Cuma, Nisan 13

Erol Aksoy: Show TV'yi satma


Çiller, 'hakkınızda dosyalar var' deyip medyamdaki haberlere karışmak istedi

Bu bölümde, röportaj bittikten iki gün sonra telefonda sorduğum tek soru, "Tansu Çiller mi?" sorusudur. Bu ismi ilk anda hatırlamayışım tamamen benim hatam. Erol Aksoy Bey hiç isim zikretmek istemezken benim ısrarımla söyleşiye monte etmeme razı oldu. Buna mukabil, Show'u sadece Reha Muhtar yüzünden satmadığını belirterek sözlerine bazı eklemeler yaptı. Ben de buna razı oldum. Dün ve bugün belirttiğim bu konuların dışında her şey ilk konuşmamızdaki gibidir. Yıllar evvel, onun Hürriyet'in patronlarından biri, benim de bir Hürriyet çalışanı olarak yaptığımız söyleşi, benim bilgim dışında, kendisinin arzuları doğrultusunda baştan aşağıya düzeltilmişti. Aksoy'a bunu asansörün başında beni yolcularken hatırlattım. Hiç hatırlamıyordu, buna rağmen özür diledi.

Medya patronluğu dayanılmaz bir cazibe mi?
'Bu dayanılmaz bir şey mi?' sorusunu benden başka birisine de sormanızı tavsiye ederim. Hele bugünlerde gazetelerde çıkanlara bakarak. Ve bu soruyu Sayın ve çok takdir ettiğim Aydın Doğan'a da sormanızı tavsiye ederim. Ben medyada rekabetin bankacılıktaki rekabet gibi olmadığını anladım. İki türlü rekabet vardır. Birincisi, sizin birinden daha hızlı koşmaya çalışmanızdır. İkinci tür rekabet, o koşuyor, ona çelme takarak önde kalmaya çalışıyorsunuz. Ben medyadaki rekabeti bu ikinci sağlıksız rekabete benzetiyorum.
Öyleyse siz de çok çelme takmış olmalısınız, öyle değil mi?
Hayır. Ama çok çelmeler yedim. Ben medyada veya bankacılıkta her zaman birisi bir iş yapıyorsa, ondan daha iyisini yapmaya çalıştım.
Peki bankanızı korumak için mi medyaya girdiniz?
Hayır. Banka ile medya arasında bir ilişki yok. Bankam 1992'ye geldiğimde inanılmaz bir kâr ediyor, inanılmaz bir vergi ödüyordum. Leasing ve factoringi kurmuştum. Türkiye'nin ilk beş vergi ödeyenine gelmiştim. Ben başka bir iş yapmak için, başka bir heyecan için girdim. O zamanlar bir tek Star televizyonu vardı. Cem Uzan, Ahmet Özal ile beraber başlamıştı. Bizim İktisat Bankası Türkiye'de 11'inciydi. Ve de ne yapıyorsam aynısını yapıyorlardı. Toptancı bankacılık dedik, toptancı bankacı türemeye başladı. İhracat finansmanı dedik, ihracat finansmanı. Kambiyoyu ilk defa biz götürdük Anadolu'ya. Herkes bizden adam almaya başladı.
Mademki siz beni bankacılıkta taklit ediyorsunuz, ben de medyaya girerim dediniz.
Star'dan sonra arkadaşlara dedim ki, biz şimdi televizyon kurarsak sanki İş Bankası'ndan sonra Akbank'ın sahibi gibi oluruz. Banka sektöründe dalaşmaktan devamlı adam kaybediyorsunuz, devamlı sizden çalıyorlar. Yeni bir sektöre girerim, başta girerim dedim. Televizyona girerken, yanıma Hürriyet ve Sabah'ı aldım. Ben ufak tefek bir bankacı olarak yüzde 60, koca Hürriyet yüzde 20, koca Sabah da yüzde 20'ydi. O zaman televizyon, medya değildi. Medya, gazetecilikti. Medyaya ben bir işadamı, bankacı, bir parasal stratejist olarak girdim. Nitekim Show TV altı ayda bir numara oldu.
Geçmişte 'Medyaya niye girdiniz?' sorusuna, "kendimi ve bankamı korumak için" diye bir cevabınızı hatırlıyorum.
Böyle bir laf ağzımdan çıkmadı. "Bankamı korumak için medyadan çıktım." dedim. Ama girmek için demedim. Benim korumaya ihtiyacım yoktu ki. Show TV'yi satıp bedelini bankaya getirdim. Zannederim o lafı sonradan medyaya girenler söyledi. Hatta Aydın Bey de tenkit etti. 'Ne demek korunmak için medyaya giriyorsun?' falan dedi. Ben öyle bir şey söylemedim.
Bankacılığa yeniden dönerseniz, medyayı bu kez elden çıkarır mısınız? Aydın Doğan sattı bankasını. Dinç Bilgin Etibank'ı kaybetti. Bu tecrübelerden medya ile bankacılığın bir arada olmayacağı sonucunu çıkarmıyor musunuz?
Doğru değil. Demokratik bir ülkede hem bankacılık, hem medyacılık yapılabilir. General Electric hem banka sahibi, hem de en büyük televizyonların sahibidir Amerika'da. Bankanızın devlet tarafından fevkalâde kotrol edildiği ve talimatla çok haksız murakıp raporlarının yazıldığı bir ülkede, herhangi bir haberi beğenmeyen bir politikacı, size gelip bankanızı sıkıştırmak yoluyla medyanıza hakim olmak ister. Başımdan geçen bir olayı anlatayım. Türkiye'de bir parti lideri cumhurbaşkanlığına soyununca o partiye yeni bir lider seçilmeye mecbur kalındı. Ve o aday beni davet etti Ankara'ya. Gittim. Önünde iki dosya. Erol Bey dedi, sizin hakkınızda bilmem ne dosyası var. Yani daha birinci gün, daha başbakan veya parti lideri olmayan; ama olmaya aday bir kişi bile bulunduğu pozisyonu kullanarak, bankacı olduğum için medyamdaki haberlere karışmak istedi. Böyle bir Türkiye'de yaşadığınızda o zaman bazı medya sahipleri, bankam olsun veya olmasın, kararını verebilirler. Bana göre her ikisi bal gibi yapılır.
Bu kişi Mesut Yılmaz mıydı?
Maalesef değil.
Tansu Çiller mi?
Buldunuz.
'Rum çocuğu' denmesine güler geçerim!
Erol Aksoy'un koca olarak portresi nasıldır?
Bunu İnci Aksoy'a sormanız lazım.
Siz kendinizi bir anlatın hele.
Kusurlu. Acı ve sorumluluk duygusu içinde, vicdan azabı çeken bir koca. Pırıl pırıl, bana muazzam yardımcı olmuş ve şu anda yeniden dirilmemde anahtar rolü oynamış sevgili eşimin bu yüzden üzüntüleri fevkalâde acı vericidir. Hiçbir zaman hak etmemiştir. En büyük vicdan azabımdır.
Şimdi küllerinizden yeniden doğmuş gibi mi hissediyorsunuz?
Hayır. Hiçbir zaman yanmadığımı ve kül haline dönüşmediğimi düşünüyorum.
Ama demin yeniden dirilmek deyimini kullandınız.
Boksta nakavt, yumruğu yiyip düşmeye denmez. Yumruğu yiyip, düşüp, kalkmamaya denir. Ben yumruğu yedim. Düştüm. Fakat kalktım. Hayat bir bakıma bokstur. Her işadamı bir yumruk yiyip yere düşüp kalkmasını bilmeli. Ben eğer bunu gösterebilirsem ne âlâ bana, aileme ve diğer işadamlarına.
Size "Rum çocuğu" diye seslenildi. Yaraladı mı bu sizi?
Hayır. Osmanlı İmparatorluğu'nda hangi sultanın annesi Müslüman'dı? Bir tane var mıydı?

Vardır herhalde canım. Olmaz olur mu?
Belki bir iki tane vardır. Ama Fatih başta olmak üzere hepsinin annesi yabancıydı, gayrimüslimdi. Hal böyleyken kim bana Rum çocuğu diyebilir ki? Benim annemin annesi Rum, babası Bulgar'dı. Babam da Babadağlıydı. Hangi Türk Orta Asya'dan buraya kadar gelip de kimseyle karışmamıştır? Onu bırakın bana, bunu söyleyenler zaten Sırbistan tarafından gelip Adapazarı'na yerleşmiştir. Hele hele onların bana Rum çocuğu demesine ben güler geçerim.
O zaman bir Cem Uzan sorusu soralım. Televizyon reklamlarını nasıl buluyorsunuz? Mazot şu kadar olacak falan.

Bir kere kısa ve öz mesaj vermek çok iyi. İki, devlet Osmanlı'dan beri devamlı olarak üreten ve kullanan vatandaştan vergi alıyor. Tüketim vergisi ne demek?
Doğru mu buluyorsunuz verdiği mesajları?
Hepsiyle hemfikir olmayabilirim. Ama muhakkak ki bu mesajları verirken bunların kaça mal olacağını ve o parayı başka neleri keserek tespit ettiğini söylemesi lazım. Üniversite mezununun çoğunlukta olduğu bir seçmen grubuna bir aday böyle bir lafı edemez. Ederse gülerler. Ama bu lafı ederken, bunun maliyeti bu olacak, karşılığında şu kadar adamı da bilmem nereden çıkartacağım, şu kadar tasarruf edeceğim diye ya ek gelir, ya da gider kısıtlayıcı programı teklifleriyle gelmesi lazım.
Show TV'yi satma sebeplerimden biri de Reha Muhtar
Bir dönem Hürriyet'in yüzde 25 oranında ortağıydınız. Erol Simavi hepsini almanızı istedi. Kabul etmediniz.

Hürriyet'e sahip olmanın önemini o zaman göremediğinizi düşünüp, sonradan pişmanlık duydunuz mu?
Ben Hürriyet'e değil, Hürriyet bana geldi. Show TV'de Hürriyet ile yüzde 20 ortaktık. Sabah da yüzde 20 ortaktı. Her iki gazeteye eşit mesafede bir yayın ve fiyat politikamız vardı. Sabah grubu daha özel muamele isteyince ben kabul etmedim. Bunun üzerine Sabah grubu, Karamehmet ve Hüsnü Özyeğin B beyler ile ATV'yi kurdular ve bizden çıktılar. Ben Erol Simavi Bey ile ortak kaldım Show TV'de. Erol Bey benim ortaklar arası ne kadar hakkaniyetli davrandığımı ve bu yüzden Sabah'ın kaçtığını gördüğü için onu temsilen bana gelip, "Biz size ortak olduk, siz de bize ortak olun." dediler. Baktık ettik. Biz de Hürriyet'e yüzde 25 ortak olduk. Gelelim Hürriyet'in hepsini almaya. Bakınız hanımefendi. Medya öyle bir şey ki, çok ama çok insanın ahını alıyorsunuz. Yani bir dostunuz ile akşam yemeği yiyorsunuz. Ertesi sabah o insanın aleyhinde gazetelerde bir yayın çıkıyor. Rezil oluyorsunuz. Yani bu siz bilmeden de olabiliyor. Bazen aileleri, işadamlarını yok ediyorsunuz. Bazen haklı, bazen de haksız olabilirsiniz. Sonuçta çok ah alıyorsunuz. Ailece karar verdik ki, gazetecilik bizim işimiz değil. Nitekim kurduğumuz televizyonun adını bile Show koyduk. Yani eğlence kanalı kurduk.
Ama Show'da da bu gibi haberleri verdiniz.

Hatırlarsanız ilk zaman Show'da haberler yoktu. Bant geçişler vardı. Yani haber de yapmak istememiştim bu yüzden. Onun için ben evet bir işbirliği olması için Hürriyet'e girdim. Çok da yenilikler yaptım. İnsan kaynakları departmanı o zaman başladı, ek o zaman çıktı. Bilançonun düzenlenmesinden tutun çok alt detaylarda birçok katkım oldu. Ama biz Hürriyet'in sahibi olmayı düşünmedik.

