Perşembe, Mayıs 3

'Bu hezeyana, bu cinayetler az bile!'


Yer Malatya, tarih 17 Nisan 2007... 'Misyonerlik yapıyorlar' diye damgalanan, tehdit edilen Zirve Yayınevi'nin üç çalışanı öldürüldü. Polis 'kapı açılmıyor, içeridekilerden bilgi alınamıyor' ihbarı üzerine gittiği işyerinde; üç kişinin tüyler ürperten işkencelere maruz kalmış cesetleriyle karşılaştı. Uzmanlar cesetlerin resmen 'doğrandığını' açıkladı ve hastanede hayatını kaybeden kurbanla ilgili şu bilgileri verdi: "Sayamadığımız kadar bıçak darbesi vardı, işkence amaçlı olduğu çok açıktı. Kalçası, testisleri, anüsü ve sırtı onlarca bıçak darbesiyle doğranmış; parmakları uzunlamasına ve kemiğe kadar defalarca kesilmişti. Boğazında boydan boya çok uzun ve açık bir yara vardı. 51 ünite kan verildi ancak kurtaramadık..." Olayla ilgili 19 ve 20'li yaşlarda dört kişi gözaltına alındı; hepsinin üzerinden de aynı mektup çıktı: "Beşimiz kardeşiz, ölüme gidiyoruz..." 19-20 yaşlarındaki insanlar nasıl bu kadar vahşileşebildi, adam doğradı ve cinnet getirdi; şiddet nasıl bu kadar boyut değiştirdi? Aklımızı kurcalayan soruyu İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Direktörü, Psikoterapist Dr. Murat Paker'le konuştuk.

- Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle geri planda kalsa da önümüzde tüyler ürperten bir Malatya fotoğrafı var. İlk bakışta ne görüyorsunuz bu fotoğrafta?
- Çok kısaca baktığımızda, üniversite hazırlık kursuna giden beş genç var. Bastıkları yer Hıristiyanlıkla ilgili yayınlar yapan bir yayınevi. Oradaki üç kişiyi boğazlarını keserek öldürüyorlar. Öldürülenler, 'misyoner' diye kabul edilen insanlar. Öldürenler, 'din ve vatan için yaptık' diyor. Türkiye'nin son 5-10 yıldır içinden geçmekte olduğu sosyo-psiko-politik süreçle yakından alakası var olanların; o sürecin ürünleri bu çocuklar. Hrant Dink'i öldüren de, Rahip Santoro'yu öldüren de aynı sürecin mamulleri! Şunu düşünüyorlar bir şekilde; 'Müslüman yurduna gelmiş, burada Hıristiyanlık propagandası yapıp insanları, dindaşlarımızı yoldan çıkartmaya çalışıyorlar...'

- 'Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorlar' duygusu mu?
- Evet ama sırf bu çocuklarda değil, bu sürecin mamullerinde var...

- Tarif eder misiniz bu süreci?
- Türkiye'nin dışa açılması, bir miktar demokratikleşme süreci, diğer adıyla AB'ye katılım, reformlar yapma süreci... Bu süreç başladığından beri giderek artan homurdanmalar var Kürt meselesi, Ermeni meselesi ve misyonerler konusunda... En son Tandoğan mitingindeki bazı konuşmacılara kadar, misyonerlerin tehlikeli insanlar olduklarına dair propaganda yapıldı. Aynı Hrant Dink'in hedef gösterilmesi gibi bu misyonerler hedef gösterildi.

- Yani bu gençler kışkırtıldı mı?
- Bu gençler tabii ki kışkırtıldı! Ama geniş anlamda kullanıyorum. İlla birileri gidip, "Bunları öldürün," dememiş olabilir ama bunlar tamamen cahil değil; lise mezunu, interneti kullanan, gazeteye bakan, genel iklimden etkilenen gençler...

- Her kışkırtılan bu kadar vahşileşebilir mi? Bu kadar insanlık dışı davranışa neden olan dürtü ne?
- Bir kere toplumda şiddete eğilim artıyor. Bu durum yoksullaşma, işsizlik, geleceğe dair umutların azalması gibi şeylerle alakalı. Buna ek olarak, demokratikleşme sürecinin güçlenmeye başlaması ile ayaklarını uzun yıllardır bastıkları zemin sarsılıyor. Nedir sarsılma? Mesela yakın zamana kadar 'Türkiye'de yaşayan herkes Türk'tür' diye düşünülürken, bugün herkes biliyor ki Kürtler vardır, Kürtçe diye bir şey vardır. Buna tepki duyuyorlar ve altlarından kayan zemini tekrar elde edebilmek için baş etme yolları geliştiriyorlar. Bunlardan biri de yok etme, saldırganlaşma! Umarsız bir çaba ama bu değişim sürecinin yan etkileri... Bazı gençler de, "Madem ki zemin kayıyor, madem ki bu reformlar yüzünden devlet eskiden yapabildiği bazı şeyleri yapamıyor, o zaman durumdan vazife çıkaralım," diyor.


