Perşembe, Mayıs 3

İnci Çayırlı: Oray'la elektriğimiz tuttu


'Ben tüm hayatımı eşime verdim'

ŞEBNEM AKSON

İnci Çayırlı'nın Şarkı Söylemek Lazım'daki jüri üyeliğinden aniden istifa etmesi televizyona yeni bir jüri üyesi kazandırdı. Emel Şenocak'ın kocasıyla yaşadığı ve ancak romanlara konu olacak aşkı ise yarışmadaki görevinden çok daha etkileyici..

- Emel Hanım, İnci Çayırlı'dan boşalan jüri koltuğuna oturdunuz, oturur oturmaz da doldurdunuz. Özgüveninizle dikkat çekiyorsunuz, sebebini neye bağlarsınız?
- Önce insan olmanın öğretildiği bir ailede büyüdüm. Annem eğitimci, babam memur. Babamlar da, annemler de Yugoslavya'dan gelmişler. Babamın memuriyeti dolayısıyla Adana'ya yerleşilmiş. Adana'da doğdum. Bana "Adana'nın küçük sarı kızı," derlerdi. Sapsarı bir çocuktum. Adana'da sanatçıların çıktığı eğlence mekânları, çay bahçeleri çoktu, ailece giderdik, ben de her gün sahnedeydim. Ailevi bir kararla 1965 senesinde İstanbul-Ortaköy'e yerleştik. Evlenene kadar hayatım Ortaköy'de geçti.

- Ankara Devlet Konservatuvarı'nda okumuşsunuz, hem de yatılı...
- 1972 yılıydı. 2 bin 252 kişinin katıldığı sınavda birinci oldum. Kazandığımı öğrenince, müdürün odasına girmek istedim. Kim diyelim dediler, "Bir vatandaş," diye cevap verdim. Müdüre "Ben kazandım ama bir de yatılı kalmam gerekiyor," dedim. Yanında Cemil Sökmen bulunuyordu. Ona "Şu ukalanın sesine bir bak," dedi. Piyanonun başında o iki insanın gözlerinde, hani bir maden yakalamanın ışıltısını gördüm. Bana "Fena değilsin," dediler, ben gene büyük bir ukalalıkla "Ben sizin bakışlarınızda çok daha fazlasını gördüm," dedim. Sesimin 4 buçuk oktavlık aralığı olduğunu o sıra öğrendim. Mezzo soprano olarak yetiştirildim, bir müddet sonra gözümü kırpmadan Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'na geçtim. Belki de bana gelen kaset, sahne, assolistlik teklifleri kimseye gelmemiştir...

- Neden sizi assolist olarak dinleyemedik de, tanışmamız bir yarışmaya kaldı?
- Benim tüm hayatımı verdiğim tek bir insan vardır, o da kocam, Engin Şenocak. Şimdi beraber değiliz, ayrıldık. Ölüm ayırdı bizi. Ben onun için her şeyimi verdim ama Tanrım bize izin vermedi.

- Nasıl tanıştınız?
- Öğrenciydim, Lunapark gazinosunda solist altı çıkmaya başladım. Ağabeyimle birlikte gidiyorduk, okul dolayısıyla kısıtlıydım ama ekstra işler alıyorduk. Yine bir ekstraya kanun sanatçısı Halil Karaduman'la gidecektik. Halil'in babası hastalandı, Antep'e gitmesi gerekti. Bana "Engin var," dediler. Engin okulda en çok bira içen insandı. Ben okulda Engin'i o halde görür her seferinde "Allah seni alacak kıza yardım etsin," der geçerdim. Ne kadar çalar bilemiyordum. Sessiz, sakin, içine kapalı, bira içen bir arkadaş... Provaya Engin geldi ve bir hüzzam taksim yaptı. O hüzzam taksim, hayatımı değiştiren taksimdi.

- O anda âşık mı oldunuz?
- Hem de ne aşk... Ben sevdim mi ölümüne severim. O taksimden sonra eve gittim, ertesi gün saçımı başımı düzeltim, kıyafetimle arabadan inerken herkes bana bakıyordu. Bir tek Engin sırtını döndü. Yarım saat sonra yanıma geldi ve "Çıkmayacaksın sahneye," dedi. Engin'i dinledim. Ekstra için parayı almış olmama rağmen, o parayı iade ettim, sazlar çıktı, ben yoktum. Engin'in bana ilk teklifi o gecedir ve evlilik teklifidir. Hemen orada kabul ettim. Fakat çok zorlu bir süreç yaşadık, kimse beni vermek istemedi.

- Neden kimse sizi vermek istemedi?
- Ben ailenin özel bir çocuğuydum. Ailem, annem beni daha farklı insanlara layık gördüler herhalde. Oysa Emel, "Ne para ne pul, sadece sevdiğim adam," dedi. Gelin- kayınvalide derler ya hep, bizde damat- kayınvalide problemi yoğun yaşandı.

- Onu ne zaman kaybettiniz?
- Geçen sene, doğum günümde... 1 Ağustos 2006. Ben Engin'i çok sevdim, çok özel bir sevgiydi. Yaşarken içimde bir kırgınlık vardı belki, ama şimdi asla...

- Kırgınlık dediniz, nedir size bunu söyleten?
- Son iki sene... Her evlilikte rastlanabilecek şeylerdi belki. Engin ölmeden biz bir karar aşamasındaydık. Ondan önce her şeyimizle tam bir aileydik. Hayatı boyunca üç kez annesinin yanına gitmiştir. Yani biz toplasanız 45 gün ayrı kalmışızdır 30 sene içinde. Fakat ben iki sene önce ani bir öfkeyle felç geçirmiştim. Kadınların incindiği durumlar vardır. Bunlar benim özelim, ama en azından o felçli günlerimde Engin benimle yeterince ilgilenmedi. Oysa ben hayatımın her noktasını Engin'e göre ayarladım. Doktorlar şimdi bana bakıp mucize diyorlar, ilk adımımı bir ayda atabilmiştim.

- Sizi ihmal etmiş...
- O Doğu kültürüyle yetişmiş bir erkekti. Biz ayrılacaktık, birbirini çok seven iki insandık ama rabbim biteceğini biliyordu. Önce beni hastalandırdı, sonra aramıza iletişim bozukluğu verdi, en sonunda da onu aldı. İnanmayacaksınız ama ben Engin'e nişanlıyken söylemiştim, "Bizi ancak ölüm ayırabilir," diye.

- Ayrılık kararı alma aşamasında öldü o halde...
- Çok daha farklı aslında. Evet, ayrılık aşamasındaydık, o kafasını toplamak için Elazığ'a annesinin yanına, ben de çocuklarımı alıp Bodrum'a gitmiştim. Sonra otobüsün ilk molasında bana telefon açtı. Hayatında benden başka hiçbir insan olamayacağını, beni çok sevdiğini, bensiz yapamayacağını, "Benim yaşam kaynağım sensin," diyerek, ona tekrar bir şans vermemi istedi. Geldikten sonra sadece ikimiz yeniden hayata dönüş balayımızı yaşayacaktık. Ben de her şeyi kabul ettim, onu hakikaten seviyordum. Liseli âşıklar gibi olmuştuk. Ayrı şehirlerde olmamıza rağmen, herhalde hayatımda yaşadığım en özel 12 gün oldu.

- O 12 günde neler oldu peki?
- Son 12 günde aramızda belki 30 yıla sığmayan bir telefon trafiği yaşandı. Son telefonunu kapatırken söylediği cümle de inanılmazdır. "Sana bir şey söyleyeceğim," dedi gece 22.20'de. "Deseler ki bana son arzun nedir? Sana sıkı sıkı sarılmak, seni hiç bırakmamaktır." Engin'in en son cümlesi bu oldu. Benimle konuştuktan yarım saat sonra, 51 yaşında, ailesinin gözü önünde kalp krizi geçirerek gitti.

- İnci Çayırlı gitti, Oray Eğin, aynı Oray Eğin... Fakat size ona davrandığı kadar hırçın değil. O niye?
- Demek ki sevdi beni. Benim sevgimin içindeki anneyi, ablayı, arkadaşlığı aldı. Pozitifiz, Oray'la bizim elektriğimiz tuttu. Ki, ekrandan seyrettiğim zaman ben de kızıyordum Oray'a. Fakat haklı tarafları da var Oray'ın. Sanatçılar üzerinde, program üzerinde haklı tarafları var. Sadece anlatım dili sivri. Anlatım dilinin sivri olması, onu bir anda 'tukaka' gibi gösterdi. Oysa Oray'ın gözlerinin derinliğine baktığınız zaman çok temiz, çok iyi niyetli, çok hoş bir çocuk var. Atladığımız bir şey daha var. Oray henüz çok genç. "Ben sanatçıyım, ben artistim," diyerek yaklaşmak yerine, arkadaşlık duygularıyla tanıştım onunla, şu ana kadar da sürdürüyorum. İnşallah bundan sonra da böyle gider. Size açık söyleyeyim, benim bulunduğum ortamlarda kavga ve huzursuzluk olmaz.


'Herkes Fahrettin Aslan'ın ayağına giderdi beni kendisi çağırdı'
- "Zamanında çok sahne teklifi aldım," demiştiniz, kimler teklifte bulundu?
- Zaten o dönemde bir Osman Kavran vardı, bir de Fahrettin Aslan... Fahrettin Aslan herkesin üzerindeydi. Dinlemişler beni. Hani Türk filmlerinde olur ya, beni karşısına götürdüler. Yeni bir yüz arıyormuş, yeni bir isim. Ben tanıştım kendisiyle, fakat Engin'le beraberliğim yeniydi. Belki Engin'le tanışmadan önce olsaydı, hiç kimsenin ayağına gelmeyecek bir fırsattı. Fahrettin Bey'in karşısında da ben aynıydım. Yani önünde birçok başarılara imza atacakken bir tek sevgi uğruna her şeyi feda eden bir Emel... Herkes Fahrettin Aslan'ın ayağına gidiyordu, o beni kendisi çağırmıştı. Benim cümlem şu oldu: "Ben masalara meze olmak istemiyorum, ben sevdiğimin eşi olmak istiyorum." Ona bu samimi duygularım çok iyi geçmiş olacak ki, "Son derece etkilendim. Yaşın küçük, bugünden sonra benim dünya ahiret kızımsın. Ne zaman, ne emredersen, ben senin yanındayım," dedi. Ben de bir daha hiç geri dönüp bakmadım. Sonra kaset teklif ettiler. Tavrımı hiç değiştirmedim. Asla geri dönüp bakmadım. Çünkü nişanlıydık ve Engin alyansını çıkardı masaya koydu, "Ya kaset, ya ben," dedi. "Kaset değil, ben Engin'i seviyorum," diyerek vazgeçtim kaset teklifinden de.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Blogunuzdaki bilgilerden çok faydalandık,her şey için teşekkür ederizDell servisleribaşarılarınızın devamını dileriz.