Yani bu ulvi amaçlarla mı?
Ulvi lafını genelde küçümsemek için kullanırlar. Siz moral demek istiyorsunuz. Biz ailecek ah almak istemiyoruz. Çünkü genç yaşta başarılı olduğum için eşimle beraber dikkatleri üzerimize çok çektik. Çok haksız yazıldı çizildi. Bize yapılanı başkasına yapmak istemedik.

Show TV'de Reha Muhtar dönemindeki haberler çok mu iyi örneklerdi?
Zaten onun için kaçtım ve Show TV'yi sattım. Hatta bana Reha, "Benim yüzümden mi satmak istiyorsunuz?" lafını bile etti.
Demek Reha Muhtar yüzünden televizyonunuzu sattınız...
Tabii o kadar basit değil. Bankaya kaynak sağlamak için sattım. Tabii Show'un haberleri yüzünden üzerimizde baskılar vardı. Eşimizden dostumuzdan haberlerin görüntüsü ve üslubu bakımından da eleştiriler alıyorduk. Artık bu işten zevk almamaya başlamıştık.

Haber dünyasını kirleten bir anlayıştı o. Ve sirayet etti oradan oraya, oradan oraya. Kusura bakmayın, ekranlar panayıra döndü. Bunda sizin payınız yok muydu?
Bakınız, kirletmeyi iki şekilde kullanabilirsiniz. Ben demin haksız bir ah almadan bahsettim. Sizin söylediğiniz kirletme ise işte dokunup acıyor mu demek. Zaten o panayır kirliliği bizim üslubumuza uyuşmadığı için sonunda Show TV'ye güle güle dedik.

Ama 3 sene sürdü bu durum. Reytinglerde birinciydiniz. Hemen durdurmadınız bunu.
Haklısınız. Ateş Hattı'nı 11'de yapan Reha'yı bizim ana haberde istifa olunca habere getirdik. Ana haberi sunan birisini getirdikten sonra bir televizyonda üç ay sonra pat diye atamıyorsunuz. O bakımdan zorluk oluyor. Bir de reyting getiriyor tabii.
Demek ki reyting, kirliliği örtüyor.

Hayır hayır. Biri üslup farkı. Öbürü haksızlık yapmak. Reha, yanlış yapmayan bir işadamı hakkında haksız bir yayın yaptıysa bunu tenkit edebilirsiniz. Reha bir aileyi bozmuş, çözmüşse söyleyin. Ama Reha bir çingeneyi çıkartıp saatlerce acıyor mu, acıyor mu diyorsa o benim demin birazcık sonunda kabullenmek zorunda kaldığım Türkiye'nin imajı. Yani biz televizyonlarla Türkiye'yi eğitemeyiz ve düzeltemeyiz. Türkiye halkının istediğinden daha iyi kalite bir yayın yapmak, sizi ancak batırır. Türkiye halkı neyi seyretmek istiyorsa onu vereceksiniz. Reklam veren var çünkü. Sonuç olarak biz medya olarak sonunda reklam verenin reklamını seyircilere ulaştıran bir aracız.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Ben Iowa City, ABD'de bulunan Iowa Lutheran Hastanesi'nden bir temsilciyim, hastanede yönetimin internette nasıl çalıştığını ve bu yıl insan organlarını alıp satması için tekrar başladığımızı ilan etme fırsatını verdim. Böbrek, Bu teklifle ilgileniyorsanız, lütfen aşağıdaki e-postadan bizimle iletişime geçmekten çekinmeyin: Bağışçılarımızı iyi bir miktarda parayla ödüllendiriyoruz ve Organlarda uzmanız. Cerrahide ve donör olarak risk yoktur. o.
Ve bu bizim e-postamız:
iowalutheranhospital@gmail.com
Ayrıca whatsapp +1 929 281 1248 numaralı telefondan bizi arayabilir veya bizimle iletişime geçebilirsiniz.