- Cinayetlerin ayrıntılarını okumuşsunuzdur; insanların boğazlarını kesiyorlar, anüsten, kalçadan bıçaklıyorlar, parmaklarını uzunlamasına yarıyorlar. Toplumsal ve sosyal süreç ne olursa olsun, insanı asıl ürküten bir insanın bunu yapabilmesi! Bu, klinik bir durum mudur? Bunu yapan normal, sağlıklı bir insan mıdır?
- Bunu normal kabul etmemiz tabii ki mümkün değil. Bu işkenceleri yapanları psikopatoloji açısından konuşabiliriz. Ama Türkiye'de öteden beri çok ciddi işkence problemi var...

- Olanlar bunun yansıması mı?
- Yani düşman saydığı, 'mutlak öteki' diye gördüğü kişinin insanlık dışı olarak kodlanması... Yani Malatya'da işkence yapanlar da, Nazi kamplarında Musevileri itlaf edenler de, Irak'taki cezaevinde, Türkiye'de ya da başka yerlerde işkence yapanlar da; itlaf ettiklerini, acı verdiklerini kendilerine eşdeğer bir insan canlısı diye görmüyorlar! Yani bu tür hunharca şiddet eylemlerini yapanlar mağdur ettikleri insanları, insan olarak görmüyorlar bir kere...

- Bu yüzden mi böyle vahşileşiyorlar?
- Çünkü insan olarak gördüğün birine, tamam vurabilirsin, şiddet uygulayabilirsin ama bu derece hunharlık yapman çok zor. İşkenceci ise 'temizlenmesi gereken bir şey' diye bakıyor ama burada bu durumdan görev çıkartan birilerinin varolması gerekiyor.

- İşte merak ettiğim de bu; o durumdan görev çıkaranların kafa yapısı nasıl çalışıyor?
- Toplumun büyük çoğunluğunda 'vatanımız bölünüyor, tehlike altındayız' ya da 'din elden gidiyor' vs. gibi bir hezeyan var; 'dış düşmanlar' var, 'iç düşmanlar' var, birilerinin bir şeyler yapması lazım. 'Bir şeyler yapmalı' noktasına gelindiğinde, birilerinin aklına darbe yapmak, birilerinin aklına bilmem ne partisini desteklemek, birilerinin aklına gösteri yürüyüşü yapmak, birilerinin de aklına, kendi kişilik yapıları yüzünden şiddete başvurmak geliyor. Bu kadar hunharca şiddete başvuranların kişisel psikolojik yapıları muhtemelen oldukça antisosyal ve narsisistik diyebileceğimiz bir yapıdır...

- Psikolojik olarak 'hasta' diyebilir miyiz bunlara?
- Hepimizin belli kişilik eğilimleri, yatkınlıkları var. Bunların çoğu bozukluk derecesinde yatkınlıklar değil. Bu çocukları kişisel olarak tanımıyorum, o anlamda psikiyatrik bir tanı koymak ve burada tanı açıklamak etik olmaz ama vurgulamaya çalıştığım şey şu; bu tür düşmanlaştırma, 'vatan elden gidiyor' hezeyanları içinde bazı bireyler ya da gruplar, grupçuklar, işi ele almak gerektiğini düşünebilirler. Bu kişiler de büyük olasılıkla bu tür antisosyal narsisistik eğilimleri güçlü olan bireylerdir. Çünkü onlar daha dürtüsel davranabilen, müzakereye, demokratik mekanizmalara yatkın olmayan, karşılarına bir engel, tehlike çıktığında bunu öfke ve şiddetle çözmeye yatkın kişilerdir.


- Böyle işkence yaparken ne hisseder bu insanlar? Tiksinmeden, acı duymadan, gözlerini kapatmadan, annesini-babasını düşünmeden, geleceğini hesaba katmadan mı yaparlar işkenceyi?
- Pişmanlık duyacaklarını sanmıyorum. Antisosyal kişilik yapısının en önemli özelliklerinden biri pişmanlık duyamamaktır! Pişmanlığı neden duyarız? Bir vicdanımız varsa, o vicdan sızlarsa, bazı şeylere iyi, bazı şeylere kötü diyebiliyorsak, ahlaki normlar, kurallar silsilemiz varsa ve o silsileye göre yanlış yapmışsak 'yanlış yaptım' diyebiliriz. Bize bunu dedirten vicdandır. Antisosyal kişilik yapılarında pişmanlık duyacak bir vicdan yoktur. Fütursuz, sınırsız, içten gelen çok yoğun öfkenin, hiçbir sınırlandırmadan geçmeden doğrudan boşalmasını görüyoruz.

