Pazar, Haziran 10

Alinur Velidedeoğlu: Evleniyorum


'Evleniyorum, artık kadınların beni beğenmesi önemli değil'

CHP'nin seçim kampanyasını üstlenen Alinur Velidedeoğlu, kendi dizayn ettiği üç parça yaratıcı eşyasıyla (metal tavlası, sehpası ve çalışma masası) ofisinde otururken bir yandan röportaj sorularımızı yanıtlıyor, bir yandan da Discovery Channel'dan gelecek ekibe kendi başarı öyküsünü anlatmaya hazırlanıyordu

- Sizdeki zekâ ve yaratıcılık kaygısı bakımından soruyorum: Zeki misinizdir?
- Sizin zeki olup olmadığınıza ben karar veririm. Eve dönüp, "Bana bugün birisi röportaja geldi, yahu ne kadar zeki kızdı," dersem, siz o zaman zeki olursunuz. Siz bana "Ben Türkiye'nin en zeki gazetecisiyim," diye gelseydiniz olmazdı. Benim bir yerde, Efendim ben dâhi bir reklamcıyım," dediğimi hiç okudunuz mu?

- Acı var mı, peki? Hani yaratma cesaretinin verdiği sancılar filan?
- Var tabii, kamçı var. Daha ilkokuldayken bana kamçılar vurulmaya başlandı. "E, sen Velidedeoğlu'nun torunusun, çalışmadın mı dersini?" Çalışmadım. Yaratıcı insan nedir biliyor musunuz? Tembel ruhludur. Yeni bir şey yaratmak, hep tembel ruhlardan geçmiştir. O yüzden hep çift dikiş gitmişimdir. Dedemin psikolojik kamçısı hep devam ettiği için, liseyi altı senede bitirdim. Velidedeoğlu'nun torunu sınıfta kalır mı? Hiç yakıştıramadım sana." Kalanlara yakıştırıyorsun da bana niye yakıştıramıyorsun? Ben de alt tarafı tembel bir gencim yani. Kafam başka yerde.
- En çok kızla siz mi flört ederdiniz?
- Benim öyle bir problemim hiç olmadı ki.

- Problem diye sormuyorum zaten...
- 18 yaşında çalışmaya başladım ve çevremdeki yaşıtlarımdan koptum. Yazın denize girip babalarının spor arabalarıyla dolaşan arkadaşlarım vardı ama ben dört kapılı, sekiz kişilik Amerikan dolmuşlarla İstanbul Reklam'da animatör olarak çizgi film yapmaya giderdim. Sabah 08.00'dan akşam 09.00'a kadar. Dolmuşla Kadıköy, oradan vapurla Karaköy, oradan da Cağaloğlu'na...

- Cadde'de oturuyordunuz ama yer altı'nda mı yaşıyordunuz...
- 18 ile 28 yaş arasını yeraltında geçirdim. Orta tabaka bir burjuva ailesinden geliyordum. Dedem ordinaryus profesör, amcam, yengem doktor, eniştem mimar, teyzem akademisyen... Babam da ilk başta mühendisti, sonradan müteahhit oldu. Dolayısıyla benim çevrem şu anda bulunduğum çevre değildi aslında. 16 yaşındayken neye bakacaksın?

- Neye?
- Komşu Ahmet nereye gidiyor? Sen çıkıp Bağdat Caddesi'nde yürüyorsun, o da kız arkadaşının arabasında Moda Deniz Kulübü'ne gidiyor. Hangisini beğenirdin 16 yaşında? Herif müteahhit babasının yanında ayakkabılarını çıkarmış, oturuyor evde, ama aşağıda BMW'si duruyor. Sense yüksek profesörün yanında oturuyorsun, evde bile ayağında ayakkabı... Farkı nasıl anlayacaksın?

- Bu bir avantaj mıydı, dezavantaj mı?
- Benim hayattaki en büyük avantajım babamdı aslında. Çünkü her şeyi yasaklıyordu ben küçükken. Dedem ailemizin reisiydi, onunla çatışmazdım ama babamla hep çatışmışımdır. Adam çok akıllıymış, şimdi anlıyorum ama adam yok artık.

- Anneniz?
- Annem arada yumuşaklık yapardı ama onun arabası da Anadol'du. Garajda üç tane araba vardı, isterdim ama babam, "Kendin çalış, kendin al," derdi. Ya baba nasıl alayım, ben kız arkadaşımı alıp biraz hava atacağım işte... Şimdiki gençler bunu anlamaz ama o tarihlerde kızı evden arabayla almaya gitmek, kapıya gelince dıt dıt diye kornaya basmak önemli bir şeydi, ama kız aşağıya inmiş o Anadol'a binmemek için "Ay çok başım ağrıyor, ay hastayım bugün..." durumları olur yani. Şimdi de öyle, araban senden daha önemli.

- Kamçıların karşılığını nasıl aldınız hayattan?
- Bundan 35 sene önce Türk televizyonları siyah beyaz, İstanbul Reklam'ın adı geçiyor. Altında çizen Alinur. Var mı böyle bir şey? Ben kralım o zaman, 18 yaşındayım...

- Bir de siz hep dikkat çekici hanımlarla birlikte oluyorsunuz? Sebep ne?
- Acaba diyorum, dikkat çekici hanımlar mı beni beğeniyor veya benimle beraber olmak istiyor?

- Seçen değil, seçilen olduğunuza mı inanıyorsunuz?
- Çoğunlukla... Zaten bütün erkekler seçilendir bana kalırsa. Biz erkekler hep 'Biz bu kızı seçtik' gibilerden konuşuruz ama özellikle de Müslüman toplumlarda, seni ancak bir kadın beğenirse onunla beraber olabilirsin. Sabahtan akşama kadar bir kadına yazsan, kız seninle olmaya karar vermişse olursun.

- Hassas ya da duygusal mısınız?
- Öyleyim ama bir de mükemmeliyetçilik gibi lüzumsuz bir tarafım var benim. Çok takarım. Beğendiğim sanatçılar da öyledir, kesin hatlı adamlardır Victor Vazerelli mesela. Bir şeyin ölçüsü biraz kısa kalsın, çıldırtır beni. Tekrar ölçtürür, böldürür, hepsi kaç santimse o santimden yaptırırım.

- Sizi ne zaman esmer bir güzelle göreceğiz? Siz hep aynı kadınla oluyor gibisiniz. Uzun sarı saçlı, açık renk gözlü...
- "Siz sarışınlardan mı hoşlanıyorsunuz?" diye soruyorlar, e ne diyeyim yani? Gazetelerde o kadarı çıkmış, beş altı tanesi. Az biliyorsunuz...

- Uzun süren ilişkileriniz en azından, hepsi birbirine benziyor...
- Benim uzun ilişkim ne kadar sürmüş, bilen var mı? Bilen varsa, onunla konuşayım. Ama şimdi bir beraberliğim var, evet açık renk saçlı. Bakın size bir şey söyleyeceğim. Özel hayatımla ilgili bugüne kadar çıkmış yazıların hiçbirisi benim ağzımdan çıkmış laflar değildi.

- Siz nasıl âşık oluyorsunuz?
- Göz ve beyin. Göz kapıdır benim için. Ben bir kadının vücuduna bakıp da "Off ne biçim poposu var," diye bir kadınla ilgilendiğimi hiç hatırlamıyorum. Erkekler böyle konuşur ya, hiç sevmem. Anlamıyorum yani. "Acayip bacakları var." Sana ne bacaklarından? Konuşuyor mu bacakları kadının? Oturunca zaten ağzınla konuşuyorsun, beynin zaten ağzına vuruyor ya da vurmuyor. Onun için benim için göz ve beyindir.

- Kadın erkek ilişkisindeki handikaplarınız?
- Ya ben ukalayım. Ama kırıcı ukala da değilim. Çaktırmadan ukalalıktan bir duvar kurmuşumdur etrafıma, benimle tanışmasını istemediğim insan, benimle tanışmaz.

CHP'nin seçim propagandacısı
- Bir ara siyasi parti liderleri Erol Atar'a fotoğraf çektiriyorlardı, şimdi büyük reklam ajanslarıyla çalışıyorlar. CHP'nin reklamı için ne düşünüyorsunuz?
- Siyasi partilerin profesyonelce reklam yapma olayı biraz geç de olsa, bize yurtdışından gelen bir şey. Yapılacak şey afiş, bayrak değil artık. CHP'ye şunu söyledik: Biz profesyonel bir iletişim grubuyuz. Parti de olsanız, banka da, biz size bir ürün gözüyle bakarız. Rakiplerinizi inceleriz, partinizin iyi kötü yanlarını ortaya çıkarıp yüzünüze söyleriz. Ürünün sahibi ufak tefek değişiklik önerilerimize açık olmalıdır.

- Siz reklamcıların işinin içinde beyin yıkamak da var. Sizden sonra CHP'yi herkes sevecek, beğenecek mi?
- Herkes derken 75 milyon Türk'ten bahsediyoruz. 75 milyon Türk acaba Atatürk'ü beğeniyor mu? Yok böyle bir şey. Beyin yıkamak o kadar kolay değil, bizim işimiz kararsızlarla. Zaten işimiz beyin yıkamak da değil, ürünü hedef kitlenin beynine yerleştirmek. Ama CHP'ye belli bir sempati duymasak, bu işe böyle heyecanla girişemezdik.

- Kendinizi beğendirmek için neler yaparsınız?
- Ben artık nişanlıyım, yakında evleneceğim. Nişanlımı çok seviyorum, her bakımdan çok memnunum. Bundan sonra kadınların beni beğenmesi hiç önemli değil. Beğenecekleri kadar beğendiler zaten bugüne kadar, Allah'a çok şükür.

- Siz bir sergi açıp iki dudağınızın arasına 'Sorry' yazmıştınız. Bedri Baykam da ilk cinsel deneyiminin peçetesini sergilemişti... Hoşunuza gitti mi o sergisi?
- Fikir çok hoşuma gitti. Baykam, sergim için en ağır eleştiriyi yapanlardan biri ama sebebini kimse bilmez. Benimle aynı günlerde 100 metre ileride sergi açtı, beni haftada 10 bin 460 kişi ziyarete geldi. Kapıda gelenleri numaratöre bastırıyordum çünkü. İki bina yanımda Bedri Baykam sergisine genç arkadaşları gönderiyordum, her gittiklerinde "Bizden başka sadece iki kişi vardı," diyorlardı. Tabii eleştirdi beni acımasızca.

Hiç yorum yok: