bu durumda ne hissettiniz?
- İlk başlarda hoşuma gitti. Çünkü Barış’ı çok seviyorum. Ama sonra "Barış Akarsu’ya benzediği için binlerce aday arasından diziye seçildi" diye bir haber okuduktan sonra çok üzüldüm. Benim saçlarım yedi yıldır uzun. Bir yıldan beri de bu dizi için hazırlanıyorum. Hatta geçen yıl bu proje için deneme çekimi yaptık.
Hayat devam ediyor
Merve Hanım dizide hangi karakteri canlandırıyorsunuz?
- Aybala karakterini canlandırıyorum. Aybala aşık bir kadın ama karşısındaki adam onu kardeşi gibi görüyor.
Barış Akarsu denildiği zaman akıllara ilk gelen isimlerden biriydiniz. İzleyicinin "Neden bu kadar kısa sürede başka bir dizide yer aldın" demesinden çekindiniz mi?
- Barış hep yüreğimin en derin yerinde yaşayacaktır. Ancak hayat devam ediyor. Yaşamam için çalışmam lazım.
Sizi en çok yaralayan baba Selahattin Akarsu’nun "Rol yapıyor" sözleri mi oldu?
- Çok kırıldım ama büyüğümdür, saygı duyuyorum.
Nurgül Yeşilçay: Sert değilim
Sert değilim daha esneğim.
İstanbul Life dergisine konuşan Nurgül Yeşilçay, rol aldığı "Yaşamın Kıyısında" filminin yönetmeni Fatih Akın için ilginç bir tanım kullandı. Yeşilçay, "Fatih beni Cannes'da çok güzel lanse etti. Benim için güzel şeyler söylemesi çok onur vericiydi... Fatih için dünyalı diyorum ben. Dünyalı insanlar vardır ya, her yere yetişirler. Algıları çok açıktır; öyle... Ne Alman, ne Türk. O yüzden filmleri çok başarılı zaten."
İstanbul Life dergisi, "Yaşamın Kıyısında" filminin yönetmeni Fatih Akın ve başrol oyuncusu Nurgül Yeşilçay’la konuştu. Yeşilçay, sert insan olduğu yönünde yapılan yorumlara "Sertim ama eskisi kadar değil. Artık daha esneğim" yanıtını verdi.
Fatih Akın, Cannes’da sizden "Yeni bir yıldız doğdu" diye bahsetti. İltifatlara alışık olmanız beklenirken yüzünüzde mahcup bir ifade vardı.
- İltifat almaktan çekinmek, bu kadar sene bu işin içinde olmakla değil, karakterle alakalı. Beni çok güzel lanse etti. Yabancı basın çok ilgi gösterdi, çok röportaj yaptım. Daha çok oynadığım rol ve "Biz Türkleri böyle bilmezdik" ile alakalı. Bir de filmde Avrupa Birliği ile ilgili bir laf ettiriyor bana Fatih senarist olarak...
Mutfak sahnesi mi?
- Evet. O sahnede küfür ediyorum Avrupa Birliği’ne. Bu çok ilgilerini çekti. Bir Türk olarak AB ile ilgili ne düşündüğümü sordular. "Hiç Türk’e benzemiyorsunuz" gibi sorular geldi. Filmdeki karakterle Cannes’daki duruşumun farklı oluşu merak uyandırdı.
Zaten aynı olması beklenmemeli.
- Tabii canım. Öyle olması daha doğru zaten. Fatih’in yazdığı bir karakteri oynuyorum.
Sizin konumunuzdaki biri bu tip sorulara nasıl cevap vermeli?
- Mesela ben AB’ye karşıyım. Çünkü çok dürüst olduğunu düşünmüyorum. Ama tabii orada çıkıp "AB’ye karşıyım, ben de aynen öyle düşünüyorum" demedim, o kadar da değilim. Ortalama şeyler söylemeye çalıştım. Türkiye kendi kendine yeterse AB’ye çok da gerek olmadığını düşünüyorum.
Filmdeki karakterinizle örtüşen özellikleriniz var mı?
- Bu anlamda var.
Politik olması gerekmiyor. Kişilik olarak da olabilir.
- Yüzde yüz bir şey yok. Zaten hiçbir karakterle olamaz. Daha çok benzeyenler, daha az benzeyenler vardır gerçi. Ayten karakteri çok sert.
Sizin için de sert dedikleri oluyor ama.
- Sertim evet ama o kadar da değilim. Artık daha esneğim (gülüyor). İngiltere’deydim bir süre. Ne kadar kızsam da "Yerim AB’yi, İngiltere’yi" falan diyemem.
Cannes’a giderken ödül gibi bir beklentiniz oldu mu?
- Ödülü hiç düşünmedik. Hayatımda ilk defa yabancılara imza verdim. Çok güzeldi.
Sizce Fatih Akın kim, nasıl biri?
- Fatih dünyalı diyorum ben. Dünyalı insanlar vardır ya. Her yere yetişirler. Algıları çok açıktır. Ne Alman, ne Türk. O yüzden filmleri çok başarılı zaten.
Tekrar ilk soruya döneceğim. Fatih Akın sizce neden bu kadar güzel lanse ediyor sizi?
- E, akıllı (gülüyor). Benim için böyle güzel şeyler söylemesi çok onur verici. Herhalde bildiği bir şey vardır diye ona güveniyorum (gülüyor).
Harekete geçiren bir güç oluyor mu bu?
- Somut şeylere inanırım. Biraz rasyonalistim o manada.
Ödül gibi mi?
- Yok ödül değil. Ne bileyim, bir bağlantı, bir iş, para, elle tutulup gözle görülebilecek bir şey.
Orhan Abi sağ olsun
"Duvara Karşı"dan sonra şimdi de "Yaşamın Kıyısında". Aşk, ölüm ve şeytan gibi bir üçleme mi söz konusu?
- Evet... Bir üçleme. "Duvara Karşı"yı yazarken bu fikir vardı. Bir arkadaşım vardı film yapımcısı, Andreas. Maalesef çekim sırasında öldü. Köln’de hep beraberdik. Bundan aşağı yukarı beş-altı yıl evvel onda kalıyordum. Beraber konular aradık. İnsanlar üzerine film yapmak istiyorduk. Bence her insanda o üçgen var. Aşk, ölüm ve şeytan. Hatta küçük küçük çıkartmalar yaptık. Aşk ve bir kalp. Ölüm için bir haç. Şeytan için bir pentagram. Onları dağıttık sağa sola.
Hemen Cannes öncesi "Yaşamın Kıyısında"yı baştan montajladığınız doğru mu?
- Evet. Filmi altüst ettik tamamen. Senaryoyu yazdım. Herkes çok beğendi. Kariyerimde ilk defa ön satış yaptım. Fransa’da, İspanya’da filmi daha yapmadan satın aldılar. Tabii sette kendimi çok güvende hissettim. Bu işi artık öğrendim zannediyordum. Çok emindim her şeyden, senaryodan, oyunculardan. Sonra montajda bakıyorsun hiçbir şey çalışmıyor... Bunu kariyerimde ilk defa yaşadım. Allah kimseye göstermesin.
Korkunç bir tecrübe olmalı.
- Evet, korkunçtu, krize girdim. Yönetmenliğimi sorguladım. Belki "Duvara Karşı"da şansım vardı sadece dedim kendime. Montajcımla oturduk, terledik, uğraştık, her şeyi denedik. Bir çare bulduk. O da doğru oldu.
Yanlış olan neydi?
- Üç hikaye de aynı zamanda başlıyordu. Bu çok karmaşık oldu. Seyirciye duygusal bir geçiş yapamadım.
Ama oldu sonunda.
- Evet oldu. Sonuçta senaryo ödülü aldık. Orhan Abi (Orhan Pamuk) sağ olsun. Bu aslında benim için montaj ödülü. O da jürideydi. Büyük bir edebiyatçı. Beni çok mutlu etti. Ondan çok şey öğrendim. Bu filmin en büyük başarısı benim için satışı veya ödülü değil, öğrendiğim şeyler.
Deniz Akkaya: Hata ve sevaplarımla
Deniz Akkaya, eski sevgilisi Murat Aslan'dan dayak yediğini söylediği günlerde, "Dayak cennetten çıkmadır. Hak eden dayağı yer" diyen Hülya Avşar'a yanıt verdi: "Benim için 'Hak ettiyse dayak yemiştir' diyen kadınlar yerine Duygu Asena gibi kadınların çoğalmasını istemez misiniz? Seneler önce Tanju Çolak'tan yediğiniz dayakları unuttunuz mu? Bir anne olarak benden yana çıkmanız gerekmiyor mu?"
Deniz Akkaya’nın dalgaları 30 yaşıyla birlikte biraz duruldu. Gazetecilikten oyunculuğa kadar el atmadık alan bırakmayan Akkaya, Elle dergisine verdiği röportajda "Şu saatten sonra deneyecek bir şey kalmadı" dedi. Yeni kartvizitinin meslek hanesinde ise "sinema oyuncusu+televizyon programcısı" yazıyor.
Kendinizi artık yaşlanmış mı buluyorsunuz? Bu yönde açıklamalar yapıyorsunuz da...
- Ben olgunlaşmaktan söz ediyordum. Mühim olan yaşlanmak değil olgunlaşmak. Ve olgunluk bir kadının en güzel dönemi...
Bu 30 yaşına gelmenin avuntusu mu?
- Eskiden öyle görürdüm ama değilmiş. Olgunlaşmak çok güzel bir şeymiş, 30 en keyifli dönemmiş.
Bu gençlik, güzellik fetişizmi Türkiye’ye özgü değil ki; hele de görsel bir iş yapıyorsanız. Bütün dünyada durum böyle...
- Buna çok katılmıyorum. Özellikle görsel işler yapan kadınlar değil, bütün insanlar kendine bakmalı... Ama kafayı bununla bozmak niye? Bir de Türkiye’deki sanatçıların "Üç çocuk doğurdum, beni böyle kabul edin" demelerini de anlamıyorum. Betina Hakko da üç çocuk doğurdu, Madonna da kaç çocuk doğurdu. "Ben Türkiye’nin en güzel kadınıyım" şeklinde büyük cümleler kuruyorsan, kendine bakmak zorundasın. Sonra 18 yaşındaki kızlarla aşık atarsın ve bu da cehaletin kırmızı alarmıdır bence. Ajda Pekkan eleştirilir ama hem kendine hem de seyircilerine çok saygılı. Yaşına rağmen böyle harika görünmesinin tek sebebi yaptırdığı estetikler değil, hayat tarzı ve disiplini. Yıldız Kenter de öyle. Fiziğiyle çıtır çerez modellere bile örnek olabilir!
10 yıldır gündemdesiniz ve hayatınızın üçte biri kamera karşısında geçti. Bu durumdan memnun musunuz?
- Modelliğe üniversiteyle aynı yıl başladım. Memur çocuğuyum ve yurtdışına seyahat etmek gibi imkanlarım yoktu. Seyahatlerimi mesleğim sayesinde yaptım. Bütün meslek hayatımı ben kurdum. Hatalarım ve sevaplarımla kendimi ben yarattım. Hatalarımı başkalarının üzerine atarak sorumluluklarımdan kaçmam.
Hatalarınız size ne öğretti?
- Bana değer kattı. Beş sene önce yaşadıkları kendi hayatları değilmiş gibi suratlarında bir gülümseme maskesiyle dolaşan sanatçı kılıklı insanlar var ortalıkta. Hele de evleniyorlarsa, sanki evlilik öncesi bir hayatları yokmuş gibi davranıp, onu bambaşka bir şekilde gösteriyorlar. Sezen Aksu çok iyi bir aileden gelen, hayatı boyunca eline kocasının elinden başka el değmemiş biri gibi davrandı mı hiç? Yoksa o şarkıları yazabilir miydi? Seda Sayan da gerçek bir kadın, rol yapmıyor. Diğerlerine değil, onlara benzemek istiyorum.
Sizin hatalarınız başkalarına değil, kendinize zarar veren türden miydi?
- Aynen öyle. Ben insanların Allah’ın bir sureti olduğuna ve başkalarına bilinçli olarak zarar veren insanların Allah korkusu olmadığına inanıyorum.
Manevi ve dini konulara düşkünlüğünüz ne zaman başladı?
- Enteresan bir sebebi var. Kırmızı kabala ipleri takma modası başladığında bunun musevilikle ilgili olduğunu ve müslümanların takmaması gerektiğini söyledim. Hem müslüman hem kabalist olamazsın. Herkes çok tepki gösterdi ama ben abur cubur bilgilerle yetinmeyi sevmediğim için dinler, müslümanlık ve tasavvuf hakkında araştırmaya ve okumaya başladım. Gördüm ki bizim dinimiz en felsefi din. Kuran-ı Kerim’deki ayetlerin matematiğe dayandığını gördüğümde hayran kaldım. Kendimi iyi hissetmek için Cevşen takıyorum bazen. Ben dövmeye de karşıyım çünkü insan vücudu çok değerli. Her gencin bir politik, felsefi ve dini görüşü olmalı. Ateist olsa bile nedenlerini bilmeli.
Böylece yeni bir dönem mi açıldı hayatınızda?
- Yaptığınız işle kendinizi doğru ifade etmenin bir yolunu bulursanız, malzeme olmaktan kurtulursunuz. Sanatçı topluma örnek olmak zorunda da değildir. İbrahim Tatlıses hangi birimize uyan normlarla yaşıyor? Ama insanların kalbine dokunan yeteneği sayesinde ona sonsuz kredi verilmiş.
Bu kredi erkeklere daha çok veriliyor galiba...
- Çok doğru. Nil Karaibrahimgil bir röportajda evlenmeden çocuk yapmaktan söz ediyor. Birkaç jenerasyon öncesindeki bir pop şarkıcısı böyle konuşabilir miydi? Oysa evlenmeden çocuk sahibi olmak gayet normal, çünkü evlilik kurumu artık işlemiyor. Evlendiğin sabah her şey değişmiş oluyor. Evlilik kadın için bir kazanç kapısı olmamalı. Kocasıyla var olan evlilik dilencisi kadınlardan hoşlanmıyorum. Evlenmek için saplantıya değil sevgiye dönüşmüş aşk gerekir.
Hálá terapi görüyor musunuz?
- İki sene öncesine kadar düzenli gittim. Benim gittiğim kişi psikoloji eğitimi de almış sosyologdu ve bana hayatla ilgili yollar gösterdi. Bir muhalif durumum vardı; o dış kabuğumu sertleştirmeden topluma uyum sağlamayı öğretti. Toplumla uyum içinde kalarak muhalif duran insanları örnek gösterdi. Bunlardan biri Okan Bayülgen bana göre. Televizyonda bir dönüm noktasıdır. Perihan Mağden’in de yazılarını her gün okumam ama bir kadın olarak duruşunu çok beğeniyorum. Benim için "Hak ettiyse dayak yemiştir" diyen kadınlar yerine Duygu Asena gibi kadınların çoğalmasını istemez misiniz? Seneler önce Tanju Çolak’tan yediğiniz dayakları unuttunuz mu? Bir anne olarak benden yana çıkmanız gerekmiyor mu? Perihan Mağden’in anneliği onlarınkinden çok daha doğru bir anneliktir.
Kariyerinizde 10 yıl önce hayal ettiğiniz yerde misiniz?
- Ben hedeflerimin değil inançlarımın peşinde gidiyorum. Eskiden her şeyin en iyisini yapayım diye sağlığıma dikkat etmeden, uyumadan didiniyordum. Artık böyle yapmıyorum. En başarılı, en güzel olma iddiası kafayı kendinle bozmaktan başka bir şey değil.
Artık modellik yapmadığınıza göre ne iş yapıyorsunuz?
- Kendimi henüz oyuncu olarak görmüyorum. Televizyon oyunculuğunu da sadece para için yapmam. Ancak "Bıçak Sırtı" ya da "Avrupa Yakası" gibi sağlam dizilerde yer alabilirim.
Televizyondan tamamen vazgeçmediniz o halde....
- Yaklaşık üç aydır üzerinde satır satır çalıştığım bir televizyon programı projesi var. Ama yapay bir televizyon karakteri yaratmayacağım. Ben Amerikalı talk show’cu Ellen DeGeneres’i çok seviyorum, lezbiyenliği de dahil olmak üzere her şeyi gerçek. Mesela "Kız" diye konuşarak Seda Sayan’ı taklit eden bir dolu insan çıktı ama gerçek olmakla avam olmak aynı şey değil.
Uyku sorunum kalmadı
Siz bir insomniyak (geceleri) uyuyamayan) olarak biliniyorsunuz. Artık rahat uyuyabiliyor musunuz?
- Artık uyku sorunum kalmadı. Kaçta yatarsam yatayım en az yedi saat uyuyorum.
Uykunun mutlulukla bir ilgisi mi var yoksa?
- Evet, kesinlikle.
Huzurluyum, aşığım, mutluyum
Şu an aşık mısınız?
- Mutluyum ama aşık olunca hemen yüzünden okunan biri değilim. Bende kelebekler ve uçuşma etkisi yaratmıyor. Aşkı ağdalı yaşayan insanlardan değilim. Aşık olmak hayatıma ekstra bir değer katmıyor. Mutluluğum ve yegane yaşama sebebim de aşk değil.
Artık insanların kıymetini daha iyi biliyor musunuz?
- Tam tersine, kendi değerimi daha iyi biliyorum. Değmeyecek bir insana mesai harcamanın bana zararı dokunduğunu gördüm. Bir erkeğe kendinden çok değer veren kadının sonu her zaman hüsrandır. Sevgi aşktan daha önemli. Gelecek gördüğünüz bir ilişkide aşk zamanla sevgiye dönüşmeli.
Gelecekten ne kast ediyorsunuz?
- Bir yastıkta 50 yıl geçirmek. Bence bunun için illa evlenmek de gerekmiyor. Bir arada durmaktan bahsediyorum.
Sizin ilişkinizde böyle bir ihtimal var mı?
- Bilemiyorum, zaman gösterecek. Huzurluyum, aşığım, mutluyum ama bir sene sonrasını görmek için mutlaka yaşamak gerekiyor. Ben insanların önce aynı evde yaşaması gerektiğine inanıyorum, ama sevgilimle aynı evde yaşamıyorum. Özgürlüğüme çok düşkünüm. Kendi özel alanımın olması lazım. Biz iki ayrı evi olan bir çiftiz. Ya da bir evi, bir yazlığı olan bir çift diyelim...
Nükhet Duru: Mısır yedim
Yolda mısır yedim ama döke döke değil.
"80'lerde çok mutluydum. Punk'ın moda olduğu zamanlardı. O dönemler gizlice Paris'e gider, orada punk dolaşırdım. Sahneye ilk çıktığım zamanı unutamam. Çok heyecanlıydım. Annem, 'Madem bütün itirazlarıma rağmen buraya kadar geldik, o sahneye çıkılacak' dedi. Ben 'vazgeçtim' dedim ama dinlemedi, beni sahneye götürdü. Birinci şarkıyı titreyerek okudum, ikinci şarkıda biraz daha rahattım. Üçüncü şarkıdan sonra baktım oynamaya başlamışım."
"Cenk Eren & Nükhet Duru Show"dan sonra kadınlara yönelik "Duru Muhabbetler" programıyla yine TV8 ekranlarındasınız...
- Aslında hayata yönelik bir program bu. Kadınların evde oldukları veya işten döndükleri saate denk geliyor. Ama erkekler de izliyor beni. Çünkü hayata dair birtakım şeyleri öğrenmek istiyorlar.
Diğer kadın programlarından farkınız nedir?
- Hayatım boyunca yaptığım her işte farkımı ortaya koydum. Eğlenceyle erdemi, ciddiyetle neşeyi bir arada verebilecek bir birikime sahibim. Seyirci kitlem de farkımı gösteriyor ayrıca. Bende yalancı skandallar, facialar, aile hayatımın mahrem konuları, ötekinin birbirini tımarlaması yok...
Metin Arolat, Cenk Eren... Sizi genelde ikili olarak izledik. Bazıları ilginin sadece kendi üzerinde toplanmasını ister.
- 32 yıllık televizyon ve sahne geçmişim var. Partnerlerle birlikte şov yapmaktan her zaman büyük mutluluk duydum. Bende insan egosu çok törpülenmiş, o yüzden sanatçı egom yok. Bu durum, yetiştirilme tarzımdan kaynaklanıyor da olabilir. Belki de bu bir eksiklik. Çünkü bunun acısını yaşadığım dönemler oldu. Ama olmayan bir şeyi de var edemem ki! Bugün benden 20 yaş küçük Beyonce ile sahneye çıkmamı isteseler, çıkarım. Öyle komplekslerim yok, kendime güvenirim.
Şu anki müzik sektörü polemikler üzerine kurulu gibi gözüküyor. Bir şarkıcının ne kadar çok polemiği varsa, o kadar çok ekstrası oluyor...
- Böyle bir şey yok. Sadece öyleymiş gibi gösteriliyor. O zaman benim hiç çalışmamam lazım! Ben hiç kimseyle polemiğe girmiyorum. Böyle davrananlar da var, ancak gündemde kalmaları çok kısa sürüyor. İsim vererek söylüyorum; Lerzan Mutlu gibi bir hanımı programa çağırırsanız o gecenin asil bir şekilde başlayıp asil bir şekilde biteceğine kim garanti verebilir? Yapımcılar gecenin şekline kendileri karar veriyor. Lerzan’ın davranışlarını çok çirkin buluyorum. İnsanlara saldırması filan rahatsız ediyor beni. Lerzan, Seda Sayan’ın elbisesinin püskülü belki olur, belki olmaz. İnsan gibi yaşanarak da sanatçı olunabilir.
Ajda Pekkan ünlü olduğu için hayatta birçok şeyi ertelediğini, hatta sokakta doyasıya mısır bile yiyemediğini söyledi. Peki siz hayatınızda neleri ertelediniz?
- Ben hayatımı yaşadım. Işıklar altında yaşamak kolay değil. Ben yolda mısır da yedim ama tabii üstüme başıma döke döke değil. Doğru söylüyor Ajda Pekkan. Ama ben biraz daha teröristim bu konuda. Yani en azından kendime bunları yapabileceğim özel alanlar yarattım. İki günlüğüne de olsa kaçmayı bildim bir köye. Benim öyle ücra köşelerim vardır. Çok rahat her şeyi yaparım.
Gençler eski dönem sanatçılarını yeni keşfetmeye başladı. Önümüzde Müjde Ar örneği var.
- Müjde benim canımdır. Ben, Sezen Aksu ve Müjde çok iyi bir üçlüyüzdür. Müjde bizi her konuda terbiye eden insandır. Özellikle para konusunda. Biz çok harcamalar yapardık, Müjde bizi dizginledi. Sezen ve benim oturacak evimiz varsa onun sayesindedir.
Sizin de Müjde Ar gibi anlatacak çok anınız vardır...
- Anılarımı bir kitapta topluyorum. Ama ne zaman çıkacağı belli değil.
Paris’te punk dolaşırdım
Hayatınızdaki en büyük pişmanlığınız nedir?
- Keşke bir çocuk daha yapsaydım.
En büyük çılgınlığınız...
- 80’lerde çok mutluydum. Punk’ın moda olduğu zamanlardı. O dönemler gizlice Paris’e gider, orada punk dolaşırdım.
Unutamadığınız bir anınız var mı?
- Sahneye ilk çıktığım zamanı unutamam. Çok heyecanlıydım, çıkacak gücüm yoktu. Annem dedi ki; "Madem bütün itirazlarıma rağmen buraya kadar geldik, o sahneye çıkılacak!" Ben "vazgeçtim" dedim ama dinlemedi, beni sahneye götürdü. Birinci şarkıyı titreyerek okudum, ikinci şarkıda biraz daha rahattım. Üçüncü şarkıdan sonra baktım oynamaya başlamışım.
Hülya kendini restore etmeye ihtiyaç duyuyor
Sizce Seda Sayan’ın reytingi neden geçilemiyor?
- Seda Sayan’ın zekası, fiziksel görünümü ve aynı zamanda eğlenceyle faciayı aynı potada eritebilme ustalığından kaynaklanıyor bu durum.
Hülya Avşar şu sıralar ağır bir talk show programına imza atıyor. Terörden eşcinsellerin sorunlarına kadar birçok konuyu gündeme getiriyor. Siz hiç böyle bir program yapmayı düşünür müydünüz?
- Bu tür programları yapabilenler yapsın. Ben ne haberciyim ne de araştırmacı gazeteciyim. Herkes bulunduğu yerde ağırdır. Ben kendimi şarkılarla geliştirmek istiyorum. Bu yüzden başka dallara sıçramayı hiç düşünmüyorum. Hülya, yaptığı diğer işlerden sanıyorum çok sıkıldı. Daha bir steril konuma geçmek istiyor. Onun da ruhu ve gönlü doydu magazine. İnsanların yaşamındaki beraberlikler de çok önemli. Şimdi beraber olduğu insan onu bu tarzda yönlendiriyor ve Hülya ona daha uyumlu bir tarzda davranmak istiyor olabilir. Şeker bir insan Hülya ama kendini biraz restore etme ihtiyacı duyduğu belli.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)