- Olaydan sonra katillerin, bıçakları yıkadıkları ortaya çıktı. Şayet kaçabilselerdi, yakalanmasalardı, normal hayatlarına aynı şekilde devam edebilecekler miydi?
- Tabii. Türkiye'de böyle bir sürü katil dolaşıyor! Hep işkence örneği veriyorum, çünkü bilimsel araştırma düzeyinde de çok çalıştığım bir şey; işkenceci işe gider! İştir onun için... Gider işkencesini yapar, acayip ıstıraplar çektirir, akşam alışverişini yapar, evde çoluğunu çocuğunu sever! Bu tür bir şey bu. Bu kadar hunharlık yapan insanlar, hayatlarına dışarıda devam etselerdi, mesela evlendiğinde bir şeye itiraz eden karısını da dövebilirdi, trafikte kavga edip birilerini de bıçaklayabilirdi. Ama sonuç olarak Türkiye gibi bir yerde bu tür anti-sosyal davranışlar için 'norm-dışı' deme imkânlarımız kısıtlı, çünkü epey yaygınlar.

- Bu insanların canavara dönüşmesi bir cinnet getirme hali midir?
- Bu öyle çok anlık değil ama daha geniş bir zaman diliminde gösterilen bir cinnet hali. Türkiye toplumunun çoğunluğu cinnet halinde zaten! Dikkat ediyorum; biri karısını doğruyor, psikologlara soruyorlar, yalnızca psikolojik bir analiz yapılıyor. 'Hitler nasıl bir adamdı?' diye soruyorlar, psikiyatrik analiz yapılıyor. İşkenceciler için 'patolojik insanlardır' deniyor. Bir 'ak-kara mekanizması'nı kullanıyoruz. 'Bizle hiçbir alakası yok, onlar sapık ya da anormal ya da patolojik; dolayısıyla biz temiziz, biz sıyırdık bu işten' demiş oluyoruz. Bu çok tehlikeli. Çünkü hepimizin katkısı var bunda.

- Nasıl bir katkı bu?
- Bir şekilde kışkırtmışlığımız var, göz yummuşluğumuz var, ciddiye almamışlığımız var! Ben şöyle bir soru sormak taraftarıyım; 5-10 yıldır bu kadar hezeyanlı bir politik kültür devam ederken, niye bu kadar az cinayet işlendi? Asıl soru bu!

- Az mı buluyorsunuz sayıyı?
- Hâlâ demek ki toplumun önemli kesiminde, aklıselimin ağır bastığı yerler var! O cinnet hali, hezeyan hali söylem düzeyinde varsa da eylem düzeyinde o kadar zıvanadan çıkmış değiliz. Ama önlem alınmazsa çok yaygın Türk-Kürt çatışmaları görülebilir, Ermenilere yönelik daha yaygın şiddet eylemleri görülebilir. Dink cinayeti bunların sonunda oldu.

- Kahramanlaşma duygusu da cinayet işlemeye teşvik ediyor mu? 'Kurtlar Vadisi'nde olduğu gibi, kahraman yaratma sevdamız da sebep olabilir mi bu olanlara?
- Kuşkusuz öyle bir boyutu da var. Kurtlar Vadisi bu işi çok popülerleştirdi tabii ama sırf o da değil; mesela Susurluk... "Bu millet için kurşun atan da şereflidir," diyen Tansu Çiller... Yani mesele şuna geliyor; Türkiye'de katile katil denemiyor bir süredir! Yani bizim işimize yarayabilecek tarzda katiller kahraman kabul ediliyorlar katil oldukları halde! Bunların içinde Abdullah Çatlı da var, Mehmet Ali Ağca da... Cezaevinden çıktığında nasıl karşılandığını hatırlayın. Kurtlar Vadisi'nin nasıl sonuçlandığını hatırlayın; yüzlerce insanı katletmiş katiller, devlet tarafından toplum kahramanı diye mahkemeden salıveriliyor. Susurluk'u bir anlamda beraat ettiren bir dizidir bu.

- Şimdi bu katillerde de özenme durumu olabilir mi?
- Tabii! Yani ciddi yaptırımı olan bir şey değil bu tür katillik Türkiye'de. Kahramanlık ve katillik bir arada gidebiliyor! 'Hiç kimse' olarak düşünüyorsanız kendinizi, herhangi bir gelecek umudunuz yoksa, iş umudunuz yoksa nasıl göstereceksiniz kendinizi? Böyle binlerce genç olabilir Türkiye'de; kendini göstermek, ispat etmek, bazı çevrelerce iyi anılmak için bir imkân! Çünkü lanetlenmiyor. Toplumun yüzde 90'ı bu tür eylemleri net bir şekilde lanetleyebilse, bu kadar cinayet olmazdı.

Hiç yorum yok: