Perşembe, Nisan 26

Demet Akbağ: ''Yılmaz'ın otoritesi


''Yılmaz'ın otoritesi altına mı girdim? Olur mu öyle şey...''

Şebnem AKSON

Demet Akbağ'ın 40'larını yaşayan, akıllı ve kuvvetli kadın görünümünün altında hâlâ yaralı bir kız çocuğu saklı. Yıllardır içinde bulunduğu Bir Demet Tiyatro'daki varlığı kendi seçimi olsa da, dışarıdan gözüktüğü kadar otoriter değil, tam tersine otorite altında..

- Demet Hanım, muhteşem performansları olan bir oyuncumuzsunuz ama oynarken bile ben sizde fazladan bir otorite seziyorum. O neden?
- Tamamen Freudyen bir durum. Hani elime geçirmişken sözümü dinleteyim meselesi. Herhalde zamanında hiç dinlenilmemiş sözüm. Ben babaya bağlıyorum ya da yaralı çocukluğa...

- Yaratıcı kişilikler için çok da alışılageldik bir durum aslında...
- Özellikle bu bir kadınsa... Biraz ailevi problem, biraz babaya kendini kanıtlama durumu bendeki. Kendini babaya sevdirmek, ispat etmek ister yaralı kız çocukları. Ama böyle konuşurken de babamın artık fazlasıyla duygusal bir adam olduğunu göz ardı edemiyorum.

- Bir rahatsızlığı mı var artık babanızın?
- Hayır hiçbir rahatsızlığı yok. Fakat o bizim eski bildiğimiz otoriter baba kimliğinden çıkıp, bizi gördükçe hemen gözleri dolan bir adam haline geldi.

- Anne babanız siz kaç yaşındayken ayrılmıştı?
- 12 yaşlarındaydım ama bu ayrılık bizim için büyük trajedi olmadı. Anneannemin evine, Bostancı'ya taşındık. Anneannem, annem, kız kardeşim, kadın kadınaydık. Bir de erkek kardeşim Kemal var benim. Kemal altı buçuk yaşındaydı. O biraz daha farklı etkilendi. Biz kadın kadına kalıvermiştik, ama sanki daha güçlüydük. Ben de Kemal daha güçlü olsun gibilerden babamdan gördüğüm otoriteyi zaman zaman Kemal'e uygularken yakalardım kendimi. Ama o kendi koşuşturması içinde pamuk kalpli bir adam oldu.

- Şimdi siz de annesiniz, oğlunuz Ali hayatı boyunca 'yarasız' kalsa üzülmez misiniz?
- Yarasız kalsın. Yara sanat içinde, yaratıcılığa ya da estetik görüşe, duruşa bir şeyler ekliyor olabilir, ama insanın özel hayatında insanlara, karşı cinse, dostlarına, yakınlarına olan güveni ve de özgüveni, kompleksleri filan farklı gelişiyor. O yüzden yara istemem Ali'de.

- Ben sizin özel hayatınızda, bütün bu saydığınız ekstralar yaşandı diye anlıyorum...
- Evet, yaşandı. Mesela ben sevmeyi değil sevilmeyi, seçilmeyi tercih ettim. İstemezdim böyle olmasını.

- Kocanız?
- Bir tek Zafer öyle değil. O çok şaşırtıcı. Sevilmek arzusuyla dolu bir çocuk olarak büyüdüğüm için beni sevdiğine, aldatmayacağına, safiyetine inandıklarımı tuhaf sezgilerimle, o hayvani içgüdülerimle bulup çıkartıyordum hayatın içinden. Yani hiç öyle maceralara falan girmedim. Biri hakkında çok uzak hayaller kurmadım. Beni sevince yetiyordu bana, ama Zafer benim hiç beklemediğim bir anda aniden ve hiç beklemediğim bir şekilde karşıma çıktı. Yani o beni ne kadar seçtiyse, ben de onu o kadar seçtim.

- Sevilmek için hayat boyu bukalemunluk mu yaptınız?
- Tabii. Yaptığım işin de kesinlikle bukalemunluk olduğuna inanıyorum zaten. Benim oyunculuk yapıyor olabilmem, herhangi bir şeyi becerebileceğimi kanıtlamak üzerine kurulu. Kendinden memnun olmamak bu, ben böyle açıklıyorum oyunculuğu. Normal bir şey olduğunu düşünmüyorum yani. Normal insanların böyle bir şey yapabileceğini sanmıyorum. Bunun psikolojik bir bozukluk olduğunu düşünüyorum, bende böyle en azından. Yoksa ben bu işi yapabilecek en son insanlardan biriyim. PR, satış için uygun bir kişilik değilim.

- Hayatın Yılmaz Erdoğan'ı sürüklediği yer maskülen ve hatta politik bir figürün sürükleneceği en son yer aslında. Siz bir kadın olarak magazine ya da popülizme 'dişil zaaflar' göstermeyip, ondan daha dayanıklı çıktınız...
- Bizim kariyerimiz paralel ilerlemedi, sebep biraz da o. Ben bu işin tek dalında ilerlerken o birkaç dalında birden ilerlemeye çalıştı. Bu da her anlamda gündeme gelmeyi getirdi beraberinde. Kaç kişi var ki, onun gibi yazıp da oynayan.

- Çok uzun zamandır birliktesiniz, bir sıkışma olmasa eski sinerji seyirciye geçerdi. Birileri mutsuz olacak gibi... Sizce kim, kimi mutsuz edecek?
- Anlayamıyorum, birlikte yaptığımız işlerden çok memnun olan bir kitlemiz var bizim. Ama bir başka kesimin gözüne Yılmaz'ın egosu batmış olabilir, ama benim çok fazla acı çektiğimi düşünen ilk siz değilsiniz, fakat en ısrarlısı siz çıktınız. Beni elleri kelepçeli mi zannediyorsunuz?

- Hayır, artık mutsuz olduğunuzu ve yakın bir zamanda tersinizin döneceğini düşünüyorum. Bir sorgulama dönemindesiniz ve hayata karşı daha önce almadığınız bir tavrı alacağınızı düşünüyorum. Buna Yılmaz Erdoğan da dahil olacak diyorum.
- Allah Allah, gerçekten böyle mi görünüyorum ben? Ben bunu çok insandan duyuyorum. Biz sadece birlikte iş yapan iki insanız. Ben babamın olduğu gibi, onun da mı otoritesi altına girdim? Olur mu öyle şey?


- Neden devlet memurları gibi hep aynı yerde, hep aynı ekiptesiniz?
- Ben cesur değilim. Hayatında çabucak devrimler yapabilen, çabucak kararlar veren biri de değilim. Öyle güçlü biri değilim.

- Ya bunu fena halde hissettirdiyseniz?
- O kadar da değil. O ekipte ellerim kelepçeli değil benim, ama ben aslında yardımcı kadın oyuncuyum. Bütün ödüllerime bakın, paylaşımlıdır. Sinemada karakter oyuncusu derler ya, ben oyum. Kim bizim başroldeki oyuncumuza yardım edebilir diye beni çağırıyorlar. Ben kimselere yardım etmeden, en iyi yardımcı seçiliyorum.

- İyi ama Bir Demet Tiyatro'da Mükremin'le Tirbüşon'un şiddete nihayet 'tu kaka' demesinden daha heyecan verici değil mi, Lütfiye'deki sosyolojik gelişim? Neden yabana atılıyor, neden bu kadar hantal ilerliyor?
- Evet, ama ben orada da oyun kurucu gibiyim. Hani iyi pas alamazlarsa iyi gol atamazlar ya... İyi sayı olmaz, onun gibi bir şey. Ben iyi pasörüm yani. Çok iyi dağıtıyorum. Özel hayatımda da böyleyim.

- E bu hayatın içinde başlı başına kişisel bir trajedi değil mi?
- Abartmayın. Ben böyle bir sorgulama dönemine girmiş olabilirim diye böyle konuşuyorum. Ali üç beş sene sonra sosyal hayatın içine girip uçup gidecek. Bu kalan süreyi onunla geçirsem fena mı olur? Açıkçası son bir yıldır yeteneğimi teşhir etmekten sıkıldığım oluyor.

- Bir Demet Tiyatro'nun artık birçok rakibi var...
- Evet ama biz ilktik, yeniydik ve benzerimiz yoktu. Bizim üslup artık yaygın ve geçerli mizah haline geldi şimdi. Bu dili biz yaydık.

- Neden Bir Demet Tiyatro yerine yeni bir şey yapmadınız?
- Onu da yaptık, ama kendimizden tiksindik. Yılmaz yazar, "Demet acaba şurayı değiştirsek mi?" diye sorar, "Yok, yok fena olmadı," derdik. Bu kez öyle olmadı, televizyon için yaptığımızı 20 dakika seyrettik, "Kaldırın bunu gözümüzün önünden," dedik.

- İyi de sizin metinleri hep Yılmaz Erdoğan yazıyor, kendine yazıyor. Yılmaz Erdoğan beslendiği alanlarla mesafesini fazlasıyla bozdu, onun yerine egosunu şişirdi gibime geliyor. Emeğine saygılıyız, ama belki de sorun onda?
- Hayır, hayır. Baba ölmüş, Lütfiye boşanmış, şimdi beş sene sonrasını kurmaya başladık bile kendi içimizde. Ben Yılmaz'ın yaptığı işin çok zor olduğunu düşünüyorum. Reytingi düşünüyor, komikliği düşünüyor, boş yok yani. Eski yıllara oranla, haftada 15 dakika daha fazlasını yazıyor. Hayatın onu da sürüklediği bir yer var.

Hiç yorum yok: