Perşembe, Temmuz 12
Canan Barlas: Sürat teknesiyle
Gazeteci - yazar Canan Barlas Merkez Kitaplar'dan çıkan son kitabı Eğreti Burjuvalar'da kendi hayatıyla, Türkiye'nin modernleşme sürecini iç içe geçmiş bir şekilde anlatıyor. Saray çevresinde büyüyen bin anneanne, Uşak'ta araba kullanan ve Türkiye'nin ilk kadın kimyagerlerinden olan bir anne, konaktan apartmana geçiş, modern Anadolu kentlerinden, taşralaşmış büyük kentlere o kentlerin statü peşinde koşan yeni zenginlerine kadar her şey Barlas'ın tezgâhından geçmiş. Bir zamanlar Niyazi Berkes'in sorduğu "200 yıldır Neden Bocalıyoruz?" sorusuna Barlas kendi deneyimleri ışığında cevap veriyor ve eğreti hayatlarımıza, eğreti burjuvalarımıza ilişkin görüşlerini sergiliyor.
- Mustafa Kemal'in bir büyükelçi ziyaretinde masaya hizmet eden bir hizmetlinin hata yapmasından sonra "Bu millete her şeyi öğrettim ama uşaklığı öğretemedim," dediği rivayet edilir. Bu anekdot sizin kitabınızda anlattığınız Türkiye'nin dönüşümüne dair bir örnek olabilir mi?
- O sözler milliyetçi anlamda bir vurgu içeriyor. Sofra adabıyla ilgili olduğunu sanmıyorum ama yine de dönüşüm olduğuna dair bir işaret var. İmparatorluğun mirası topraklarda hizmet etmeye alışmamış insanların varlığına işaret ettiği söylenebilir.
BATICILIK DEVLET POLİTİKASI
-Anneanneniz saray çevresinde büyümüş...
- Saray çevresinde büyüyüp Anadolu'ya gelin gitmiş. İstanbul'da o zaman Batılı yaşam tarzı var ama tabakalar halinde, toplumun geneline sirayet etmemiş. Bir de Atatürk, Osmanlı yaşam biçiminin önünü kesmek istediği için zaten belirli bir zümrenin alışkanlığı da Cumhuriyet'in kültürüne sokulmamış. Üretilen edebi eserlere bakın, yeni alfabe kullanıyor ve eski eserler anlaşılmaz hale geliyor. Dolayısıyla saray çevresinde yaşanan hiçbir görgü, adap sürekliliğini koruyamamış. İmparatorluk dağılıp, Atatürk Batıcılığı devlet politikası olarak kullanılınca, saray çevresinin dışındaki insanlara da görev veriliyor. Aydınlar, bürokratlar, askerler Atatürk'ün Batıcılık anlayışının misyonerleri durumunda. Kimse "Neden Batıcılık?" diye sormuyor. Yine İttihat Terakki geleneği var, Üst düzey bürokratların yaşam biçimi halk tarafından kabul görmedi. Halk, Batıcılığa karşı çıkmadı ama içlerine de sindiremedi.
- Bahsettiğiniz Atatürk Batıcılığı, Cumhuriyet balolarında sergilenen bir şey. Ama bu tip Batıcı eğilimlere tepki de oluştu.
- Gelenek yok sayılıyor. Aslında Atatürk, Türk musikisini seviyor, sofrada musiki okunuyor ama belki aydınlar Batıcılığı içine sindiremedikleri için kolaycılığa başvuruyor. Bize uygun bir kültür yerine Batı'da olanları ithal etmekle yetiniyorlar. Modernleşme, demokrasi, giyim kuşam tarzı ithal edilmiş.
- Kitabınızın girişinde de her şeyin taklit olduğunu söylüyorsunuz zaten...
- Her şey taklit. Mesela bugün sosyete düğününde geline kaftan giydirilip kına gecesi yapılıyor. Kaftan sarayda giyiliyor ama kına gecesi Anadolu köylüsünün geleneği. Alaturka sofranın özü çeşitliliktir, evin zenginliğini, bereketini gösterir. Sosyete bugün alaturka davet veriyor ama ortada sosluklar geziniyor, alaturka yemekte sos zaten yemeğin içinde olur. Düğünlerimiz Batılı gibi görünüyor, pasta kesiliyor ama o da bizim adetimiz değil. Protokol oluşturuluyor mesela iki sanayi patronu bir medya patronu çağrılıyor. O kentin en büyük mülki amiri yok, sanat çevresinde seçkin insanı yok. Her şey gösteriş halinde yaşanıyor. Protokoldeki bu adamlar daha sonra vakıf kuruyor, üniversite açıyor, gayet güzel işleyen bir PR düzeni kurulmuş.
ALTTA NIKE ÜSTTE TÜRBAN
- Türban meselesi 1980'li yıllardan sonra ortaya çıktı. Belki de ilk defa bu dönemde "Biz kimiz?" sorusu sorulmaya başlandı?
- Bu soru devamlı vardı. "Biz Batılı mıyız? Kentli miyiz?" gibi. Nike marka ayakkabı giyip türban takılıyor. Davet veriyorlar dışardan catering hizmeti alınıyor, yenilen yemek ne Batı ne de Doğu'ya ait. Belirli bir adap, kültür oluşmayınca sorular da artar.
- Kitabınızda konakta başlayıp apartmanlara sıkışan hayatlardan da bahsediyorsunuz. Sizin kişisel deneyimleriniz yine Türkiye'nin modernleşme deneyimleriyle de paralel.
- Kiralık ev çok eskiden ayıptı, büyük bir konakta yaşanıyordu. Konak hayatının duygusal alanı daha gelişkin. 10 odalı bir evden apartman katına geçerseniz aile ilişkilerinden çevre ilişkilerine kadar her şey değişir. Eskişehir'de yaşarken apartmanda yaşayan birkaç aileden biriydik ama konserve hayatı yaşıyorduk. Apartmana geçince misafir odası icat edildi, televizyon devreye girince televizyon seyredilen oda haline geldi.
- Geldiğimiz nokta neresi?
- Eskiden konakta çalışanların kılık kıyafeti bile farklıydı, konağın çalışanı kendini oraya ait hissederdi. Şimdi evde bir örnek kıyafet giyen, sanki kiliseden çıkmış vaziyette insanlar var ortada. Alaturka mı, alafranga mı, ne olduğu belli olmayan yemekler yeniliyor. Her şey gövde gösterisine dönüşmüş, eskiden konakta evin sahibi misafirlerini kapıdan karşılarmış şimdi bazen ev sahibini görmeniz bile mümkün olmuyor. Zaten kendine ait değer yargısı olmayan burjuva kesim kendi köksüzlüğünü sürdürüp duruyor. Biraz kendimizi tanımamız gerektiğini düşünüyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder