Pazartesi, Ağustos 6
Eşimi Tarif Edecek Cümleyi Henüz
'Eşimi tarif edecek cümleyi henüz bulamadım'
Konuk olduğu canlı yayında kendisine 'Özlem' diye hitap eden Okan Bayülgen'le gergin anlar yaşayan AKP İstanbul milletvekili Özlem Türköne, magazinden hoşlanmamasına rağmen evliliğinden, aile hayatından ve oğlundan bahsetti..
Akıllı, düzgün bir kadın. Biraz gergin, biraz mesafeli, yüksek otokontrollü. Samimi ve içten aynı zamanda ve tabii heyecanlı. Siyasi parti liderleri gibi sesi hâlâ kısık. O bunu beynindeki bilinmedik bir güce bağlıyor. "Üniversitede tezimi teslim ettikten yarım saat sonra yatağa düşmüştüm, seçim sırasında da çok çalıştım, hiç hastalanmadım, ama sonuçları alır almaz kendimi bıraktım herhalde...."
- 1956 doğumlu eşiniz Mümtaz'er Türköne, üniversitede hocanızdı. 20 yaş farka rağmen 22 yaşında onunla evlendiniz. 23 yaşında da kaymakamdınız. Nasıl gelişti tüm bunlar?
- Eşimle evlenmem ve kaymakam olmam aynı zamanlara rastlıyor tabii. Üniversiteyi bitirir bitirmez, 31 Temmuz 1998'de evlendim. Paris'te balayına çıktık. Döndükten 10 gün sonra kaymakamlık sınavı açıldığını öğrendim ve kendimi Milli Kütüphane'ye kapattım. Eylül öncesi sınava, mülakata girdim, kazandım.
'BABAM POLİS MEMURUYDU'
- Sizinki kariyer evliliği miydi?
- Ben hayatı yalnızca kariyer olarak görmüyorum. Kadınların sezgileri çok kuvvetlidir. Sevecekleri, sevdikleri kişiyi seçerken, sanırım sezgilerle hareket ediyorlar. Ben de de öyleydi. Bütün kadınların evlenmek için seçtikleri erkek hakkında her şeyden önce ve tırnak içinde 'Çok iyi baba olur' cümlesini içlerinden sarf ettiklerini düşünüyorum. Benim için de bu geçerliydi. Eşimin her şeyden önce böyle bir özelliği var. O hakikaten çok zeki, Türkiye'nin yetiştirdiği en iyi entelektüellerden biri. İnanın, onu tarif edecek cümleyi henüz bulamadım.
- Başka kadınlara sizin gibi belli bir yaş farkını önerir misiniz?
- Kadın-erkek ilişkilerinde yapılacak genellemeleri doğru bulmuyorum. Aile terapisti değilim, ben bir siyasetçiyim. Ama bizim evliliğimizde her şey olağanüstü güzel ilerliyor, o benim için çok özel bir varlık, biz onunla her bakımdan çok uyumluyuz. Dokuz senedir evliyiz, beş yaşında bir oğlumuz var. Bu mutluluk hiçbir konuda aksamadı.
- İçinde doğduğunuz ailenin fotoğrafı nasıl bir fotoğraf?
- Ben polis memuru bir babanın ve bir ev hanımının ikinci kızı olarak dünyaya geldim. Üç kız kardeşin ortancasıyım. Büyük olmanın deneme tahtalığı, küçük olmanın nazlılığı yoktur bende. Babam devletini ve milletini en çok seven, bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacak bir insan. Annemse çok dominant, zeki ve duyarlı. Fransız tarihçinin zamanında veciz bir cümlesi vardır "Osmanlı Sultanları dünyayı yönetiyor, ama onları da eşleri,"diye. Öyledir.
- Anneniz siyaseti sever mi?
- Çook. Kesinlikle çok hoşlanır. Annem çocuklarını keşfetmek bakımından da öndedir. Çerçevemi annem kurmuştur, özgürleşmeme müsaade etmiştir, arasını da çok iyi ayarlamıştır. İnatçı ve kararlıdır. Ve iyi bir okurdur.
- Bağışlayın, ama babanız polis olduğu için soruyorum, polislerin şüpheci olduğu söylenir, sizde bunun kırıntıları var mıdır?
- Bendeki güven duygusu tamdır. Ben Japon asıllı Amerikalı Francis Fukuyama'yı takip eden biriyim. Zamanında Amerikan politikasının belirlenmesinde rol sahibi olmuş bir adamdır. Onun Güven isimli kitabını okumanızı tavsiye ederim. "Gelişmiş ülkeleri gelişmiş yapan şey, toplumun güven duygusudur," diyor. AKP istikrar ve güven derken, gelişmiş ülkeyle gelişmekte olan ülke arasındaki temel ayrımın güven olduğunun farkında. Öyle bir ekonomik sistem kurma yolundaki, birbirlerini ilk kez gören insanlar bile ekonomik bir fayda gördükleri için hemen sözleşmeleri hazırlayıp, karşılıklı imza atıp, yola devam edebilmeliler. Böyle bir Türkiye düşünüyorum. Oğluma da özel olarak hep insanlara güvenmeyi telkin ederim.
-Babanız Coşkun Kırca'nın yakın koruması olduğu için siz ilkokulu Amerika'da okumuşsunuz...
- Orada bir devlet okulunda okuyordum. Okul her hafta, pazartesi sabahları Amerikan milli marşı okunarak başlardı. Öğretmenim her pazartesi benim elimi kalbime götürüp marşı söylememi isterdi, ben de kabul etmezdim. O görevini yapıyordu, bunu benden her pazartesi usanmadan istemeye devam etti. Bense hiç vazgeçmedim. Aslında ne o beni kırdı, ne de ben öğretmenimi sevmemezlik ettim. Hoş ve demokratik bir mücadeleydi.
- Amerika'da yaşam şartlarınız nasıldı?
-Evdeki atmosfer turizm büroları gibiydi. Duvarlarımız Türkiye posterlerinden görünmezdi. Her taraf Pamukkale'den tutun da, Türkiye'nin bilumum güzelliklerinin yer aldığı posterlerle kaplıydı. Bir de hiç eksilmeyen Türk bayrağımız vardı. Ben böyle bir ailede büyüdüm.
MURATHAN MUNGAN HAYRANI
- Siz bulduğunuz her fırsatta ne yapıyorsunuz?
- Oğlum beş yaşına girdi. Onun bana çok ihtiyacı olduğunu biliyorum, benim de ona. Açıkçası onunla çok yoğun olarak ilgilenmeye çalışıyorum. Ama ben de her zaman kitap okumayı çok seven biri oldum.
- En çok kimleri seversiniz?
- Murathan Mungan... Hatta iki şiiri beni çok etkiler. Bunlardan bir tanesi Avara'dır. "Vahşi siyah atlardık, yılkıya bırakıldık, içimizden hiç kimse gidemedi Amerika'ya..." diye devam ediyor yanlış hatırlamıyorsam. Biri de Yaz Geçer kitabının ilk şiiridir. Sonunda bir de gönderme vardır Ahmet Haşim'e: "Sen ve ben ve şu mai deniz, melali anlamayan nesle aşina değiliz," diye. Ben Murathan Mungan'ı hem edebiyatı, şiir dünyasını çok iyi içselleştirmiş, hazmetmiş, hem de bugüne dair çok güzel bir formu yakalamış bir edebiyatçı olarak değerlendiriyorum. Çok severim.
- Sizi siz yapan kitap var mı?
- Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanı benim için çok ayrı bir yere sahiptir. Batı-Doğu meselemizi, duruşumuzu, nereye aidiz ya da ne hissediyoruz sorularının yarattığı kavgayı çok iyi anlatır o kitap.
- Peki Doğu-Batı deyince sizin kafanızda kocaman bir yarık mı, yoksa bir alışveriş mi söz konusu?
-Biz tam olarak senteziz ve çok zengin bir milletiz. Biz hiçbir zaman arada kalmış bir millet değiliz. Köklerimiz, çok ciddi bir devlet geleneğimiz var. İlber Ortaylı'nın tabiri ile Osmanlı Batıdır aslında. Ben sentezi kendi içimde yakaladım, benim Doğu-Batı kavgam bitmiştir. Biz kaybolmuş bir nesil değiliz. Siyaseten, sosyolojik ve kültürel açıdan 2050'lerde fışkırabiliriz.
'Din apayrı bir alan'
"Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur'un bir pasajında şöyle der: 'Senin eşinden boşanmanın ya da elektrik faturanı ödeyememenin sebebi senin dinin olamaz.' Din apayrı bir şey, apayrı bir alan. Bugün yaşadığımız sıkıntıların bir şekilde dönüp dolaşıp kaynağını dinmiş gibi göstermek, hem dine haksızlık, hem kendimize. Türkiye'de kızların Mısır ve İran'a göre çok daha iyi eğitimden geçtiğini söylüyor istatistikler. Ama aynı istatistikler çalışma hayatındaki kız çocuğu sayısında Mısır ve İran'dan geride olduğumuzu da gösteriyor."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder